Savaşlar anlaşmalar yoluyla elde edilemeyen sonuçları güçle dikte ettirmek üzere yapılır. Bunun istisnaları da vardır elbette ama genel durum böyledir.
Dün Aliya İzzetbegoviç’in ölüm yıldönümüydü. Aliya’nın ne kadar muhteşem bir komutan, lider ve düşünce adamı olduğu ifade edildi. Abartılı ifadelerin hakikatin önündeki en sinsi perdelerden olduğuna inanırım. Aliya’yı ve yaşam sürüp aramızdan ayrılmış herhangi bir kişiyi düşüncelerini geri plana atarak anmanın bir çeşit putlaştırma olduğunu düşünürüm. Ortaya bir süre sonra kerameti kendinden menkul, hayatla irtibatı kopmuş, esnekliğini kaybetmiş donuk bir heykel kalır. Bu heykel başta sevenleri olmak üzere geride kalanlara hiçbir fayda sağlamaz. O zaman ölenleri gömelim hayatımıza mı bakalım? Hayır. Yapılacak şey bu da değil. İnsanoğlunun gerçek ömrü ortaya koyduğu düşüncelerin, yaşam önerilerinin ömrüyle ölçülebilir. Kıyamete kadar sürecek düşünceler birbirinden farklı olsa da insan ruhunun özüne dokunmak gibi ortak noktaları vardır. Aliya, Müslüman Avrupa’nın yerleşik düşünce sisteminin son temsilcilerinden biriydi. Kendini klasik İslam anlayışına çok yakın bulmasam da köksüz bir modernist de değildi. Hapiste yatan ve orada zamanını düşünce üretimiyle geçiren asil bir ruh, ülkesi savaşa girdiğinde komutan üniforması giyen başkomutan ve kendine muhalif düşünen insanların düşüncelerini alarak enerjiye çeviren bir devlet adamı.
Aliya’nın diğer bir özelliği halkının hatırı sayılır kısmının karşı çıktığı bir barış anlaşmasına imza atmış olmasıdır. Anlaşmayı imzalarken ihanetle suçlanabileceğini bilerek bunu yaptı. Dayton Barış Anlaşmasını hem de büyük bir başarı olduğuna inanmamasına rağmen imzalamıştı. Sebep? Dünyanın önemli kısmı Boşnakların yok olmasını felaket olarak görmüyordu ve Dayton, köprüden önceki son çıkıştı. Masada kahraman pozu vermektense, halkına onurlu ve kabul edilebilir bir barışı getirmişti. Elbette bu adil bir barış değildi. Dayton Anlaşmasıyla Sırpların ödüllendirildiğini düşünmek dahi mümkündür.
Eline silahı alan hemen herkes nasıl savaşılacağını kısa süre içinde öğrenebilir. Yeterli mühimmat ve insan kaynağıyla bu mümkün. Ama sonsuz sarmala girme ihtimali olan bir savaşı herkesin kabul edebileceği bir şekilde barışa eriştirmek nasıl mümkün olabilir.
İmkanları ve imkansızlıkları bilmeden bunu kestirmek mümkün değil. Sözün özü, savaşı herkes kazanabilir ama barışı kazanmak kolay değil. Rahmetli Akif Emre, onun bu yönünü önemsemiş ve her yıl “Uluslararası Aliya İzzetbegoviç Barış Ödülü” verilmesini teklif etmişti. Cenazesinde hayatında biriktirdiği her şeyi özgür bir Bosna-Hersek için kullanan Aliya’nın hatırasını bu şekilde yaşatmak mümkün. Kendi mefkuresini özümsemiş farklı kesimlerden insanların oturacağı bir heyet bunu pekala yapabilir. Barışın giderek seçenekler arasından kaybolduğu bir dünyada hepimiz barışı kazanmakla mükellefiz. Aliya bu konuda da bizlere ilham veriyor ve savaşta olduğu gibi barışta da bir arada olmamız gerektiğini hatırlatıyor ve sesleniyor: “Bu adil bir barış olmayabilir; fakat süren bir savaştan daha iyidir.”