Geçen hafta sonumuz çok şenlikli geçti.
Geçen hafta sonumuz çok şenlikli geçti. Cumartesi gecesi Olimpiyat Stadı’nda Şampiyonlar Ligi finali, Pazar gündüz saatlerinde Orhan Okulu ile Yusuf Can Zeybek yağlı güreş finali ve peşinden de İzmir’de Fenerbahçe-Başakşehir Ziraat Türkiye Kupası Finali ile hem haftayı hem sezonu noktaladık.
Yağlı güreşlerle ilgili nasip olursa haftaya daha detaylı konuşuruz. Bu hafta başlıkta bahsettiğimiz baklava ve şalgam suyu hikâyesini konuşalım, yazalım.
Baklava elbette Cumartesi akşamı oynanan Inter- M. City maçı idi. Her şeyiyle dört dörtlük ağzımıza layık ve tadı daha uzun bir süre damaklarımızı kamaştıracak güzel bir dilim baklava lezzetindeydi 90 dakika boyunca izlediğimiz. Inter’in taktik disiplini, City’nin bunu aşmak için yaptığı çeşitli varyasyonlar, temponun iniş-çıkışlarına rağmen heyecanın hiç düşmemesi, iki Türk evladının farklı bayraklar ve farklı formalar altında sahanın en iyisi olmak için kıyasıya mücadelesi ve elbette Polonyalı “kel” hakemin bu güzel oyunu ortaya çıkarmak için sarf ettiği çaba bu çıtır baklavanın içindeki fıstık, halis şeker pancarından şerbeti ve en kaliteli buğdaylardan elde edilmiş yufkası mesabesindeydi.
Şalgam da bizim Ziraat Türkiye Kupası Finali’ydi. (Şalgam/şalgam suyu deyince Adanalı dostlar yanlış anlamasın, biz de sever sayarız şalgamı ama yeri baklavanın üzeri değil. Kebap olsa, acılı Güney Doğu mutfağı olsa, tablacıların gece mesaisinde ikram ettikleri ciğer olsa; şalgam Amenna.) İşte Fenerbahçe- Başakşehir maçı aynen bu lezzetsizlikteydi. Nerede bir gece önce şahit olduğumuz futbola dair binlerce detaydaki mükemmel işleyiş, nerede bu zevksiz ve heyecandan uzak tekaütler maçı.
Hele maçın daha ilk dakikası dolmadan gelen Arda’nın zekâsının eseri Batshuayi golünden sonra maç başlamadan bitti neredeyse. Takımı maalesef Emre Belözoğlu’na “nanik” yaptı desek yanlış olmaz. Bazıları asker arkadaşı olacak denli akranı, bazıları sezonu kafasında bitirmiş ve angaryaya sahaya çıkmış veteran bir dolu adam, baklavanın üstüne içilen şalgamdaki lezzetsizliğin ve burukluğun en önemli sebebiydiler.
Keşke bu kadar peşpeşe olmasaydı bu iki final maçı. Dünya ile Avrupa ile bizim Süper Lig’in arasındaki makasın bu denli açılmış olduğunu görüp üzülmezdik. Onların oynadığına futbol denirse ki denir bizatihi kendisidir. Bizim oynadığımız ancak “mutbol” olur bu şartlarda. Bizlerde bununla eğlenip duruyoruz ne yapalım.
Mesela Ömer Ali diye bir kardeşimiz vardı sahada. 90 dakika içinde eğer sahada bir “hakem” olsaydı en az üç defa kırmız kart görmesi gerekirdi. O kadar art niyetli ve rakibine zarar vermek için kasti hamleler yaptı ki neyse dua etsin sahada hakem yoktu. Ya Fenerbahçe kalecisi İrfan Can kardeşimizin yaptığı bariz ama güme giden penaltıya ne diyeceğiz. Gene dua etsin sahada hakem yoktu, VAR ve AVAR’dakiler de maçın sıkıcılığından uykuya dalmışlardı, gören eden olmadı 85 milyon koca Ülkeyi saymazsanız.
Bazı şefler “füzyon” mutfağı adı altında bir araya gelmeyecek tatları, malzemeleri ve sunumları misafirlerine/müşterilerine/gurmelere yapıp yediriyorlar ama n’olur baklava üstüne şalgamı akıllarından bile geçirmesinler. Biz denedik olmuyor.
Milli Takım’ımıza Letonya ve Galler maçlarında başarılar diliyoruz. Haydi bastır Türkiye.