Pandemi, gölgelemiş olsa bile sorun hala varlığını, önemini ve yakıcılığını koruyor.
Kovid-19 salgını öncesi en önemli küresel sorun olarak göç ve mülteci sorunu görülüyordu.
Pandemi, gölgelemiş olsa bile sorun hala varlığını, önemini ve yakıcılığını koruyor.
Sorunu bu denli küresel bir boyuta dönüştüren en önemli etmen Suriye’deki iç savaştı.
Eylül 2015’te minicik cansız bedeni Bodrum sahiline vuran 3 yaşındaki Aylan bebek, hem Suriye’deki iç savaşın, daha da önemlisi mülteci sorunun en önemli simgesi haline gelmişti.
Aylan bebek PKK’nın Suriye kolu PYD’nin denetiminde olan Kobani’de doğmuş bir Kürt çocuğuydu. Ailesi Suriye’deki iç savaştan kaçıp Türkiye’ye sığınmıştı.
Bir sonbahar gecesi annesinin kucağında küçük bir bota bindirilerek Ege’nin serin sularında “özgürlükler ülkesi” Kanada’daki halasının yanına gitme umuduyla yolculuğa çıkmıştı.
Bizler yataklarımızda uyurken küçücük bir pota bindirilen 16 kişi Ege denizinin dalgalarıyla boğuşuyordu.
Bot, gecenin karanlığında sulara gömülürken denizde can pazarı başladı.
Aylan bebek annesinin kucağından düştü.
Umut yolculuğuna çıkan göçmenlerden 9’u sağ olarak kurtarılırken aralarında Aylan bebek ve annesinin de bulunduğu 7 kişi o sularda çırpına çırpına can verdi.
Ertesi sabah Bodrum sahillerinde minicik cansız bedeni kıyıya vuran Aylan bebeğin yürek paralayan fotoğrafı, Suriye’de yaşanan trajediyi, bu trajedinin yarattığı sorunları, bu sorunlar karşısında “insan hakları”, demokrasi” ve “özgürlükler” dünyası batının vurdum duymaz tutumunu, iki yüzlülüğünü faş etti.
Aralarında Almanya Şansölyesi Angela Merkel gibi bazı liderler kısa süreli özeleştirilerde bulunsalar da hiçbir ülke mülteciler konusundaki insanlık dışı yaklaşımını değiştirmedi.
Türkiye ise Suriye iç savaşı başladığından bu yana mülteciler konusunda en insanî, en vicdanî yaklaşımı sergiledi.
Ve Türkiye, başta ana muhalefet partisi CHP olmak üzere muhalefetin büyük karşı çıkışlarına rağmen yıllardır 4 milyon mülteciyi korumaya, kollamaya, sahiplenmeye, onların yüklerini omuzlarında taşımaya devam ediyor.
Muhalefetin, iktidarın Suriye politikasını farklı yönleriyle, farklı şekillerde eleştirmesi anlaşılabilir bir durum.
Hatta faşizan yaklaşımlarla “Bu insanları neden aldınız? Defolup gitsinler!” denmesine de çok tanık olduk.
Ancak Aylan bebeğin sorumluluğunu Türkiye’ye, Türkiye’nin yönetimine yıkmak akla ziyan bir durum.
Tam anlamıyla şirazeden çıkma hali.
Sözünü ettiğimiz, CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nun bir süredir dillerine doladıkları “128 milyon nerede?” kampanyasını Aylan bebeğin söz konusu fotoğrafıyla birlikte altına “Sorumlu Erdoğan” yazarak yaptığı paylaşım.
Bu paylaşım kısa sürede toplumun geniş kesimlerince büyük bir tepkiyle karşılandı.
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın "Aylan bebeğin cansız bedenini karanlık siyasetine alet edecek kadar süflileşen bir zihniyetin, ülkemize ve dünyamıza vereceği hiçbir iyilik ve güzellik yoktur. Yapmayın yazıktır, ayıptır, günahtır", AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik’in "Vicdansızlık ve ayıp. Aylan bebeğin cansız bedenini böyle kullanmak ne büyük utanç. Utanma duygusu olana ömür boyu yeter. Nasıl karanlık bir zihniyet bu" ve Adalet Bakanı Abdulhamit Gül’ün “Aylan bebeğin ruhu, bu kötülüğü yenecek...'' sözleri öne çıkan tepkilerdendi.
Tepkiler üzerine Kaftancıoğlu söz konusu paylaşımını silip özür diledi.
Elbette özür dilemek erdemdir.
Kaftancıoğlu’nun özür dilemesi siyaseten doğru ve makul olandır da.
Ancak Aylan bebeğin o fotoğrafının batının iki yüzlülüğünü faş etmesi gibi bu paylaşım da Kaftancıoğlu’nun siyasi hırsının, öfkesinin, nefretinin kendisini nasıl, küçücük bir bebeğin cansız bedeni üzerinde tepinen habis ruhlu bir canavara dönüştürdüğünü de faş etmiştir.
Kuşkusuz siyaset önemli mecradır.
Ülkeyi yönetmeye talip olmak, insanın doğru olduğuna inandığı, daha doğru olduğunu düşündüğü anlayışlarını, yaklaşımları ülkenin geleceğinde yön vermeye harcama çabası içine girmek önemli ve değerlidir de.
Ancak hiçbir siyasi idea insanî, vicdanî duyguların önüne geçemez, geçmemelidir.
Hele de anne olan bir kişinin, annesinin kucağında denize düşmüş, çırpına çırpına can vermiş minicik bir yavrucağın cansız bedenini siyasi hırslarına malzeme yapamaz, yapmamalıdır.
Özür erdemdir, önemlidir, değerlidir ancak Canan Kaftancıoğlu için asla yeterli değildir.
Kaftancıoğlu’nun, yapması gereken gece başını yastığa koyunca “benim hırsım, öfkem, nefretim beni nasıl bir insana dönüştürmüş, ben bu olamam” diyerek kadınlık, annelik ve insanı tüm duygularını iç dünyasında sorgulaması ve kendisini bu habis ruhlarından arındırması gerekir.
Eminim bu kötülüklerinden arınmış bir Canan Kaftancıoğlu’nun kendisine de, partisine de çok daha fazla katkısı olur.