Son birkaç haftadır yazılı medyanın çeşitli mecralarında Asya Tipi Üretim Tarzı (ATÜT) tartışılıyor.

Son birkaç haftadır yazılı medyanın çeşitli mecralarında Asya Tipi Üretim Tarzı (ATÜT) tartışılıyor. Marksist iktisat literatürü içinde yer alan bu yaklaşım, özetle, Asya’da kendine özgü bir üretim sistemi ve mülkiyet ilişkisi olduğunu ve dolayısıyla Asya’da Batı Avrupa’da gerçekleşen iktisadi gelişimi sağlayan etkenlerden farklı dinamikler olduğu iddiasına dayanır. Yine bu yaklaşım, sanayi kapitalizmiyle neticelenen sermaye birikimi sürecini belli bir doğrusal tarih çizgisinde dinamik ve deterministik bir yöntemle inceleyen Marksist okulun temel tarihsel yaklaşımının veri kabul edilmesine dayanır. Açıktır ki, genelde Doğu toplumları özelde Türk toplumu tarihsel olarak Marksist Teori’nin çizdiği kalıplara uymayan bir tarihsel tecrübeye dayanmaktadır ve Marksist kökenli iktisatçı – tarihçiler bu yetersizliği tevil etme arayışı içerisindedirler.

ANA AKIM MARKSİST BAKIŞ AÇISI

Marksist iktisatçı ve sosyologlar kapitalist toplum ve ekonominin kendisinden önce gelen iktisadi yapıların dinamik bir sonucu olduğunu, farklı yapılar arası geçişlerin sınıf mücadelesine dayandığını, toplumların genel olarak köleci toplum – feodal toplum – kapitalist toplum gibi tarihi istasyonlara uğradığını ve aynı dinamikler nedeniyle (muhayyel ve müstakbel) sosyalist toplum istasyonuna uğraması gerektiğini va’z ederler. Bu tarihsel bir zorunluluk olarak anlatılır. Sınıf mücadelesi ise, üretim ilişkilerini belirleyen (egemen) sınıf(lar) ile üretim gücüne sahip (ezilen) sınıf(lar) arasında üretimden elde edilen artı değerin paylaşılması için süregelen sonu bitmeyen bir mücadeledir. Bu bağlamda, ana akım Marksist iktisatçılara göre feodal sistem ve orada gerçekleşen serf (toprak kölesi / topraksız köylü) emeğinin sömürüsünden egemen sınıf olan aristokrat toprak beyleri tarafından elde edilen artı değer kapitalist sistemin ve sanayi toplumunun ihtiyacı olan sermaye birikimini sağlamıştır. Ancak, bu şablonu Osmanlı toplumuna uyguladığımızda, ilkönce klasik Osmanlı toplumunda sermaye birikiminin yetersiz olduğunu görürüz. (Bu yüzden Çivizade-Ebussud tartışmasına dair yazımda bahsettiğim gibi bizde o dönemki İslami bankacılık İtalyan bankalarının iki misli “faizle” / sermaye getirisi ile çalışmaktaydı, DMD.)

Bu durumu iki önermeyle açıklayabilirsiniz: Ya çeşitli tarihsel sebeplerle, Doğu toplumları feodal sistem aşamasında kalmış ve ana akım Marksistler tarafından “tarihsel zorunluluk” olarak görülen sınıf çatışması ile toplumsal paradigma değişimi gerçekleşmemiştir, ya da Doğu toplumlarında yine tarihsel sebeplerle feodal toplum oluşmamıştır.

Ana akım Marksist iktisatçılar tabiî ki ikinci önermeyi kabul edemezler, bu yüzden birinci önermeyi kabul ederek niye Osmanlı Türk toplumunun feodal yapıdan kapitalist sanayi toplumuna geçemediğini analiz etmişlerdir. İkinci önermeyi kabul edenler ise, Marx’ın Kapital’de kısaca söz ettiği, Engels’le çeşitli yazışmalarında ve muhtelif çalışmalarında şöyle bir bahsettiği ATÜT’e dayanmışlardır. Ana akım Marksistlerin kabul ettiği tarihsel dizgenin en azından Doğu toplumlarında işlemediği anlamına gelen ATÜT’ün kabulü, Doğu toplumlarının feodal toplum aşamasına değil fakat “Doğu Despotizmi” olarak da nitelenen bir çeşit “ilkel tarımsal sosyalizm” aşamasına evrildiklerini savunur.

ASYA TİPİ ÜRETİM TARZI VE DOĞU DESPOTİZMİ

ATÜT, özel mülkiyetin olmadığı, tarımsal artığın toprak mülkiyetini elinde bulunduran merkezi devlet aygıtı tarafından toplandığı ve bunun bayındırlık hizmetleri ile idarecilerin lüks tüketimine harcandığı, kendi kendine yeten ama – savaş ve fetihler haricinde - büyüme potansiyeli olmayan bir yerel ekonomiyi anlatır. Bu ekonomide bireylerin elinde servet birikmediği için, merkezi idareyi elinde bulunduran ve halkına “bir baba gibi” bakan yönetici sınıf haricinde herkes ancak geçimini sağlayabilecek bir gelire sahip olduğu için, içinden girişimci sınıfı çıkaracak ve besleyecek bir toprak zenginleri-aristokratlar sınıfı da yoktur. Bu sistem “Doğu Despotizmi” olarak anılır ve antik Yunan despotlarından farklı olarak burada yöneticiler sistemin ve kendi sultalarının devamı için halkı korur ve kollarlar. Biz de bu görüşü savunanlar başta Kemal Tahir’in teşvikiyle İstanbul Üniversitesi’nde bizim kürsü profesörlerinden rahmetli Sencer Divitçioğlu ve farklı bir yorumla rahmetli İdris Küçükömer Hocalarımızdır. Yine farklı bir Marksist yorumla Hikmet Kıvılcımlı da bu görüşe katılır. Söyledikleri kabaca şudur: Osmanlı’nın klasik döneminde tımar sistemi özel mülkiyete değil kamu mülkiyetine dayanır. Devlet de Sencer Hoca’nın bahsettiği “daire-i adalet / adalet dairesi” çerçevesinde halkı kollar ve gözetir. Kemal Tahir’in “Devlet Ana” romanında anlatmaya çalıştığı Kerim Devlet ilkesi işin özünü oluşturur. Bu da Marx’ın ATÜT’ü ile özdeşleştirilir. Kısaca özetleyecek olursak, Kemal Tahir, İdris ve Sencer Hocalar ile Doktor (Kıvılcımlı) “Sosyalizm için Batı’ya veya Moskova’ya gitmeye gerek yoktur, Osmanlı’ya yani özümüze dönelim, yeter.”, demekteydiler. Görüşlerine katılırsınız veya katılmazsanız ama yerli bir bakış açısına sahip olduklarını inkâr edemezsiniz.

Pekiyi, ATÜT karşıtları ne söylemektedirler? Onların dayandıkları Ana akım Marksist düşünce Batı Kapitalizminin gelişimini ne ölçüde açıklıyor? Eğer Marksist yaklaşım, Batı Kapitalizminin gelişimini bile açıklayamıyorsa, Doğu’yu o kalıba uydurmak için bu kadar zahmete gerek var mıdır? Bunlar da cumaya kalsın…