Her anne evladının büyüdüğünü, okuduğunu dolayısıyla saadetini hayal eder.

Hangi mertebede olursa olsun bir anne için evladın kaybı büyük bir üzüntüdür. Her anne evladının büyüdüğünü, okuduğunu dolayısıyla saadetini hayal eder. Her anne çocuğu için gelecekte hayaller kurar ancak çok azı büyük bir fedakârlıkla evladından vazgeçebilir. Tarihte İslam âleminde ve özellikle de Türk tarihinde böyle analar var olmuştur. Şehadeti bir emzik gibi doğar doğmaz yavrusuna emdiren Türk ve Müslüman anaları vardır. Bazen de tam tersi olmuştur. Yavrusunun geleceği için vatanın bekası için kendi canını ortaya koyan yakın tarihimizde birçok isim olmuştur. Bunlar gözlerini kırpmadan bir terör örgütüne karşı vücutlarını siper etmişlerdir. İçlerinde görevli nice vatan sevdalıları analar beşikteki yavrularını bırakarak namluyu düşmana doğrultmuşlardır. Şehadet Türk-Müslüman kadının amentüsüdür.

Kurmancan Datka

Türk tarihinde ilk kadın general olarak tescillenmiş isim Kurmancan Datka olmasaydı bugün büyük ihtimalle Kırgızistan diye bir millet ve devlet olmayacaktı. 1811’de dünyaya gelen Kurmancan, Hokand Hanlığı’nda üst düzey görevli olan Alimbek Datka ile evlendikten sonra, Hokand Hanlığı’nda ve Kırgız halkının siyasetinde etkin bir konuma yükselmiştir. Alimbek Daka şehit olduktan sonra, eşinin büyük oğlu olmasına rağmen halkın da büyük isteği ile başa geçerek halkını yönetmiştir. Hokand Hanlığı’nın 1876’da Rusya’ya ilhak edilmesinden sonra, oğullarıyla birlikte Rus işgaline karşı amansız bir mücadele vermiş, ancak dönemin ağır şartlarını göz önünde bulundurarak onlarla bir anlaşma yapmıştır. Hayatı ve yaptığı faaliyetleri Kırgızlar arasında efsaneye dönüşmüş olan bu hanımın aslında burada konumuz olmasının asıl sebebi şehitliğe bakışından dolayıdır. Ruslara karşı oğullarıyla birlikte yaptığı destansı mücadelesi O’na mücahide bir hanım sıfatını kazandırırken, gerektiğinde halkının iyiliği için fedakârlık yapmaktan kaçınmamıştır. Ruslar tarafından haksız bir şekilde cezalandırılmak istenen küçük oğlunu yakınlarının hapisten kaçırma teklifine: “Bir anne için çocuğunun ölümünü görmekten daha büyük azap yoktur. Eğer çocuğumun lehine karar versem, halkımı zor durumda bıraksam bu dünyada da öteki dünyada da Rabbim beni affetmez. Allah böyle takdir etmişse elden ne gelir, suçsuz ölüm-şehit ölümdür. Kamçıbek’in diğer dünyası inşallah cennet olur” diye cevap vermiştir. Tüyler ürpertici bu tarihi olayı kaçımız biliyoruz. Bir kadın düşünün ki hem bir komutan hem devletin başı olacak bir yandan da annelik sıfatıyla Allah’ın adaletinin şeriatla sabit olduğunu düşünerek vatan için oğlundan vazgeçecek.

Hakk için şehadet

Görmek kalple tasdik edilir. Sebeplerin en güzelini gören göz ve kalbinde açılmış kapıdan yüce duyguların geçmesine geçit vererek bunu harekete dönüştüren kişi şehadetini yaşar. Yani o eşsiz anlama duygusunu tecrübe eder. İnsan daha önce görmediği ve tanımadığı bir duyguya anlam veremez. Bir topluluk eğer şehadet ile yoğrulmuşsa birbirlerini bilen kollektif parolaları vardır. Vatan bizler için hem bu dünyada hem de öteki dünyada bir paroladır. Vatan uğrunda ölünecek bir kara parçasından ötede Allah’ın Hakk kılıcının münafıkların boynu üzerinde bayrak gibi dalgalanması demektir. Vatan Ana’dır bu itibarla anneler şehadeti evlatlarından vazgeçerek yaşamaya hazırdırlar. Tıpkı Hazreti Fatma validemizin evlatları Hz. Hasan ve Hüseyin’in kendisinin ölümünden sonra şehit olacaklarını bilerek hayatına devam ederken, ayetleri işitmesinin yanı sıra tecrübe ederek iman etmesini görüyoruz. Demek ki işitmenin ötesinde şehadet gördüğünü yalanlamayanın tecrübesidir. Bu vesileyle şehadet şairi Akif’in Çanakkale Şehitlerine adlı şiirinin son iki dizeleriyle bitirelim: Ey şehîd oğlu şehîd, isteme benden makber, sana agûşunu açmış duruyor Peygamber.

İHTİYARLARA SAYGI

İçinde bulunduğumuz hafta önemli günler bakımından çok bereketli. Kişi olarak gündemimizi bu günlere bakarak oluşturmuyoruz. Ancak toplum olarak farkındalık yaratmak amacıyla öne çıkarılan günlerde belli başlı kurumlar bu konuda çalışmalar yaparak motivasyon sağlıyorlar. Bu özel günlerden biri de içinde bulunduğumuz Yaşlılar Haftası. Biz seçici, yetişmiş anlamını barındıran kelime olarak ihtiyar demeyi tercih ediyoruz. Bizim kültürümüzde ihtiyarlara bilge gözüyle bakılır ve sözleri dinlenir bir yere girdiklerinde orada bulunanlar ayağa kalkar, el öper ve yer verir. Kovid-19 küresel salgınında da başta devletimiz olmak üzere birçok vatandaşımız büyüklerimizi öncelikli koruma altına aldı. Avrupa ve ABD kıtasında bakımevlerinde kalan yaşlıların toplu ölümlerini ne yazık ki TV’lerden izledik. Terk edilen yaşlıların aileleri tarafından cenazeleri bile alınmadığını okuduk, duyduk. Bizde ise, evde birlikte yaşadıkları büyükleri varsa çocuklarını hastalık getirme olasılığına karşı okula göndermediler. Aşılama sıralamasında da nasılsa iki ayağı çukurda devlete yük oluyor denilmedi. Öncelikle aşılamalar en yaşlılardan başladı. Büyüklerimiz başımızın tacıdır. Bilgelik onlara yakışır. Hepsinin ellerinden öpüyoruz.

KARGA

Karga mı kara yoksa bahtın mı? Dalda yaprak biraz, kışın sonu geldi. Yeşillenecek yakında her dal. Karga bana baktı ben aynada kendime. Uğursuzluk! İnanmam ona. İnsansın, senin sevgi dilin var. Karga pisledi, kedi miyavladı. Kulağımda uğultular. Aklımda Kuşlar filmi. Gece perdeyi örterim sıkı sıkı. İçimde vehimler. Suçu ne karganın? Kuşkularını kör kuyuya at. Kargaya bulma kabahat. İçindeki kargaları sustur. Gak Gak! Diye diye kendini bulaştırdın talih oyununa. Geceyi kara diye görme, yıldızlara bak. Dışında değilsin içindesin çemberin. Nerede duracağına sen karar vereceksin. Dışında ve içinde iki arada bir derede kararsızlığa kapılma ağacın dalında sende bir karga ol. Onun gibi emin bir çığlıkla ben buradayım de. Tüm benliğinle adını haykır. Haykır ki duyduğun ses, uğultulardan uzak olsun. Şimdi karga uçtu gitti. İçimden bir ses ona eşlik etti.

(Fotoğraf: Semra Polat)

Konuk Yazar: Gülgün UYAR

SÜNBÜL MEVSİMİNDEYİZ…

Bin dokuz yüz altmış dört senesinin Eylül ayının yirmi üçü. Günlerden Çarşamba. Süheyl Ünver Hoca mûtad İstanbul gezilerinden birinde. O gün yönünü Koca Mustafa Paşa Câmii’ne çevirir. Daha doğru ifade ile; kendisinin Sümbülüm diye nazla hitâb ettiği Sünbül Efendi kendisini dâvet etmiştir. Ünver Üstâdımız Sünbül Efendinâmem ismini verdiği Defter’ine bu ziyâretini şöyle kaydetmiş: “Bugün rûhen Cenâb-ı Hakk’a şükürler olsun incir çekirdeğini doldurmaz kendi tasnî‘ımiz olan üzüntülerden kurtulmak için, Sünbül Efendimizi Ramazan Efendimizin huzurundan geçerek bilhassa ziyârete gittim. Geçen sefer gönlümden ziyâret etmiştim. Zira ‘Böyle büyük zevât sık sık tasdî‘ edilmez’ diyordum. Bu sefer ziyâretimden içime gelen tebşîrâttan pek mütehassis oldum. Rûhen çocukluğumdan beri bağlı olduğum bu Pîr-i muhteremin huzurunda cidden münşerih oldum. Cenâb-ı Hakk cümleyi ferâha kavuştursun.”

Evliyâullâh huzurun vâkî olduğu makamlardır. Duâlarına ilticâ edilir; ziyâretleri Rahmet-i Rahmân’a vesîledir. Bâkî âleme irtihâl eyleyen Allah’ın velîleri ise kınından sıyrılmış kılıç kabul edilirler. Fethin temsîli olan İstanbul aynı zamanda bir evliyâ makarrıdır. Böylece velî türbelerini ziyâret şehrin yerleşik örfü hâline gelmiştir. Hicretten sonra Resûl-i Ekrem aleyhi’s-salâtü ve’s-selâma Medîne’de ev sâhipliği yapmış olan Ebû Eyyûb el-Ensârî bu ziyâretgâhların tâc mahalli olup el-ân şehr-i İstanbul’un da sâhibidir. Gül kokusuyla gönüllere inşirâh vermektedir. Eyüb Sultân’la başlayan ziyâretler Sünbül Efendi, Merkez Efendi ile devam eder.

Fetihten sonra İstanbul’un ilk tekkesi Koca Mustafa Paşa Câmii’nde kurulmuştu. Fatih devrinde (1453-1481) Rum Ortodoks cemaatinin elinde bulunduğu tahmin edilen kilise, II. Bayezid döneminde Sadrazam Koca Mustafa Paşa tarafından câmi-tevhidhâneye dönüştürülmüş ve eski manastır binalarının yerine de bir tekke inşa edilmiştir (1489-91). Câmi ve tekke, farklı türde yapıların ilâvesiyle genişlemiş ve bir külliyeye dönüşmüştür. İlk şeyhi Çelebi Muhammed Cemâleddin (v. ?1493, 1494, 1505), II. Bayezid’in şehzâde iken Amasya’da sohbetlerine katıldığı ve kendisinden feyz aldığı bir zâttı. II. Bayezid tahta geçtiğinde (1481) Çelebi Halîfe’yi İstanbul’a davet etmiş, Koca Mustafa Paşa da şeyhten İstanbul’da kalmasını rica ederek câmi harîmindeki hânkâhı ona tahsis etmişti. Böylece bu tekke turuk-ı Aliyyenin Halvetiyye şubesinin İstanbul’daki ilk pîr evi olmuştur. Çelebi Halîfe, yerine Sünbül Sinan olarak tanınan halifesi Yusuf b. Ali’yi (1465-1529) vasiyet etmiştir. Sünbül Sinan 1494 yılında meşîhat seccâdesine cülûs etmiş ve otuz üç sene bu makamda bulunmuştur. Sünbüliyye aynı zamanda İstanbul’da faaliyet gösteren ilk tarîkat kabul edilir. Bu câmi aynı zamanda I. Ahmet zamanından itibaren minaresinde kandil yakılan ilk câmi olarak anılır. Külliye, bu bölgede Müslüman bir mahallenin doğmasını ve gelişmesini sağlayan bir mihver olmuştur.

Câmi’nin avlusunda yer alan önemli yapılardan birisi de Çifte Sultanlar Türbesi’dir. Bu türbede Hz. Hüseyin’in iki kızının medfun olduğuna inanılmaktadır. Hz. Hüseyin’in iki kızının Kerbelâ hâdisesinden sonra İstanbul’a intikal edişleri ile ilgili anlatıla gelen bir menkıbe mevcuttur. Yazılı kaynaklarda bu menkıbe ile ilgili bilgi bulunmamakta ve arşiv kayıtlarına göre burada sırlanan iki Seyyide’nin, Hz. Ali Zeynelâbidîn’in soyuna mensup oldukları anlaşılmaktadır.

Pakmaklıkların üst kısmına kuşak şeklinde yerleştirilen sekiz levhadaki sekiz beyitlik şiir Sahhaflar Şeyhi-zâde Vak‘anüvîs Seyyid Mehmed Es‘ad Efendi’ye (1789-1848) ait olup 1227 (1813) tarihinde Yesârîzâde Mustafa İzzet (v. 1849) tarafından ta‘lîk hattıyla yazılmıştır. Şiir şu şekildedir:

Bu meşhed kim ziyâretgâh-ı erbâb-ı muhabbettir

Gubâr-i anberîni kuhl-i erbâb-i basîrettir

Kafes yâ Hû tehîdir sanma etrâfında bu câyın

Müşebbek âşiyân-ı tûtiyân-ı bâğ-ı cennettir

Viren feyz ü şeref bu gülistân-ı cennet-âsâya

İki gül-gonca-i gülnahl-i gülzâr-ı siyâdettir

Şehîd-i Kerbelâ Sultân Hüseyn’in duhterânından

İki sultân medfûn olduğu bunda rivâyettir

Koca Mustafa Paşa Câmii, Sünbül Efendi ve Çifte Sultanlar türbeleri bir takım merâsim ve âdetler bakımından da dikkat çekici bir tarihe sahiptir. Bilhassa asırlardır süren bir an’ane olarak Sünbül Efendi ve Çifte Sultanlar türbelerine yapılan ziyâretlerin en önemlisi 10 Muharrem’de gerçekleşir. Bu tarihte Kerbelâ hâdisesinin acı hatırasını anmak üzere, uygulanış biçimi zaman içinde farklılık göstermiş olan bir merâsim düzenlenir. Sünbül Efendi zamanından beri kesintisiz olarak devam ettiği bilinen bu merâsimi tekke mensupları icrâ eder ve kalabalık bir katılım olurdu. Sünbül Efendi Muharremin onuncu gecesi yüz rekat namaz kılar, tevhîd-i şerîf okur, o günün sabahı da Haseneyn-i ahseneyn’in rûhu için su sebil edermiş. İstanbul’un farklı tekkelerinde 10 Muharrem dolayısıyla özel meclisler toplansa da anmanın en geniş katılımla Sünbül Efendi Tekkesi’nde yapıldığı ve câminin adeta bayram yerine döndüğü nakledilmektedir. Hz. Hüseyin’in kızlarının türbesi sebebiyle yüzyıllardır bu câmi ve bu semt makām-ı Kerbelâ’nın remzi olarak görülmüştür. 10 Muharrem günü Koca Mustafa Paşa Câmii’ndeki mevlid ve mersiye merâsimi bugün de devam ettirilmektedir. Meşrutiyet’e kadar Rumların dahi İstanbul’da başka hiçbir camiye göstermedikleri alâkayı bu camiye gösterdikleri, burayı mukaddes addettikleri söylenmektedir.

Sünbül Efendi Ehl-i beyt muhibbi oluşunun bir izhârı olarak kendisinin Seyyide Sultânların ayak uçlarına sırlanmasını vasiyet etmiştir. Molla Murad, bu hususu şiirinde şu şekilde dile getirir:

Bende-i Âl-i abâ olduğuna oldu delil

Bâşı ucunda yaturlar hânedân-ı duhterân

Bir delilim de budur aşr-i Muharrem’de anın

Câmi‘inde cem olub mâtem ederler âşıkān.

Her şeyden önemlisi bu türbe, Hz. Peygamber’e ve ailesine duyulan en üst derecedeki sevgi ve saygının menşei olarak Koca Mustafa Paşa semtine ve İstanbul’a vurulmuş bir mühürdür.

SÖZ KALPTEN GEÇER

Olumlu konuşmak ve mümkün olduğunca olumlu bakış açısı geliştirmek bizi iyi yönde motive eder. İçimizdeki karamsar duyguları bertaraf eder. Akşamdan her şeyimizi planlamak günü verimli ve bereketli geçirmemize neden olur. Hayatın akışında elbette aksilikler, beklenmedik, elimizde olmayan birçok şey gerçekleşebilir. Esasen her an yeniden bir şeyler oluyor etrafımızda. Kazalar, belalar zaten hep var. Ama biz mi bunları davet ediyoruz onlar bizi nasıl buluyorlar mesele burada. Kendimize söyleyeceğimiz bir söz dillendireceğiniz bir kelime bizim belayı veya kazayı veya başka negatif olayları çağırmanıza sebep olabilecektir. Çünkü söz hemen dilden çıkmaz önce kalpten geçer orada yer edinir sonra dilden dökülür sonra da eyleme dönüşür. Aptalca bir mutluluktan bahsetmiyorum. Sadece olan bitene kafa yorarken bu işten en az zararla nasıl atlatabilirim diye düşünmek yerine dövünmenin bir yardımı olmayacağını söylüyorum. Kalbimizin sağlıklı atması ve devamlı düzgün kan pompalaması için sağlıklı düşünmek ve kalbimize güzel sözler yazmak gerekir.

ARTI EKSİ

Artı

Amerika’daki Türklerin güç birliği

Bu ayın başında NewYork’un en işlek meydanı olan Times Meydanında malum örgütün “Stop Erdoğan” manşetiyle dijital panoya çıkmaları Türk Amerikan Ulusal Yönlendirme Komitesinin yoğun itirazları neticesinde önlendi. Akabinde 15 Temmuz’u anlatan gezici dijital kamyonlarla gerçekler anlatılmaya çalışıldı. ABD’deki Türk gücünün ve çabasının desteğini gördük ve takdir ediyoruz. Birlik olunca başarılmayacak bir şey yoktur.

Eksi

Metro istasyonlarının kirliliği

Hafta başı metroyu tercih ederek Bulgurlu’dan Üsküdar’a geçtim. Fakat Üsküdar istasyonunda iner inmez merdivenlerde köşelere savrulmuş avuç büyüklüğündeki toz kümeleri yerlere atılmış kullanılmış maske ve mendil parçalarının arasından geçmek motivasyonu düşürücü bir görüntü ve atmosfer oluşturuyordu. Doğruyu söylemek gerekirse bu pis ortamdan çok rahatsız oldum. Üstelik maske, mesafe ve temizlik kuralı ortadayken buna İstanbul Büyükşehir Belediyesinin dikkat etmesini beklerdim. Pazartesi günü mis gibi bir başlangıcı hak eden İstanbulluları istasyonun ana girişinde 18 Mart Şehitler Haftası Anıtı ile Çanakkale türkülerine eşlik eden bu anmaya yaraşır bir konu bütünlüğü olmalıydı. Yani temizlikle birlikte mis gibi kokular ve şehitler haftasına yaraşır sadece göstermelik olmayan bir karşılamadan bahsediyorum. Bu konunun dikkate alınarak tüm metro istasyonlarının gözden geçirilmesi ve gereğinin yapılmasını bekliyoruz.

KARİYER PLANLAMA DERSİ

Cumhurbaşkanlığı İK ofisi Başkanlığınca 14 haftalık içerikten oluşan kariyer planlama dersi üniversite 1. sınıfların ders müfredatlarına eklendi. Bu dersle öğrencilerin henüz fakültenin ilk yılında beceri ve yeteneklerine göre kariyer planlama yapmaları konusunda yardımcı olmayı öngörmektedir. Esasen bu çalışmanın ortaokulun birinci sınıfında öğrencilerin yetenek, beceri ve kapasitelerine göre yönlendirilmeleriyle doğal olarak yapılması gerekiyor. Ancak eğitim sistemimizdeki toptancı planlama nedeniyle üniversitenin birinci sınıfına gelen öğrenciye yardımcı olmak amaçlı iyi niyetle planlanmış bu çabanın bir yere kadar faydası olabileceğini düşünüyorum. Çünkü sıkıntılı kısım işveren tarafı. Maalesef işverenler yeni mezunlara fırsat vermiyorlar. En alt kademedeki eleman arayışında dahi en az 2 yıl deneyim aranmaktadır. Daha önce yetiştirilmek üzere diye aranan eleman ilanları neredeyse hiç yok. İşletmeler eğitimini tamamlamış öğrencileri işe alma konusunda çok ürkekler. Hâl böyle olunca gençler iş bulamıyor. Gençlerin kariyer planlaması yapmayı öğrenmelerinin yanı sıra daha çok işletmelerin onlara kucak açmalarına ve fırsat vermelerine ihtiyaçları var. Bu konuda da ilgili bakanlıklarımızın yeni mezun istihdamı üzerinden işverenleri yatırıma yönlendirecek politikalar geliştirmeleri gerekiyor.