Dünyanın önde gelen ülkelerinden Almanya, son federal seçimin ardından aylardır seçimi kaybeden bir hükümet tarafından yönetilmekte.
Alman sosyal demokrat partisi SPD ise sürekli erimekte. Her ne kadar seçim döneminde özellikle o tarihlerdeki başkanı ve şansölye adayı Martin Schulz’un Türkiye’ye yönelik olarak bazen AfD gibi ırkçı içeriklerle seçim propagandası yaparak oy avına çıkan bir partiyi bile geride bırakan talihsiz açıklamalarına çok kızmış ve de kendini bir “Türkiye dostu” olarak tanıtan Martin Schulz’un bu tavrına üzülmüş olsak da günümüzde SPD’nin içinde bulunduğu duruma sevinmiyor tam tersine üzülüyoruz.
Çünkü Almanya’nın CDU gibi bir merkez partisine ne kadar ihtiyacı var ise aynı oranda SPD’ye de ihtiyacı var. SPD’nin son yıllarda erimesi hem Almanya hem de Avrupa Birliği için de olumsuz bir gelişme. Gerhard Schröder’in SPD’nin başkanı ve Almanya’nın şansölyesi olduğu yıllarda hem Almanya hem de AB, vizyon sahibi sosyal demokrat politikacıların liderliğinde şanslı bir dönem yaşamışlardı. Hatta Almanya-Türkiye ilişkileri açısından da çok verimli bir dönem olmuştu.
O dönemin federal düzeydeki SPD-Yeşiller Koalisyon hükümeti, Gerhard Schröder ve Joschka Fischer öncülüğünde sadece Avrupa’da değil dünya genelinde çok itibar gören başarılı bir hükümet olmuştu. Gerektiğinde ABD’nin yanlış politikalarına karşı çıkarak Avrupa’nın çıkarlarını savunan ve Irak Savaşı’nda Fransa ile birlikte kara Avrupa’sının büyük bir kesiminin desteği ile Irak’taki savaşa karşı tavır bile alabilen bir Almanya’ydı Gerhard Schröder Almanya’sı.
AB’nin bir “Hristiyan ülkeler topluluğu” olmaması gerektiğinin bilincinde olan Alman sosyal demokrat partisi SPD, AB’nin çıkarlarının Türkiye’nin AB üyesi olmasını gerektirdiği gerçeğini sadece sözde değil pratikte de savunmaktaydı. Türkiye belki o yıllarda hiç bir zaman olmadığı kadar yakındı AB üyeliğine. Sosyal, demokrat ve güçlü bir Almanya’nın ancak güçlü ve Türkiye gibi bir ülkeyi de üye olarak kabul edecek bir Avrupa Birliği ile yani geleceğe umutla bakan bir Avrupa ile mümkün olduğunun bilincindeydiler.
Maalesef o yıllar geride kaldı.
Gerhard Schröder sonrası Almanya’da Angela Merkel’in koalisyon ortağı olarak yer aldıkları federal hükümetlerde SPD silik ve renksiz kaldı. SPD’nin yöneticileri ve bakanları başarılı bir profile sahip olan Şansölye Merkel’in gölgesinde kaldılar ve o gölgeden kurtulamadılar. CDU başkanı ve Almanya Şansölyesi Merkel’e karşı çıkardıkları şansölye adayları başarılı olamadı.
Ve bugün SPD’nin geldiği konum çok endişe verici. Son kamuoyu yoklamalarına göre SPD’nin oyu sadece yüzde 15,5! Daha da kötüsü AfD yüzde 16 oy oranı ile SPD’yi geçmiş durumda.
Avrupa Parlamentosu’nda başkan olduğu yıllarda adını duyuran ve ardından SPD’nin büyük umudu olarak şansölye adayı olarak son federal seçime katılan Martin Schulz’un bu gelinen vahim durumda elbette büyük payı var. Tüm seçim kampanyası boyunca maalesef en çok Türkiye karşıtı sözleri ile medyada adını duyurdu ve büyük hata yaptı. Çünkü Türkiye karşıtlığını aşırı sağcılar ve ırkçılar zaten ana propaganda malzemesi olarak kullanmaktaydılar. Seçmenler Martin Schulz’dan Almanya’nın sorunlarına yönelik açıklamalar beklerken o Türkiye’de teröre destek vermekten aranan ve Almanya’ya kaçmış firari sanık konumunda bir şahısla şov yapmaktaydı. Alman seçmenler açısından büyük bir hayal kırıklığı oldu. SPD “umut” olması gereken bir dönemde “Almanya’yı yönetemeyecek bir parti” olarak görülür oldu.
Hele seçim yenilgisinin yaşandığı seçim akşamı Martin Schulz’un “büyük koalisyona karşıyız”, “benimle büyük koalisyon olmayacak” ya da “Merkel’in şansölye olduğu bir hükümette bakan olmam” gibi çok büyük laflar ettikten sonra hem büyük koalisyonun oluşmasında aktif rol alması hem de dışişleri bakanı olmak istemesi en başta kendi partisinin tabanında büyük bir tepkiye yol açtı. SPD tabanı özellikle Martin Schulz’a karşı bir tepki olarak “büyük koalisyona karşı” tavır aldı. CDU ve CSU ile yürüttükleri koalisyon görüşmeleri sonucu içeriklerde anlaşan SPD’li yöneticiler ve partinin organları yeni büyük koalisyonu kabul etmiş olsalar da tabanın talebi doğrultusunda şimdi tüm üyelerin katıldığı bir parti için üye oylaması organize edildi ve 4 Mart 2018 tarihine kadar sürecek bir süreç başlatıldı. 4 Mart 2018 akşamı hep birlikte SPD’nin Almanya’nın yeni koalisyon hükümetine katılıp katılmadığını göreceğiz.
463 bin 723 SPD üyesi mektupla oy atarak Almanya’nın geleceğini belirleyecekler. 80 milyonluk Almanya’nın hatta AB’nin kaderini SPD üyeleri belirleyecek. Eğer sonuç olumlu olursa Almanya nihayet yeni bir hükümete sahip olacak ve hem Avrupa’da hem de dünya genelinde beklenen rolünü üstlenecek. Türkiye- Almanya ve Türkiye-AB ilişkileri açısından da Almanya’da yeni bir hükümetin sorumluluk üstlenmesi çok olumlu bir gelişme olacak.
Kısacası hepimiz SPD üyelerinin kararını merakla beklemekteyiz. Hatta SPD üyelerinin kararını olumsuz yönde etkilememek amacıyla Martin Schulz’un SPD başkanlığından istifası ve “bakan olmayacağı” açıklaması da oylamanın sonucu açısından bizi ümitlendirdi. Şimdi en azından bir kesim SPD üyeleri Martin Schulz’u “cezalandırmak” amacıyla “büyük koalisyona karşı oy vererek” yanlış bir sonuca neden olmayacaktır diye düşünüyoruz.
Ancak itiraf etmek gerekirse Almanya’yı kaygıyla izlemekteyiz. 463 bin 723 SPD üyesinin kararı bu açıdan hepimizi ilgilendiriyor. Dileğimiz Almanya’nın bir an önce “büyük koalisyonunun” onaylanıp ülkeyi yönetmeye başlaması. “İnşallah” diyoruz.