Türkiye'de son birkaç yılda yüksek öğretim kurumlarımızda, yani üniversitelerde çalışan ve gençlerimizin kültürel gelişmesine, meslek sahibi olmasına destek olan akademisyenlerin sorunlarında çok ciddi artışlar yaşanmaya başladı.
Bunda özellikle eğitimin özelleşmesi anlamına gelen vakıf üniversitelerinin, yani para ile eğitim veren üniversitelerin sayısının artması ve nitelik yerine niceliğin ön plana gelmesinin rolü çok büyük oldu. Ben şahsen devlet üniversitelerinde çalışan akademisyenlerin para karşılığı eğitim veren vakıf üniversitelerinden çok daha iyi şartlarda olduklarını düşünüyorum. Bunu bana düşündüren en önemli faktör vakıf üniversitelerinde yaşanan sorunlar her geçen gün çok ciddi bir boyuta ulaşıyor.
Akademisyenlerin Sorunlarına Genel Bakış
Geçtiğimiz günlerde Beyoğlu Akademide “Yükseköğretimde Akademisyenlerin Güncel Sorunları ve Çözümleri Çalıştayı” yapıldı. Değişik devlet ve vakıf üniversitelerinden pek çok hocamız gibi bende buraya konuşmacı olarak katıldım. Ben Türkiye’de vakıf üniversitelerinin (özel sermaye ile kurulan ve para karşılığı eğitim yapan) çalışanlarının, hocalarının ve akademisyenlerinin sorunlarını dile getirdim. Bu konuda yaklaşık on yıldır çok ciddi bir araştırma yapıyorum. Hem duyduklarımı hem gördüklerimi hem yaşadıklarımı, kısaca deneyimlediklerimi dile getirdiğim bu çalıştay sonucunda on iki maddelik bir öneri paketi çıktı. Bu paketi eğitim meraklıları ile paylaşmadan önce benim bu çalıştayda dile getirdiğim ve beni delirten, vakıf üniversitelerinde yaşanan sorunları kısaca özetlemek istiyorum. Biraz da tebessüm ettirecek bir grafikle hazırladığım vakıf üniversitelerin sorunlarını ağlanacak halimize gülercesine size aktarmak istiyorum.
Hangi Üniversite Hangi Ligde?
Bu iş tabii ki bir elin parmakları gibi bir iş, yani hepsi bir değil, vakıf üniversitelerinde de durum aynı, tümü aynı değil tabii ki. Ama eğitimin özelleşmesi ile ticarileşmesi birbirini tetikledi. Bu üniversiteler inanılmaz paralar talep ederken bunun karşılığında öğrencilere hak ettikleri eğitimi vermiyorlar. Hepsi mi kötü, hayır. Bunun aksini yapanlar da var. Mesela Sabancı Üniversitesi – Koç Üniversitesi – Bilkent Üniversitesi gibi üniversiteler Türkiye’nin paralı eğitimde en büyük gururları. Öğrencilerine sundukları olanaklar muazzam. Zaten dünya sıralamasına da girebilen az sayıda Türk vakıf üniversiteleri içinde yer alıyor. Buna ek olarak Bahçeşehir Üniversitesi - Yeditepe Üniversitesi gibi üniversiteler kendilerini farklı bir yere konumlandırdılar. İstanbul Aydın Üniversitesi, Işık Üniversitesi, Özyeğin Üniversitesi, Bilgi Üniversitesi gibi üniversiteler birinci ligde. Kadir Has Üniversitesi, Medipol Üniversitesi, İstinye Üniversitesi, Nişantaşı Üniversitesi gibi üniversiteler de birinci lige göz kırpıyor. Belki konumuz değil ama bir ekleme, uyarı ve bilgilendirme de yapmak istiyorum. İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi ders programına bir zamanlar Joytürk Akustik adında bir program adıyla anılan bir ders koydu. Ama bu program artık yayınlanmıyor. Yayınlanmadığı halde üniversitenin ders programında hala var. İşin komiği web sitesinde hala 2016 yılında yayınlanacak olan programları satılıyor. Bu fakültenin dekanı bu web sitesine hiç girmiyor mu? Olmayan bir programın dersinin pazarlanması bana biraz garip geldi. Neyse bunu bir başka gün üniversitelerin eksikleri konulu bir araştırmamda sizlere dile getiririm.
İletişim Fakülteleri Yerlerde Sürünüyor
Akademisyenlerin sırtına yüklenen ağır şartlar onların kalitesini de düşürüyor. Bugün Türk akademisyenlik makamı özellikle bazı alanlarda çok kötü durumda. Mesela medya, gazetecilik, iletişim alanında faaliyet gösteren iletişim fakülteleri yerlerde sürünüyor. Kimse kusura bakmasın 25 yıllık medya sektörü tecrübemle söylüyorum şu an Türkiye’de dünya standartlarında eğitim veren ve sektöre adam gibi adam hazırlayan bir tane bile iletişim fakültesi yok. Bu fakültelerin bölümlerinin yıllık maliyeti ise 30 ile 70 bin lira arasında değişiyor. Yani dört yıllık eğitim dönemi boyunca enflasyon payını da katarsak bir öğrenci medya eğitimi almak için en az 140–150 bin lira para ödüyor ve hiçbir şey öğrenmeden mezun oluyor. Sonrada medyada iş arıyor. Mesela bakıyorum, bazı üniversitelerde sinema televizyon bölümleri var. Bu bölümlerde gençlere çekim yaptırılıyor ama o fakültede toplasan üç ya da dört tane kamera ya var ya yok. Kamera başına nerdeyse elli-altmış öğrenci düşüyor. Bunu nasıl yapabiliyorlar, bilmiyorum.
Türkiye’de tıp eğitimi diğer branşlara göre kısmen daha iyi durumda. Bunun bence en önemli nedeni üniversitelerin küçükte olsa birer hastanelerinin olması. Ama iletişim fakültelerinde bu yok. Bir tıp fakültesi için hastane ne kadar önemliyse bir iletişim fakültesi içinde bir medya işletmesi o kadar önemli. Türkiye’de bir tek Beykent Üniversitesi uydudan da olsa bir televizyon kanalı kurabildi. Diğer vakıf üniversiteleri bu konuda çok geride kaldı. Devlet üniversitelerinin iletişim fakülteleri ise bu konuda daha şanslı çünkü onların aktif faaliyet gösteren bir radyoları, televizyonları ve haber ajansları var. Özellikle çoğu devlet üniversitesinin iletişim fakültelerine bağlı yayın yapan radyo ve televizyon kanalları karasal yayın da yapıyor. Mesela Radyo ÖDTÜ bunun en somut örneği. Akdeniz Üniversitesi İletişim fakültesi radyo ve televizyonu da bir diğer örnek. Bazı vakıf üniversiteleri ise üç beş kuruşluk internet radyoları kurarak “radyomuz var” diyorlar. Bunu öğrenciler yiyor belki ama ben bir sektör yöneticisi olarak yemiyorum.
Türkiye’nin En Verimli Eğitim Çalıştayından Akla Kalanlar
Prof.Dr.Şafak URAL, Doç.Dr. Süleyman DOĞAN, Doç.Dr.Özmen ÖZTÜRK, Dr. Öğr. Üy. Muhammed BAMYACI, Dr.Can CEYLAN, Dr. Öğr. Üy. Vahdet ÖZKOÇAK, Dr. Öğr. Üy. Göktan AY ve bendenizin de konuşmacı olarak katıldığımız “Yüksek Öğretimde Akademisyenlerin Güncel Sorunları ve Çözümleri Çalıştay”ında çok güzel ve anlamlı şeyler konuşuldu. Herkes kendi branşında yaşadığı sorunları dile getirdi. Ben cesurca yukarıda bir bölümüne değindiğim vakıf üniversitelerinin sorunlarını anlatmaya çalıştım. Çalıştay sonucunda ortaya on iki maddelik bir manifesto çıktı. Bu manifesto devlet büyüklerimiz ve Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a takdim edilecek. İşte çalıştayın manifestosu:
1."Üniversite" kavramının tarihsel geçmişine bakıldığında; üniversite ve akademisyenlikte "aidiyet" kavramı çok önem kazanmaktadır. Üniversitede; “kurumsallaşmaya” önem verilmesi, “liyakatın en önde” tutulması, “etik dışı davranışlara” fırsat verilmemesi gerekmektedir.
2. Ülkemizin en önemli konularından biri bilindiği gibi eğitim ve eğitimcilerdir. Çalıştay’da yükseköğretimde anayasal değişikliğe gerek kalmadan, eş ve sağlık durumu tayinleri, akademide kangren olmuş 50/d meselesi, kalktı denen ancak isim olarak değişen Dr. öğretim üyeliği, doçentlik sözlü sınavı, akademik askerlik, akademik dil sınavı, tüm akademik personelin yeşil pasaport hakkını alması, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesindeki Üniversitelerimizin Sorunları, Geliştirme Ödeneğinin Devamlı Hale Getirilmesi ve Bazı Kadrolara Yarım Geliştirme Ödeneği Verilmesi Durumunun Kaldırılması, Araştırma Desteklerinin Çeşitlendirilmesi ve Ödenek Miktarlarının Arttırılması konularında Kanun Teklifleriyle Yapılacak Çözüm Önerileri ve Norm Kadro Yönetmeliği ile ilgili çözüm önerileri sunulmuştur.
3.Tıp eğitimi; özen gerektiren, bire bir deneyim paylaşımını, usta-çırak ilişkisini gerektiren özel bir akademik faaliyeti zorunlu kılar. Bu özverili eğitimi veren tıp fakültesi akademisyenlerinin sorunları; intörnlük, kadro, doktor öğretim üyeliği, doçentlik ve doçentlik sınavı, üniversitelerde atanma kriterleri, denklik, tıp fakültelerinde eğitim sorunları ve kontenjan artışı, TUS, asistan eğitimi, uzmanlık ve sonrası, işsizlik, özel üniversitelerde akademisyenlik başlıkları altında incelenmiş ve çözüm yolları önerilmiştir.
4.Büyük umutlarla çıkarılan 7100 sayılı yasanın, bazı olumsuzluklar içerdiği ifade edilmiştir. Dr. Öğr. Üyesi ve Doçentler için çözüm olmayan bu yasanın revize edilmesi; eski yardımcı doçentlik yıllarına göre (8 yıl) Doç. ve (15 yıl) Prof. olması, denkliklerin tanınması, doçentlik sözlü sınavındaki Devlet-Vakıf Ün. farklı uygulanmalarının kaldırılmasının uygun olacağı belirtilmiştir. Bu konuya ben özellikle fecii taktım. Bugün Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a maalesef yanlış bir bilgilendirme yapılarak özellikle akademisyenliğin en büyük basamağı olan doçentlik makamı 7100 no.lu yasa ile itibarsızlaştırılmıştır. Ben bunu yakın gelecekte düzeltileceğine inanıyorum.
5.Üniversiteler, -günümüzde- düşük seviyede çalışmaktadır. Akademisyenlerin sorunlarının çözümünde, rektörler çok etkili değildir. YÖK, kadro yetkisini üniversitelere devretmiştir. YÖK; akademisyenlerin meselesini çözmede “en bağımsız kurum” gibi görünmektedir. Ancak, Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi içinde “siyaset iradesinin” daha güçlü görünmesi nedeniyle; akademisyenlerin sorununu “siyasi iradenin çözeceği” düşünülmektedir.
6.Türkiye'deki üniversiteler YÖK'e bağlı olmalarına ve her türlü denetimleri YÖK tarafından yapılmasına rağmen, devlet ve vakıf üniversitelerinde görev yapan öğretim elemanlarının “özlük haklarında adaletsizlik” vardır. YÖK; “akademisyenlere ağır işçi muamelesi yaptığı” vakıf üniversitelerine; personel ve İnsan Kaynakları Politikalarında bir uluslararası standart getirerek, akademisyenlerin “çalıştırılma statülerinin iyileştirilmesi” ne yardımcı olmalıdır. “Yeşil pasaport ve yurt dışı araştırmaları için ücretli ve ücretsiz izin uygulamaları” gibi farklılıkların düzeltilmesi, “devlet ve vakıf üniversiteleri” arasındaki akademik kadro farklılıkların giderilmesi” yönünde önemli bir adım olacaktır.
7.YÖK, ÜAK v.b. kurumlarda Dr.Öğretim Üyeleri temsil edilmemekte, ama onlar hakkında kararlar alınmaktadır. Bu yanlıştır. Söylemlerde “milliyetçilik” vurgusu yapılmakta, ama “yabancı dil barajı” nedeniyle Dr.Öğr. Üyeleri ve Doçentler mağdur edilmektedir. Bu durumun giderilmesi ve sistemin yeniden revize edilmesi uygun olacaktır.
8.Kanunlarla garantiye alınmış haklar vardır; “Oyun oynanırken kural değiştirilemez.” 2016 yılından sonra YÖK tarafından, daha önce tanınan eğitimlerin denklik işlemleri iptal edilince, birçok akademisyen mağdur olmuştur. Bulgaristan, Macaristan, Yunanistan, Türk Cumhuriyetleri, Rusya v.b. ülkelerden mezun mağdurlara, makul bir çözüm bulunulması gerektiği düşünülmektedir.
9.Ülkemizde, “akademik ilerlemede” sorunlar giderileceğine, sürekli değiştirilip ağırlaştırılmaktadır. Oysa, 2017 öncesi Dr. akademisyenler için geçiş süresi öngörülebilirdi. Özetle; “üretim için”; akademisyenlerin “özlük hakları” dahil, “akademik yükselmeleri de” otomatik olmalı ve “akademisyen bilim/sanata yönelmelidir.” İlk 500 üniversite içine girmenin, ancak bu şekilde mümkün olabileceği vurgulanmıştır.
10.Akademik teşvik yönetmeliği 2018 yılı ortasında değiştirilmiş, Ocak 2019’dan sonra uygulanacağına, 2018’e uygulanmış ve yapılan birçok çalışma puan dışı bırakılmıştır. Çağdaş eğitim materyalleri ile desteklenmiş, ders kitapları puanlamaya dahil edilmemiştir. Bu konuda da sürekli kural değiştirilmesinin, akademisyenleri şaşkına çevirdiği zikredilmiştir.
11.Dr.Öğretim Üyesi dışındaki öğretim üyeleri, emekli olsalar da makam tazminatı alamamaktadır. Dr.Öğr. Üyelerinin ayrı tutulması doğru görülmemekte, bu durumun yeniden düzenlenmesi, arzu edilmektedir.
12-Türkiye’nin; temel hak ve özgürlüklerin içselleştirildiği, doğrudan demokrasinin ve sosyal adalet anlayışının yerleştiği, STK’ların ve sendikaların ürettiği fikir ve politikaların dikkate alındığı, ücretlerde hak ve adaletin sağlandığı, fikir ve ifade serbestliğinin var olduğu, bilim/sanat insanına ve bilimsel/sanatsal çalışmalara gerektiği değeri veren ve verdiği değere paralel bir şekilde politikalarını bu çalışmalar doğrultusunda belirleyen bir ülke olması en büyük isteğimizdir.
Devlet Müdahalesinde Özelleştirme Olmalı
Bu tarz çalışmaların sayısının artmasını diliyorum. Bu konuda sayfalarca şey yazılabilir. Ama ben özetle kendi adıma şöyle bir ‘nokta’ koymak istiyorum
- YÖK’ün yetkileri ve görevleri daha da genişletilsin. Meydan üniversitelere bırakılmasın. Meydanı mütevelli heyetleri ve egolu rektörlerin at koşturduğu bir yer değil eğitim yeri.
- YÖK devlet üniversitelerini içinde bulunduğu rehavetten çıkmasını sağlayacak yaptırımlar uygulamaları ve üniversiteleri bilim üretmeye teşvik etmesi gerekiyor.
- YÖK vakıf üniversitelerinin bir bakkal dükkânı gibi, ticari faaliyetlerde bulunmasının önünü kesecek çalışmalar ve yaptırımlar uygulamalı. Üniversitelerin laboratuvar ve uygulama alanlarında ki yatırımlarını denetlemeli ve kriterler belirlemelidir. Mesela stüdyosu olmayan okul medya alanında bölümler açamasın.
- YÖK 30 ile 60 bin lira yıllık eğitim ücreti alan vakıf üniversitelerinde çalışanlara ve özellikle akademisyenlerine bir “asgari maddi standart” belirlemeli ve bu standardı uygulamayan üniversitelerin lisansını iptal etmeli. Yani akademisyenlerin alacağı minimum parayı YÖK belirlemeli üstüne üniversitesi mütevelli heyeti ve akademisyenin kalitesi koymalı.
Bunlar belki de çoğu kişinin kızacağı sert uygulamalar. Ben buna özetle “devlet müdahalesi” demek istiyorum. Devlet yüksek öğretimi özelleştirdi, tamam, ama buna çok ama çok sıkı bir biçimde müdahale etmeli.
Etmeli ki hem dünya çapında üniversitelerimiz hem nitelikli akademisyenlerimiz hem de kaliteli mezunlarımız olsun. Yoksa bu iş sakata gider. Eğer bu yüksek öğretim pazarı- pazar diyorum kimse kusura bakmasın çünkü bu iş artık bir pazara dönüştü- böyle giderse 2023 vizyonuna yakışan bir yüksek öğretim sisteminden çok kaotik ve niteliksiz bir yüksek öğretim sistemimiz olur ki bu ülkemiz adına çok ciddi bir kayıp olur.