Trabzon'da, Kuzey Iraklı bir grup Kürt turistin, ellerindeki Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin bayrağının PKK bayrağı zannedilerek saldırıya uğraması, ardından saldırıya uğrayan grubun gözaltına alınarak sınır dışı edilmeleri, "Kürt", "Kürdistan", "PKK" konularında toplumda büyük bir kafa karışıklığı olduğunu gösterdi.
Bu kafa karışıklığının böyle vahim bir olayla ortaya çıkması, benzer hadiselerin yaşanmaması için bu konuda acilen bir şeylerin yapılmasını zorunlu kılıyor.
Üstelik bu konulardaki kafa karışıklığı salt sıradan vatandaşlarla ilgili değil.
Siyasette, medyada, bilim ve akademi dünyasında da benzer bir durum söz konusu.
“Kürt” ve “Kürdistan” kavramları giderek daha fazla PKK ile birlikte anılmaya başlıyor ki, bu ülkenin birlik ve beraberliği açısından ciddi şekilde risk oluşturabilecek bir durum. PKK’nın da en çok istediği bu zaten.
O nedenle hükümetin ivedi olarak bu dört yıllık seçimsiz dönemde hayata geçirmek üzere toplumun tüm kesimleri tarafından kabul gören bir “Kürt yaklaşımı” ortaya koymasının zorunda olduğunu düşünüyorum.
Trabzon’daki bu olayı “acil bir Kürt politikası belirlenmeli” ekseninde ele almamın nedeni salt bu olayla ilgili değil.
Yakından tanıdığım ve çok değer verdiğim bir akademisyenimizin Independent Türkçe’deki yazısında “Türkiye’nin Suriye konusunda PYD ile ilgili endişelerini”, “Türkiye’nin Suriye’deki Kürtlerle ilgili sorunları olarak nitelendirmesi”, bu olayı bu eksende ele almaya yöneltti beni.
Malum zaten bir yandan Kuzey Irak’ta PKK’ya yönelik Pençe Harekâtı devam ediyor öte yandan PKK’nın denetiminde bulunan Rojava diye anılan Fırat’ın doğusuna yönelik operasyon hazırlıkları sürüyor.
Aynı konularda temaslarda bulunmak üzere ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey de Ankara’da.
Yine Kuzey Irak’taki Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin başkenti Erbil’de Türk konsolosluk yetkililerine yönelik saldırının faillerinin yakalanması dış politikada “Kürt” eksenli konuları önemli sıcak gündemler olarak önümüze getiriyor.
Yerel seçimlerden sonra gündemden düşmeye başlayan HDP’nin, hem Erbil’deki saldırının failinin milletvekillerinden birisinin kardeşi çıkması vesilesiyle, hem de Diyarbakır’da düzenledikleri mitingle yeniden gündeme gelmesi, iç politikada da “Kürt” eksenli tartışmaları ısıtıyor.
Bu yazıda acilen belirlenmesi gerektiğini dile getirdiğim Kürt politikalarının neler olup olmamasına dair görüşlerimi yazmak için yeterli yerim yok ancak birkaç konunun altını çizmek istiyorum.
Öncelikle Türkiye’nin Kürtlerle ve Kürdistan kavramıyla bir sorunu yok, olmamalıdır. Ve bu durum çok belirgin, çok yalın bir şekilde hem Kürtlere hem tüm Türkiye’ye hem de uluslararası topluma anlatılmalı, toplum bu konuda ikna edilmelidir.
Türkiye’nin sadece kendi içindeki değil, Irak, Suriye ve İran’da yaşayan Kürtlerle de bir sorunu yok, olmamalıdır. Bu da aynı şekilde anlatılmalı ve bu konuda da toplum ikna edilmelidir.
Yine şu bilinmelidir ki, üye ve yöneticilerinin büyük kısmı Kürt olmasına karşın PKK bir Kürt hareketi falan olmadığı gibi PKK’nın Kürtlerin haklarıyla vs herhangi bir ilgisi falan da yoktur.
Ayrıca PKK, “Kürdistani” bir hareket de değildir.
Kuzey Irak’ta Kürdistan Bölgesel Yönetimi referandum kararı aldığında ilk karşı çıkan PKK olmuştur. Kürdistan Bölgesi’nin gelişiminin önündeki en büyük engel de yine PKK’dır.
PKK, birinci düşman olarak Türkiye’yi görüyorsa da ikinci düşmanı Kürdistan Bölgesel Yönetimi’dir.
Türkiye’ye karşı terör eylemleriyle açık savaş halinde olan PKK, kuruluşundan bu yana Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne karşı da gizli bir ideolojik savaş halindedir.
PKK’nın tek istediği, bir yerleri ele geçirmek orayı yönetmek ya da bir yerlerin yönetimine ortak olmaktır. Bunun neresi olmasının kendileri açısından bir önemi yoktur.
Bugün sorun PKK’ya deyin ki “Türkiye ve diğer yerlerdeki Kürtler için ne istiyorsunuz? Kürtlerle ilgili ne istiyorsanız tümü yerine getirilecek siz de silah bırakın ve kendinizi lağvedin” deyin.
Bunu asla kabul etmezler etmeyecekler.
Yerimiz bu kadar, bu konuları yazmaya devam edeceğiz…