Geçtiğimiz hafta yaşanan bir dizi gelişme Türkiye'nin ABD ve Avrupa Birliği ile ilişkilerinde yeni bir sürecin başlayabileceğine işaret ediyor.
Geçtiğimiz hafta yaşanan bir dizi gelişme Türkiye’nin ABD ve Avrupa Birliği ile ilişkilerinde yeni bir sürecin başlayabileceğine işaret ediyor.
Bu durum birçok kişi tarafından “normalleşme” olarak değerlendirilse de bu “normalleşme” nin Türkiye ile AB arasında üyelik süreci ekseninde bir yumuşama ve/veya Ankara-Washington ilişkilerinde müttefiklik yaklaşımı ekseninde bir düzelmeye tekabül etmediğini söylemek lazım.
Öncelikle “normalleşme” olarak nitelendirilen gelişmelere bakmakta yarar var.
Bu değerlendirmeyi yaptıran en önemli gelişme, 25-26 Mart’taki AB liderler zirvesinden Türkiye karşıtı bazı kesimlerin beklentilerinin aksine Türkiye’ye karşı herhangi bir yaptırım kararının çıkmamış olması.
Gerçi zaten zirve öncesi yaşanan gelişmeler ve kimi açıklamalar yaptırım beklentilerinin boşa çıkacağını gösteriyordu ancak zirve sonrasında yapılan açıklamada Türkiye ile iş birliğinin öneminin güçlü şekilde vurgulanması bu “normalleşme” değerlendirmelerinin en güçlü unsuru olarak öne çıkıyor.
Zirve sonrası demokrasi ve insan hakları ile ilgili kimi konularda Türkiye’ye yönelik yapılan kimi eleştiriler ve de yaptırım konusunun tümden masadan kaldırılmadığı ve Haziran ayındaki liderler zirvesinde bu konunun yeniden değerlendirileceği yönündeki açıklamalar da her ne kadar “havuç-sopa” politikasının “sopa” unsuru olarak değerlendirilse de, bunun AB ve üye ülkelerdeki Türkiye karşıtı aşırı sol ve milliyetçi kesimlerin “ağzına birer parmak bal sürülmesi” olarak nitelendirilmesinin daha doğru olacağı kanaatindeyim.
Gerçek durum şu ki AB ve üye ülkeler Türkiye ile ilişkileri germenin kendilerine büyük zarar vereceği tespitinden hareketle bu kararları aldı.
AB ve üye ülkelerle Türkiye arasında “normalleşme” değerlendirmeleri sadece zirvede alınan kararlarla ilgili değil.
Özellikle terör örgütü PKK’nın Avrupa’da en geniş tabana sahip olduğu iki ülke olan Almanya ve Fransa’da bu örgütle ilgili yaşanan gelişmeler de bu yöndeki değerlendirmeleri güçlendiren unsurlar.
Her iki ülkede son dönemde PKK’ya bağlı çok sayıda dernek ve vakfa baskınlar yapılarak çok sayıda örgüt üyesi gözaltına alındı, bunlardan bazıları tutuklandı.
Öyle ki özellikle Fransa’daki gelişmeler terör örgütünde büyük bir hayal kırıklığı yaratmış durumda.
Bugüne kadar her fırsatta, her alanda kendilerine kol kanat geren Paris’in bu yaklaşımını anlamlandırmakta zorlanıyorlar.
Bunun tek anlamı var.
Bugüne kadar Türkiye ile ilişkilerde onları kullanmaya çalışıyorlardı.
Belki önümüzdeki dönem yine kullanmaya çalışacaklar ancak diğer başkentlerde olduğu gibi Paris için şu anda Türkiye ile ilişkileri bozmak çıkarlarına uygun değil.
Gelelim ABD ile “normalleşme” gelişmelerine.
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın ABD Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan ile, sonrasında Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun ABD’li mevkidaşı Antony Blinken ile önce telefon ile sonra yüz yüze yaptığı görüşmeler ve bu görüşmeler sonrasında yapılan “Türkiye bizim için önemli” şeklindeki açıklamalar, ardından ABD Başkanı Joe Biden’ın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı iklim zirvesine davet etmesi ve son olarak ABD medyasında Biden’ın önümüzdeki günlerde Erdoğan’ı arayıp telefon ile görüşeceği yönündeki haberler “normalleşme” adımları olarak görülüyor.
Tabi, Biden’ın AB liderler zirvesi öncesi, Türkiye’ye yönelik yaptırım kararı alınmaması yönündeki tavsiyesi de “normalleşme”nin önemli unsurları arasında değerlendiriliyor.
Kanımca Biden, AB liderlerinin bu yöndeki eğilimini gördüğü için onlar üzerinde nüfuzu varmış havası yaratmak için bu yönde bir tavsiyede bulunmuş oldu ama böyle de olsa Washington’un bu yaklaşımını olumlu değerlendirmek gerek.
Bu konuda ABD’nin, “Türkiye önemli” açıklamalarına çok kanmamak gerek.
Türkiye zaten önemli, kuşkusuz ABD için de önemli.
Mesele ABD’nin Türkiye’nin öneminin farkında olup olmaması değil, demokratik yollardan seçilmiş hükümet veya hükümetlere saygı gösterip göstermeyeceği, Türkiye’nin iç işlerine karışmaktan vazgeçip geçmeyeceği meselesidir.
Biden yönetimi, böyle gayri meşru yollara başvurmayacağına dair herhangi bir söz vermiyor.
Bunu deneyeceklerine kuşku da yok.
Başarılı olabileceklerini öngördüklerinde yükleneceklerine de...
Ancak mevcut durum bu amaçlarına ulaşma ihtimallerinin zayıf olduğunu gösteriyor.
O nedenle Biden yönetiminden gerilimi düşüren adımlar ve açıklamalar geliyor.
Kuşkusuz Türkiye, hem AB’den hem ABD’den gelen bu adımları görüp bunlara aynı şekilde olumlu adımlarla karşılık verdiği gibi bu adımların ardındaki niyetleri de biliyor.
Onlar için mesele çıkarlar ise Türkiye için de öyle…
Bu anlamda ilişkilerin “normalleşmesi”nin tüm tarafların çıkarına olduğunu söylemek gerek.
Pandemi sürecinde kimi ülkelerin birbirlerinin maskelerini çalmaya yeltendiği günümüz dünyasında, devletler arası ilişkilerin ne AB ve üyesi ülkeler nezdinde ne de Biden’ın aksi yöndeki söylemlerine rağmen ABD nezdinde değerler üzerinden yürümeyeceği, tek ve en önemli kıstasın çıkarlar olacağı artık saklanamaz bir gerçek olarak ortada.
Türkiye’deki muhalefetin de bunu görüp PKK gibi kendilerini kullandırtma yerine, ülke çıkarları ve menfaatleri doğrultusunda politikalar üretmeye çalışmalarının önemli olduğunu düşünüyorum.