İnsan yapısı her şey gibi, demokrasinin de birçok eksiği var, ama bu, ondan vazgeçmemiz gerektiği anlamına gelmez.
Demokrasi kavramı ve uygulamaları, doğum yeri olan Eski Yunan’dan günümüze büyük değişimler geçirdi. Sâdece atlı ve özgür erkeklerin demokratik haklara sâhip olduğu Eski Yunan’dan, “dağdaki çoban ile profesörün oyu bir olur mu?” tartışmasına evrilen demokrasi kavramı, 21. yüzyılda da bir hayli değişime uğrayacak gibi gözüküyor.
Kime sorarsanız, demokrasinin vazgeçilmez bir kazanım olduğunu söylüyor. Ama bu kazanımın içeriği, önü-arkası, geçmişi-geleceği, karşısındaki riskler ve tehditler pek düşünülmüyor.
Demokrasi tek başına olmaz
Mimârinin yatay mı, dikey mi olması gerektiğini tartıştığımız günlerde çoğunluk yataylıktan yanadır. Keşke aynı fikir birliği, demokrasi kavramı için de sağlanabilse. Demokrasi, gökyüzüne tek başına yükselen bir gökdelenin yalnızlığı gibi, tek başına hiçbir şey ifâde etmez. Onun yanında yatay şekilde yer alan başka kavramlar da gerekir. Mesela, sorumluluk, diğergamlık, adâlet, hukuk, çevre bilimci, estetik, ahlâk, uzun vâdeli düşünme, bencil olmama, ekonomik refah, entelektüellik ve daha birçok kavram olmadığı sürece, demokrasi, kaba inşaatı bitmiş bina gibi olur. Demokrasi, bu kavramlarla birlikte ve onların yatay varlığının desteğiyle anlamlı ve verimli olur.
Demokrasi tartışmaları
Ben şahsen, demokrasinin günümüz insanının kendini yönetmek için bulduğu ve geliştiği şimdilik en uygun zemin olduğunu düşünüyorum. İnsan yapısı her şey gibi, demokrasinin de birçok eksiği var, ama bu, ondan vazgeçmemiz gerektiği anlamına gelmez. İlber Ortaylı bir programda “demokrasi, olmamışlık sistemidir” demişti. Yâni her şeyin yerli yerine oturduğu, her şeyin yolunda gittiği yerlerde demokrasiye gerek yoktur. Tıpkı toplumsal değerlerin çalıştığı yerde adâlet sistemine gerek olmadığı gibi. Ama artık, gün içince defâlarca değişen gündem gibi, toplumunda olgunlaşıp oturaklı hâle gelmesini de bekleyemeyiz. Bu sebeple başta akademik çevreler olmak üzere, geleceğe dâir sorun ve çözüm yolları aranmaktadır.
Bu arayışlardan birine, Beykent Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi ev sahipliği yaptı. Prof.Dr. Akile Gürsoy başkanlığındaki bir kurul tarafından 25 Temmuz 2019 günü düzenlenen “Toplum ve Demokrasi” başlıklı sempozyumda, demokrasi kavramı farklı açılardan ele alındı. Katılımcılar arasında bulunan Dr. Sinan Genim’in “Kent kültürü ve demokrasi” başlıklı konuşması, güncel örneklerin kullanıldığı bir sunum olduğu için oldukça dikkatimi çekti.
Sinan Genim, hem bir kent plânlama uzmanı, hem de bir siyâsetçi olarak, demokrasinin gelişme yerinin şehirler olduğunu vurguladı. Kendisinin büyüğü evin yaklaşık otuz odasının ve iki büyük bahçesinin olduğunu ve bu evde herkesin kendine has bir mekânı olduğunun altını çizdi. Sinan Genim’in bu tespitinden yola çıkarak, kendi kendime artık hemen herkesin doğup büyüdüğü ve yaşadığı 3+1 evlerde demokrasi kültürünün özümsenmesinin mümkün olup olmadığı sorusunu sormadan edemedim.
Çocuk gelişimcilerin özellikle üzerinde durdukları “kendine âit bir oda”, sâdece çocuklar için değil, herkes için gerekli. Üst ve alt katta yaşayanlarla paylaştığımız ana giriş kapıları ve asansörler, “özel alan” kavramını ne kadar destekliyor? Kalabalıklaşan şehirlerdeki talep sebebiyle artan arsa fiyatları yüzünden, çoğunluğun mecbur olduğu apartmanlar, “özel alan” ve “kişisel sınırlar” anlayışını ne kadar destekleyebilir? Apartman kültüründe, “Başkasının özgürlüğünün başladığı yerde benim özgürlüğüm biter” yerine “Benim özgürlüğümün başladığı yerde başkasının özgürlüğü biter” anlayışı hâkim olmaktadır. Demokrasi için gerekli olan “diğeri” ve “çoğulculuk” kavramları, “bencillik” ve “çoğunlukçuluk” kavramlarına karşı ne kadar dayanabilir?
Demokrasi ve devletçilik
Sinan Genim, ayrıca demokrasinin devletin imkânlarının kişiler tarafından sınırsızca kullanıldığı bir sistem olmadığına dikkat çekti. Her şeyin veya çoğu şeyin “bedava” ve “devlet tarafından” sağlandığı bir toplumsal düzende hem her şeyi devletten bekleyip hem de “kişisel hak ve özgürlük” iddia etmek, gerçekleşmesi ne kadar mümkün bir talep olabilir?
Beşiktaş ilçe belediyesinde yirmi yıl meclis üyeliği yaptığını belirten Sinan Genim, bu süre içinde kendisine gelen taleplerin bir tânesinin bile kamusal olmadığını, istisnâsız bütün taleplerin kişisel olduğunu belirtti. Bu, maalesef Beşiktaş ilçesi özelindeki bir durum değildir. Demokrasi, toplumsal bir düzen iken, kişiler toplumsal refâhın getireceği daha uzun süreli refah ve huzûru değil, kısa vâdeli ve geçici kişisel menfaatlerini tercih etmektedir. Demokrasi, beklentiler ve talepler kişisel değil, toplumsal olduğunda mümkün olan hassas ve nâzik bir sistemdir.
Sempozyumun aynı oturumunda oturumu yöneten Beykent Üniversitesi rektörü Prof.Dr. Murat Ferman’ın yorumları da Sinan Genim’i destekler nitelikteydi. Murat Ferman, demokrasinin “kifâyetsiz muhterisler” ile aynı yerde var olamayacağı belirterek, toplumun demokrasi seviyesinin bireylerin, kişisel sorumluluk seviyeleri ile belli olacağının ve bunun uzun zamanda gelişip ama kısa zamanda bozulacağının altını çizdi.
Bireylerin sorumluluk almak yerine, her şeyi başta devlet olmak üzere başkalarından beklemeleri, o toplumda temel hak ve özgürlüklerin belli gruplar tarafından sömürülmesini sonucunu da doğurmaktadır.
Kimin oyu ne kadar?
Demokrasi deyince, seçimleri ve oy kullanma hakkını göz ardı edemeyiz. Kamuoyunda “çobanın oyu” ifâdesiyle özetlenen, oy kullanma hakkının eğitim seviyesine göre derecelendirdiği ülkeler bulunmaktadır. Şu anda vazgeçilmiş olsa da Belçika’da lise mezunu olmayanlara oy hakkı verilmezken, üniversite mezunlarına iki oy, yüksek lisans mezunları üç oy, doktora mezunlarına dört oy hakkı verildiği dönemler yaşanmıştır. Japonya’da benzer uygulamalar konusunda tartışmalar sürmektedir. Parlamenter demokrasi, monarşik demokrasi, temsilî demokrasi gibi birçok demokratik sistemin olduğu günümüzde, konu dönüp dolaşıp demokrasi ile toplumun refah seviyesi arasındaki paralelliğe gelmektedir.
İnsanların hayatlarının çoğunu geçirdikleri evlerin mimârisi, demokrasi kültürünün özümsenmesinde başat rol oynamaktadır. Bu da eğitimin içeriğini de daha kaliteli hâle getiren ekonomik seviyenin nesiller arasında süreklilik kazanmasıyla mümkündür.