Geçen hafta içinde NATO Savunma Bakanları toplantısı yapıldı.

Geçen hafta içinde NATO Savunma Bakanları toplantısı yapıldı. Haziran ayında yapılan Liderler Zirvesi’nde kabul edilen NATO-2030 Stratejisi’nin uygulanması yolunda ilk toplantı olması açısından önem taşıyordu. Medyada yer alan haberlere göre tehdit olarak belirlenmiş unsurlara karşı tedbirlerin hayata geçirilmeye başlandığını öğreniyoruz. Her NATO stratejisi değiştiğinde yeni planlar, yeni kuvvet yapılanmaları, yeni silahlar vb. NATO ülkelerinin önlerine konulur ve bugüne kadar birkaç farklı ses dışında bu toplantılarda kararların oy birliği ile alındığına şahit oluruz. Zaten oy birliği dışında da bu kurumun karar alması söz konusu değil. ABD’nin vekil örgütü olarak düşündüğümüzde de bu şekilde karar almasını normal karşılama gerekir. ABD’ye rağmen farklı karar alınmasının mümkün olmadığı bir organizasyondan söz ediyoruz.

NATO’NUN GERÇEK ÖLÜMÜ

Avustralya ile denizaltı tedariki konusunda görüşmeleri süren ve imza aşamasına gelen bir süreci baltalayarak Fransa gibi önemli bir müttefikini hiç kendisi ile temas kurmadan, devre dışı bırakarak Avustralya’ya Nükleer Denizaltı satma karar alması ve yine hiçbir NATO müttefikine danışmadan sadece İngiltere’yi yanına alarak AUKUS adı verilen Avustralya’ya silah satmak ve bu ülkeyi Çin’e karşı adeta bir yem olarak kullandığı yeni ittifak süreci oluşturması, NATO’nun beyin ölümü ötesinde artık gerçek ölümünün gerçekleştiğini göstermektedir.

Soğuk savaş döneminde Varşova Paktını kurarak Avrupa’yı kuşatan SSCB’nin hemen burnunun dibinde gerçekleşen Macaristan, Çekoslavakya işgal ve katliamlarına seyirci kalan, tarih boyunca kendi aralarında savaşmaktan bıkmayan, tarih boyunca sürekli işgal eden veya işgale uğrayan Batı’nın sözde çağdaş devletlerinin 2’nci Dünya Savaşı sonrası uğradıkları yıkımdan kurtulabilmenin çaresizliği içinde evet demiş oldukları bir kuruluştur NATO.

ABD, NATO sayesinde SSCB’ni Avrupa’ya bağlayarak dünyanın geri kalan bölgelerinde hegemonyasını daha kolay perçinleme imkanına ulaşmıştır. Nükleer silah üzerinde yürütülen dengeleme politikasında SSCB’nin hedefinin Avrupa olacağını öngören ABD, birkaç gerginlik dışında soğuk savaş döneminde bu rahatlık içinde hareket etmiştir. Olası bir savaşın kendi topraklarına taşınmayacağını ve daha önce olduğu gibi Avrupa’nın ağırlıklı olarak savaş alanı olacağını değerlendiren ABD, sürekli olarak SSCB’ni kışkırtarak ve tehdit ederek batı ülkelerini kontrolü altında tutmayı başarabilmiştir.

ABD EGEMENLİĞİ GÜÇLENECEK

NATO-2030 Belgesi’nin, ABD egemenliğini daha da güçlendirecek ve Avrupalılar için stratejik özerklik önerilerini de buna tabi kılacak şekilde şekillendiği görülmektedir. Yani ABD, kendi stratejileri doğrultusunda NATO’yu kullanmaya devam etmeyi planlamış ve bu kararını da NATO üyelerine onaylatmış durumdadır. Savunma Bakanları toplantısının yürütülme ve alınan kararların medyaya yansıma şekli bunu doğrular niteliktedir.

Bu toplantı öncesi NATO-Rusya ilişkilerini soğuk savaştan bile kötü hale yöneltecek adımların atılmaya başlandığını gördük. Bu adımlar, İttifakın Rusya'ya yönelik "caydırıcılık ve savunma" ile "diyalog" içeren ikili yaklaşımından diyaloğu tamamen çıkararak caydırıcılık ve savunmaya yönelik olarak atılmaktadır. Avrupa ülkeleri’nin, ABD’ye azalmakta olan bağlılıklarını arttırmaya yönelik adımlar kapsamında, ABD, 2’nci soğuk savaş dönemini fiilen başlatılmış durumdadır.

2019 yılından bu yana toplanmayan NATO-Rusya Konseyi kapsamında NATO'da görevli 8 Rus görevlinin akreditasyonlarının NATO tarafından iptali ve bu iptale Rusya'nın Moskova'daki NATO ofislerini kapatma kararı ile karşılık vermesi, NATO Savunma Bakanları toplantısına katılmadan önce Karadeniz turuna çıkan ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin’in, Kiev'de Rusya'ya rağmen Ukrayna'nın NATO üyeliğine destek açıklaması, Romanya'da da 'Rusya'ya karşı askeri işbirliğinin güçlendirilmesi' çağrısı yapması vb. adımlar niçin Rusya sorusunun cevabının içini doldurmaya yönelik adımlar olduğu aşıkardır. Bu adımlara, Avrupa Parlamentosu’nun insan hakları alanında her yıl verdiği Sakharov Ödülü'nün Rus muhalif Aleksey Navalnıy'a verilmesini de eklemek gerekiyor.

ABD’NİN MÜCADELE EDECEK GÜCÜ YOK

ABD, aynı anda iki güç ile mücadele etmesinin (Almanya ve Japonya) sıkıntılarını yaşadığı 2’nci Dünya Savaşı’ndan aldığı ders ile Çin ve Rusya ile aynı anda mücadele etmek istemiyor gibi görünse de mücadele edecek gücü yok ve eriyor. Yanına müttefikler arıyor. Maliyeti azaltmaya çabalıyor. Baltık ve Karadeniz, Rus hipersonik füzeleri robotlar, yapay zeka, siber saldırılar diyerek NATO ve dolayısı ile AB ülkelerini kenetlendirmeye çalışıyor ki kendisi Çin’e angaje olabilsin. Bu düşünceyi iyi değerlendiren AB ülkelerinin de Stratejik Pusula kapsamında güç oluşturma konusunu ilk kez NATO kapsamında kabul ettirmesi ve toplantının 2’nci gününün NATO-AB ilişkilerine ayrılmış olması AB-ABD güç mücadelesinde ABD’nin taviz vermeye başladığının göstergesi olarak okumak gerekir.

Afganistan’dan tam bir başarısızlıkla ayrılan NATO, Rusya’ya karşı genel bir planı kabul etmiş görünüyor. Bölgesel planlar 2022 yılı sonuna kadar hazırlanacak, bu planlara uygun kuvvet yapıları oluşturulacak, uygun silah sistemleri geliştirilecek ve bu arada tehdit olarak liste başına alınan Rusya yerinde sayacak. Akla hiç uygun gelmiyor. Rusya, Baltık ve Arktik bölgesinde kapatılamayacak bir üstünlüğe sahip. ABD’nin amacı, NATO’nun yumuşak karnı olan Baltık ülkeleri üzerinde ki Rus baskısını Karadeniz’e çekmek, Türkiye’yi de bu bölgeye kanalize ederek Suriye ve Doğu Akdeniz üzerinde ki etkinliğini kırmak olarak görünmektedir. “Karadeniz’in güvenliğini ABD’nin ulusal çıkarı “olarak tanımlayan bir ülkeden başka bir ifade beklemek hata olurdu zaten.