Geride bırakmak üzere olduğumuz 2021 yılı dünya ve ülkemiz açısından iyi hatırlanmayacak bir yıl olarak tarihte yerini alacaktır.
Geride bırakmak üzere olduğumuz 2021 yılı dünya ve ülkemiz açısından iyi hatırlanmayacak bir yıl olarak tarihte yerini alacaktır. Öyle ki yılı terk etmemize birkaç gün kalmasına rağmen adeta insanlığın en kötü yılı olarak anılmak için çabalıyor sanki. Gaziantep’te hastanede oksijen tüpü patlaması sonucu tedavi gören 12 vatandaşımızı kaybetmenin acısını yaşarken, deprem adeta beni unutmayın dercesine Elazığ’da tekrar kendini hatırlatmıştır.
Sadece afetler, iklim değişikliğinin yol açmaya başladığı yetersiz yağış ve tarımsal verimlilikte düşüş, kazalar, pandemi ile anılacak bir yıl olmanın ötesinde savaşlar, teknoloji ağırlıklı saldırılar, gerginlikler, yaptırımlar, yeni oluşumlar, iş birliklerinde değişiklikler, ekonomilerde yaşanmaya devam eden zorlukları, elbette açlık ve fakirliğin daha da yaygınlaştığı bir yılı geride bırakıyoruz. 2020 kan ve gözyaşının çok fazla yaşandığı ve yaşayanların “ne yıldı ama” diyecekleri türden bir yıl olmanın ötesinde, insanlığın geleceği açısından alınması gereken derslerle dolu bir yıl olarak ta hafızalarımıza kazınmak üzere. Temel soru, bu dersleri alabilecek miyiz acaba, olmalıdır.
Eğer bu dersleri alma konusunda küresel bir iş birliği sağlanamaz ise insanlık taş devri ortamına yavaş yavaş dönebilecektir. Siber saldırının nükleer bir silah kadar etkili olabileceği, ultrasonik silahlar ile insanların işitme kayıplarının geri döndürülemeyecek şekilde hasar görebileceği, uzayın yeni harekat alanı olarak tanımlandığı, biyolojik silahlar ile insanların pandemi türü salgınlar ile daha çok karşılaşabileceği, iklimlerin istenilen şekilde düzenlenebileceği sürece doğru freni patlamış bir kamyon gibi yokuş aşağıya doğru hızla gidiyoruz. Nerede, ne şekilde duracağımızı kimse bilmiyor. Hukuk, kurumlar yetersizleşiyor.
İki kutuplu, tek kutuplu bir dünya derken kutupların arttığı günümüz dünyası adeta anarşik bir dünya düzenine yol açıyor. Sorunların güç ile çözüme kavuşturulmaya çalışıldığı, Birleşmiş Milletler gibi kurumların sözünün dinlenmediği, asimetrik saldırıların teknolojiyi de yanına alarak en güçlüye bile zor anlar yaşattığı bir süreç içinde dalgalanıyoruz. Dalgaların boyu birçok ülkeyi adeta bir tsunami gibi etkiliyor, özellikle Afrika’da terör örgütlerinin saldırıları ile her gün duymaya alıştığımız 50-100 hayat kaybı sıradan olmaya başlıyor. Bu ülkelerde refah, açlık ve her türlü kaçakçılık ile mücadele başarıları yerine, en çok duyduğumuz Boko Haram, El Şebap, DEAŞ vb. terör örgütlerinin isimleri… Dünyanın geri kalanı benden uzak dursunlar yaklaşımı ile birkaç politik söylem dışında umursamıyor Afrika’da olup bitenlere. Ancak, Paris’te, Londra’da bir terör saldırısı olursa mücadele etmek yerine çözüm için hemen İslamofobi’yi ve Müslümanlara yönelik yasakları gündeme getirerek terörü İslamiyet ile bağdaştırma kolaycılığına kaçmaları sadece günü kurtarmaya, sorunları halının altına süpürmekten başka bir amaca hizmet etmediğini kendileri de biliyor. George Orwell’in Hayvanlar Çiftliği adlı eserinde olduğu gibi kendi kamuoylarını ortak bir düşman karşısında birleştirme çabalarında Avrupa’nın Haçlı Seferleri dahil bulduğu en kolay yol olmuştur İslamofobi. Sahte bir düşman yaratarak toplumu ortak bir hedefe yöneltebilmek ve bu konuda aldıkları kararları ve uygulamalarını meşru göstermek hükümetlerin varlıklarını sürdürebilmek için en çok başvurdukları yöntem haline gelmektedir.
Afrika’nın neredeyse tamamı dışında Ortadoğu, Afganistan, Yemen, Sri Lanka, Filipinler kaosun hüküm sürdüğü bölge ve ülkeler listesinde ilk sıralar da yer almaktadır. Bu ülkelerde kaosa yol açan en önemli tehdit olarak karşımıza terörizm ve giderek artan ağırlığı ile uluslararası terörizm çıkmaktadır. Uluslararası terörizm veri tabanı bilgileri, 1970-2019 yılları arasında dünyanın 170 bin terör eylemine sahne olduğunu göstermektedir. 2019 yılında terörizm kaynaklı ölümleri terörizmin zirve yaptığı 2014 yılına göre yüzde 13.5 azalarak 13.826’ya düştüğünü göstermektedir. Ölümlerin verileri incelendiğinde en önemli sonuç olarak ülkenin iç çatışma veya komşu ülke ile çatışma halinde olduğu görülmektedir. Örneğin DEAŞ her ne kadar gücü ve etkisinin azalmaya başladığı belirtilmiş olsa bile Sahra altı Afrika ve Irak’ta artan bir etkinliği dikkat çekmektedir. Sahra altı Afrika ülkeleri kapsamında 27 ülke DEAŞ saldırılarına sahne olmuştur. Terörizmin 2019 yılı ekonomik maliyeti yaklaşık 26.4 milyar dolar olduğu ifade edilmektedir. Bu miktara iç savaşlar ve ülkeler arasında ki çatışmaları da eklediğinizde maliyetin boyutları daha da yükselecektir. Oysa, Temmuz 2020 yılında yayımlanan “Dünya’da Gıda Güvenliği ve Beslenme’nin Durumu” adlı rapora göre açlık çeken kişi sayısı bir önceki yıla göre 10 milyon artarak 690 milyona ulaşmıştır. Koronavirüs salgınının 2020 yılı sonu itibariyle 130 milyon kişiyi daha kronik açlıkla yaşamaya mahkûm edebileceği değerlendirilmektedir. Her zaman olduğu gibi savaşların en çok etkileneni çocuklar olmaktadır. Yetersiz beslenme nedeni ile sadece Yemen’de hayatını kaybeden 5 yaş ve altı çocuk sayısının 90 bin civarında olduğu raporlarda yer almaktadır. Almanya merkezli “Bilim ve Politika Vakfı”nın araştırma sonuçları, salgının gelişmekte olan ülkelerdeki çatışmaları artan yoksullaşma nedeniyle daha kötüleştireceğini göstermektedir
Diğer taraftan, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’ne (UNHCR) göre, dünyadaki çatışmalardan dolayı günümüzde 70 milyon insan mülteci konumunda bulunmaktadır. Bu insanların yaşadığı zor şartların insan ve uyuşturucu başta olmak üzere her türlü kaçakçılığa uygun ortam hazırladığı bilinmektedir.2021 yılı bu tür göç hareketlerinin daha aratacağı bir yıl olarak öngörülmektedir.
Dünya bu gelişmeler karşısında belki bir çözüm bulurum anlayışı ile arayışlarını sürdürüyor. 2020 Münih Güvenlik Konferansında ortaya konulan “Batısızlık” kavramı bu arayışlardan biri. Batının kendi değerlerini yitirmeye başlaması ile dünyanın nasıl hızla batı-temelli perspektiften uzaklaştığına işaret edilmesinin amaçlandığı bir kavram. Batı’nın düşüşe geçtiği ve kendi değerlerinden hızla uzaklaştığını ifade ediyor bu kavram. Aynı zamanda artan küreselleşme karşıtlığını.
Dünya derin devleti ise bu kötü gidişten “The Great Reset yani büyük sıfırlama” denilen, salgın sonrası ekonomiyi sürdürülebilir şekilde yeniden yapılandırmayı görünürde amaçlayan bir girişimin hayata geçirilmesi ile mümkün olabileceğini düşünüyor. Dünyanın en zenginlerinin kulübü olan Davos zirvesi bu yıl bu girişime ev sahipliği yapacak. Bu girişim ile ilgili sorular çok: Sıfırlama sonrası nasıl bir dünya düzeni olacak?, Sıfırlamayı kim yapacak?, Sıfırlama fabrika ayarlarına dönme şeklinde mi algılanmalı? vb.
2021 yılı 2020’yi aratmaması en büyük temennimiz. Bu vesile ile sağlık ve huzur dolu bir yıl geçirmenizi diliyorum.