Millî târihimizin en uzun gecesiydi 15 Temmuz gecesi. Yaz ve Cuma gecesi olması sebebi birçok kişi dışarıdaydı. Televizyonlarda geçen alt yazıyı okuduğumuzda önce anlam veremedik.
İstanbul’da iki köprü, terör saldırısı bahânesiyle tek yönlü trafiğe kapatılmıştı. Terörün her türlüsünü görmüş bir millet olarak buna kimse inanmadı. Mahallede çıkan bir kavgayı ayırmak için evinden aşağı iner gibi birçok kişi sokaklara döküldük.
Ben, en yakın kritik yer olarak Kısıklı Meydanı’na gittiğimde birkaç yüz kişi toplanmıştı bile. MHP lideri Devlet Bahçeli’nin “Bu bir darbe girişimidir. Hükûmetimizin yanındayız” beyânatı televizyondan yayınlandıktan kısa bir süre sonra Kısıklı Meydanı’na Ümraniye yönünde binlerce vatandaş adeta akarcasına geldi. Mesele anlaşılmıştı. Hükûmet silah gücüyle devrilmek isteniyordu. Türkiye’de o gece neler yaşadık herkes biliyor. Kimisi parmak arası terlikle sokağa çıkıp tankın önüne yatarken, kimileri de ATM’lere koşup para çekme, benzin istasyonlarında arabalarının depolarını doldurma derdindeydi. Ama o gece tüm dünyânın gözü Türkiye’deydi.
Pensilvanya’daki terör karargâhındaki FETÖ terörist başı da aldığı ilk haberde şaşırmıştı. Çünkü Türkiye saati ile (TSİ) gece saat 03.00’de yapmayı plânladıkları darbe, erken başlamıştı. Gerçi tüm FETÖ’cüler 20 Temmuz’da olağanüstü hâl ilân edilene kadar apar topar yurt dışına kaçarken, sosyal medya hesaplarından darbeyi kınayan paylaşımlar yapmıştı. Bu gibi paylaşımları darbe girişiminin üzerinden yirmi dört saat geçmeden Selahaddin Demirtaş bile yapmıştı. Türkiye’de halk sokaklara dökülmüşken, Google’da “tank nasıl durdurulur” diye aramalar yapılırken, ülkenin tüm câmilerinden selâlar okunurken, ABD’de omzu bol yıldızlı bir general, “Şu anda Türkiye’de bir darbe girişimi var. Sonucuna göre tavır alacağız” demekten hiç çekinmiyordu.
15 Temmuz’un sözlü târihi
Bunlar ve bunlar gibi daha nice olayı 15 Temmuz belgesellerinde gördük, seyrettik, okuduk. Ancak 15 Temmuz’un bir de sözlü târihi var. Size birbirinden binlerce kilometre uzaklıkta olan iki ülkeden iki örnek vereceğim.
Jakarta (Endonezya)
Bir âile dostumuz 15 Temmuz’dan birkaç ay önce eşinin işi dolayısıyla geçici olarak Endonezya’nın başkenti Jakarta’ya taşınmıştı. Jakarta’daki Türklerin yanı sıra yerel halk ile çabucak kaynaşıp birçok arkadaş edinmişti. 15 Temmuz gecesi Jakarta’da çoktan 16 Temmuz olmuştu. Televizyondan Türkiye’de olan olayları seyrettiğinde teyid etmek için bizi aradı. Daha sonraki günlerde hâdise yatıştıktan sonra Endonezyalılar konuştuğunda bizim için kabûl edilemez bâzı yorumlara şâhit olduğunu anlattı. Endonezyalılar, Türk halkı olarak darbecilere karşı neden bu kadar sert bir şekilde karşı durduğumuza anlam veremiyorlardı. Onlara göre vatan için sokağa çıkıp ölmeyi göze alarak mermi yağmuruna karşı yürümenin hiçbir anlamı yoktu. Şöyle düşünüyorlarmış: “Belki darbeyi yapanlar ülkeyi daha iyi yönetecek ve size daha yüksek maaş verecek!” Millet olma becerisine gösterememiş, yıllar süren Portekiz ve İngiliz sömürgesinden sonra bağımsız bir ülke olmalarına izin verilmiş insanların böyle düşünmesi normaldi. Bizim için vatan, millet, bağımsızlık, özgürlük, devlet gibi kelimelerin anlamı onlar için bambaşkaydı. Sâdece siyâsî olarak değil, ruhları ve zihinleri de sömürülmüştü. Hatta kendilerini daha gelişmiş ve “zengin” olan Malezya ile kıyaslayıp Portekiz değil İngiliz sömürgesi olmadıkları için üzülen Endonezyalılar bile varmış.
Üsküp (Kuzey Makedonya)
2019 yılında akademik bir konferans sebebiyle (Kosova) Prizren’e gitmiştim. Birkaç akademisyen arkadaşla programımızı ayarlayıp (Kuzey Makedonya) Üsküp’e de geçme fırsatımız oldu. Yahya Kemâl’in doğduğu şehir olan Üsküp’te, herhangi bir Rumeli şehri gibi hiçbir yabancılık çekmedim. Özellikle Türklerin yaşadığı mahalleleri gezerken sanki Bursa’da, İznik’te gibi hissettik. Bir kahvehânenin önünden geçerken içeridekilere selâm verince hemen bizi buyur ettiler. Çaylar kahveler içilirken sohbet de kendiliğinden gelişti. Yan dükkânlardan birinde terzilik yapan yaşı yetmişe yaklaşan bir amca yanıma oturmuştu. Sohbetin bir yerinde elimi omzuma koydu. Heyecânını elinin titremesinden anlıyordum. O tatlı Rumeli şivesiyle şunları söyledi: “Kızanım ben doğma büyüme buralıyım. Atalarımın mezarları iki sokak ötede. Teleferik direği bahânesiyle dağın tepesine koca bir haç diktiler. 15 Temmuz gecesi, siz Türkiye’de darbeyle cebelleşirken bizim evlerimiz taşlandı. ‘Türkiye’nin işi bitiyor. Sabah sıra size gelecek’ diye sokaklarda bağırdılar. Düşman tepenin ardında fırsat bekliyor. Aman Türkiye dik dursun. Siz bizim güvencemizsiniz. Bosna’da yaptıklarını yine yaparlar.” Bu sözler seneler sonra bile hâlâ kulaklarımdadır. Üsküplü terzi amca doğru söylüyordu. Türkiye’nin Türkiye Cumhuriyeti’nden ibâret olmadığı gibi, Türkiye olarak bütün mazlumların güvencesiyiz. Gücümüzün yettiğine yardım ediyor, gücümüz yeten zâlime engel oluyoruz. Evet 15 Temmuz gecesi Türkiye’de millet tankların önüne yatarken dünyâda böyle şeyler oluyordu. Meselenin 15 Temmuz ile bittiğini düşünmeyelim. 14 Mayıs 2023 Cumhurbaşkanlığı seçimlerine az bir süre kala, “6’lı Masa”nın adayı Kemal Kılıçdaroğlu’na yurt içinde ve yurt dışında verilen destek o kadar büyüktü ki, Recep Tayyip Erdoğan’ın ve Cumhur İttifakı’nın kaybedeceğine ve Türkiye’de iktidârın değişeceğine kesin gözüyle bakılıyordu. Bundan güç alıp havaya giren Balkanların şımarık çocuğu soykırımcı Sırbistan, siyâsî olarak bağımsızlığını tanımadığı Kosova sınırına tank sevkiyâtı yapmıştı. Aklınca Türkiye’de işler karışınca bunu fırsat bilip Kosova’yı yeniden işgâl edecek ve yeniden soykırım yapmaya fırsat bulacaktı. Milletimizin ferâseti sâyesinde Allah izin vermedi. Sırp tankları da geri döndüler. 15 Temmuz, on iki saatlik kemmiyet olarak kısa, keyfiyet olarak uzun süren ikinci bir Millî Mücâdele idi. Mehmet Âkif Ersoy, “Allah bu millete bir daha İstiklâl Marşı yazdırmasın” demiş. Bu milletin bir daha İstiklâl Marşı yazmaya niyeti yok ama vatanı ve bayrağı için gerekirse her gün destan yazmaya hazırız evvelallah!