​ÖNYARGILARI AŞALIM

Dr. İlhami FINDIKÇI
Tüm Yazıları
Dünya insanı giderek önyargılarına teslim oluyor. Hemen her konudaki aşırılık bunun göstergesi.

        Dünya insanı giderek önyargılarına teslim oluyor. Hemen her konudaki aşırılık bunun göstergesi. Milliyetçilik akımları, İslamofobi, şirketlerdeki bölünmeler, aile kurumundaki aşınmalar… Tüm bunların kökeninde fert düzeyinde yaşanan duygusal karmaşa, tatminsizlik ve kendisi olamamanın önemli bir yeri vardır. Kendisini, fabrika ayarlarına uygun biçimde ifade edemeyen birey, bir arayışa girer, savunma mekanizmalarına sarılır ve bilincin üstünde ve altındaki önyargılar devreye girer. Böylece kişi, kendisinin sahip olduğu yahut çeşitli gruplar tarafından sahip olması arzu edilen önyargıların kurbanı olur. Tercihleri ve davranışları ile dürtülerine ve algı yönlendirmelerine açık hale gelir. 

Hayatımız, kararlarımız ve onların sonuçlarıyla geçiyor. Bütün tercihlerimiz; kaynağını duygularımızdan alan dürtülerimiz yahut kaynağını düşüncelerimizden alan bilgilerimizden etkilenir. İkisinde de önyargılarımız belirleyici olur. 

Önyargı; bireyin herhangi bir konuda sahip olduğu olumlu veya olumsuz inanç, duygu, kanı, öngörü yahut düşüncelerdir. Genellikle olumsuz bir bakışı çağrıştırsa da kötü huylu - olumsuz önyargılar gibi, iyi huylu - olumlu önyargılar da söz konusudur. 

Önyargılarımız, genetik kodlarımızın ve özelikle gelişim dönemlerindeki öğrenmelerimizin etkisiyle şekillenir. İnsanlığın ortak değerleri; toplumların kendilerine has kültürleri; din, ırk, kabile gibi alt grupların alışkanlıkları; aile kültürü ve anne – babanın çocuğu yetiştirme biçimleri, Yaratıcı’nın kişiye özel doğuştan verdiği eğilimlerle birleşir ve bireye özel bir kişilik yapısı oluşturur. Önyargılarımız da bu sürecin bir sonucu olarak gelişir ve kişiliğimizin bir uzantısı olarak davranışlarımızı etkiler. Böylece bireysel ve toplumsal önyargılarımız, dünyaya bakışımızı ve ötekine hayat hakkı tanıma esnekliğimizi belirler.

Örneğin bizim toplumumuz için bir ay ve yıldız görüntüsü, iyi huylu ve yapıcı; terör ihtimali olan bir olay ise kötü huylu ve yıkıcı önyargımızı harekete geçirebilir. 

Ergenlik dönemine kadar ki bireysel kimlik gelişiminde özellikle anne – çocuk etkileşimi sonucu ben ve öteki ayrımına ilişkin önyargıların temelleri oluşur. Bu dönemde korku, endişe ve tehdit ile tek yönlü yetişen çocukta; zayıf kişilik oluşumu yanında yıkıcı, ayrıştırıcı ve ötekileştirişi önyargıların da alt yapısı hazırlanmış olur. Oysaki iyilik, paylaşım, ortak akıl, adalet duyguları ile çok yönlü yetişen çocukta; biz duygusunun ağır bastığı yapıcı önyargılar yerleşir. İlkinde içgüdüsel, ötekileştirmeye odaklanan, aşırı savunmacı; diğerinde çok yönlü, bilgiye açık, uzlaşmacı bir yaşamın temelleri atılmış olur. 

Grup kimliğinin oluştuğu ergenlik döneminde, filizlenen kişilik eğilimleri ve önyargılar, alt gruplar ve toplumun etkisiyle törpülenir ve son halini alır. 

En temel soru, önyargılarımızın değişip değişmeyeceğidir. Einstein’ın, “Önyargıları parçalamak, atomu parçalamaktan zordur” sözü meşhurdur.

Bütün mesele, kaynağı ne olursa olsun önyargılarımız, yeni bilgilerle karşılaşınca değişip dönüşebiliyor mu acaba? Yani ki elimizdeki bilgiler, gerçekler ne olursa olsun kaynağını içgüdülerimizden alan basmakalıp yargılarımız, düşünce, tutum, tercih ve davranışlarımızda egemen oluyor da gönlümüzde ötekinin yeri daralıyorsa oturup düşünmemiz gerekir. Farabi’nin (870-950) önerdiği ideal toplum ve J.J. Rousseau’nun (1712-1778) geliştirdiği toplumsal sözleşmede vurgulanan, insanın toplumda sonsuz bir özgürlüğe sahip olamadığı ve öteki için kendini kontrol etmek zorunda olduğudur asıl mesele. Böylece ırkımız, inancımız, bayrağımız, kültürümüz, siyasal tercihimiz, tutuğumuz takım gibi kıymetlerimiz; ötekini ve kıymetlerini yok saymamıza neden değildir, olmamalıdır. Önyargısız bir yaşam mümkün olmayacağına göre önyargılarımızı yönetmek en önemli sınavlarımızdandır. 

      Ülkemize yönelik önyargıların şahlandığı bu hassas dönemde toplum olarak kendi önyargılarımızı aşmamız çok önemlidir. Mademki olumlu ya da olumsuz önyargıların aşılmasında ailenin ve özellikle annelerin rolü büyüktür. O halde kundaktaki bebeğini Allah’a emanet edip Rus işgaline uğrayan Tabyaların geri alınmasına öncülük eden Nene Hatun gibi, 15 Temmuz’da kamyonuna aldığı insanlarla birlikte canını tanklara siper eden anne gibi, bu toplumun bir ve bütünlüğüne yeniden odaklanmak zorundayız. Her türlü aşırılığı, kavgayı bir kenara bırakıp hukuk içinde ortak bir geleceği bilgi, inanç ve aşkla inşa etmeliyiz.