KALIN'IN İNCE TAŞI

Refik ERDURAN 05 Ağu 2016

Refik ERDURAN
Tüm Yazıları
Aklı kıt, burnu büyük Avrupa'nın savsaklamaları, küçümsemeleri, aşağılamaları sabrımızı taşırdı taşırıyor. Ne demek geliyor içimizden?

Aklı kıt, burnu büyük Avrupa’nın savsaklamaları, küçümsemeleri, aşağılamaları sabrımızı taşırdı taşırıyor. Ne demek geliyor içimizden? “Alın ulan, başınıza çalın birliğinizi! Başvurumuzu geri çektik. Yalvarsanız da girmiyoruz!” Erdoğan’ın delikanlılığına da pek yakışacak öyle bir nara çoğumuzun yüreğine yağ bağlatır. Öfke baldan tatlıdır; ama onunla kalkanın zararla oturacağı sözümüzü hatırlamakta da yarar var.

İçine girelim, girmeyelim, Avrupa yolunda bulunmamız -kâğıt üstünde kalsa da- başka herkesle ilişkilerimizde önemli bir pazarlık kozudur. Varsayın ki o taraftan koptuk. Yeni ittifakların pazarlığı yapılırken Rusya ya da Çin “Artık alternatifiniz yok, ne veriyorsak razı olun” tavrı takınmazlar mı?

Şaşkın ördeklerin akıllarını başlarına toplayabileceğini gösteren belirtiler de yok değil. Carl Bildt İsveç’in eski başbakan ve dışişleri bakanlarından. Halen uluslararası  büyük ağırlığı var. Geçen hafta “Avrupa, Erdoğan’a arka çık” başlıklı makalesinde bakın neler yazdı: “Brüksel uyuyor mu, cahil mi? Avrupalı liderlerin Türkiye’deki darbe denemesine yarım ağızla tepki vermesi bu soruyu gündeme getirdi.

Bir düşünün. Asi birlikler amaca ulaşsaydı da bir tür asker-politikacı cuntası Türkiye’nin devlet gücünü ele geçirseydi, ne olurdu? Albaylar ve tankları 1967 Nisan ayında Atina iktidarını kapınca baş gösteren kâbus hem Yunanistan hem Avrupa için neredeyse on yıl sürmüştü. Bu sefer işimiz daha da zor olurdu. Darbeciler kendilerine karşı çıkan güçleri bastırmaya çalışırken Ankara ve İstanbul sokaklarına oluk oluk kan akardı. Kahire’deki Temmuz 2013 darbesinden hemen sonra patlak veren şiddetin ölümcüllüğünü hatırlayın.

Türkiye’de başarıya ulaşmış bir darbe, çok büyük olasılıkla iç savaşa yol açardı. Onun da muazzam sonuçlarıyla karşılaşırdık. Avrupa Birliği üye ya da üyelik adayı ülkelerden birinde ciddi bir askerî darbe denemesi görmedi şimdiye kadar. Macaristan’da ve başka yerlerde hukuk devleti anlayışımıza karşı çıkışlar oldu ama Türkiye’deki televizyon baskınlı, parlamento bombardımanlı, ülkenin seçilmiş Cumhurbaşkanı’na saldırılı ‘tam darbe’ girişiminin yanında onlar silik kalır.

Hayli can kaybıyla tehlike atlatıldı. Ülkenin siyasal partileri darbeyi lanetlemek için çabucak bir araya geldiler. Bu nadir görülen ortak davranışın Türk demokrasisini daha sağlam bir temele oturtacağı umulur. Ama darbe gecesinde Avrupa’nın olayları kınaması uzun sürdü. Üye adayı bir ülkenin anayasal düzenine karşı tarihindeki en vahim tehdidi birlikte göğüslemek üzere Avrupa liderlerinin hemen Türkiye’ye uçtuğu da görülmedi.

O ülke imzaladığı anlaşmalardaki insan hakları garantilerini geçici olarak gevşetmek istediğini açıklayınca Avrupa liderleri bir ağızdan kıyamet kopardılar. Paris’te kasım ayındaki terör saldırılarından sonra Fransa’nın tam da öyle yaptığını unutmuş görünüyorlar.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yakın danışmanı İbrahim Kalın twitter yoluyla onlara şöyle seslendi: ‘Başarılı olsaydı darbeyi desteklerdiniz. Mısır’da yaptığınız gibi. Siz milletimizi tanımıyorsunuz ama milletimiz sizi tanıyor.’ Şimdi darbeden sonra Erdoğan’la buluşmaya hazırlanan ilk lider Putin. O da Avrupa’nın ayıbı olur. Bu son söz yanlış bence. Bütün değerleri çıkarlara feda etmeye alışık insanların ayıbı olur mu ki?