​HERŞEY ASLINA RÜCU EDER

Ümit G. CEYLAN 15 Haz 2023

Ümit G. CEYLAN
Tüm Yazıları
Çocuklarımız için ne çok endişe ederiz. Bize benzemediklerinden dolayı veya çağın tuhaflıklarına özendikleri için içimiz içimizi kemirir.

Çocuklarımız için ne çok endişe ederiz. Bize benzemediklerinden dolayı veya çağın tuhaflıklarına özendikleri için içimiz içimizi kemirir. Oysa biz onları kendi inandığımız güzelliklerle yetiştirdik. Sevdiğimiz müziği onların kulağına fısıldadık bazen ninni söylerken, bazen eğlenirken bağıra bağıra şarkılarımızı birlikte söyledik. Bizim her gün okula götürdüğümüz yoldan giderken hep aynı yolu kullanacağını düşündük. Onları giydirirken eteği uzun, paçası bol olanı seçtik. Tarzımızı devam ettireceklerini sandık. Beğendiğimiz siyasetçileri ve onların fikirlerini, onlar da kabul edecek sandık. Bizi dikkatlice dinlerken çocuklarımızın her şeyi olduğu gibi kabul ettiklerini düşündük. Bize acayip gelen şeylerin onlar için de acayip geleceğini sandık. Büyük bir yanılgıyla uykudan uyandık. Çünkü çocuklarımız bizim kopyamız değildiler. Şimdi oturup onlarla aynı noktadan bakamadığımız için çok üzgünüz. Büyük reddedişler yaşandı. Kopuşlar oldu. Fark ettiğimizde onların birey olmak için bir mücadele içinde olduklarını gördük. Ama bazı şeylerin geri kazanılması artık imkânsızdı. Öyle de oldu.

Yaprağın aslı

Bir şey özü neyse odur. Başak göğe doğru uzatır gövdesini. Güneşe erişmek için kendi halinin en iyisi olmak için olabildiğince çabalar. Ama bunu tohumundan aldığı güç ile yapar. Bir birey kendini gerçekleştirmek için verdiği mücadelenin önü kesildiği an özünü gerçekleştiremez.  Yaprak çürüse de özünde yapraktır. Bitki toprağımı havalandır, suyumu ver ve güneş ile ısıt der. Çiftçi; “Yok sana su lazım değil, sen böyle de büyürsün, serpilir bitki olursun” diye ısrar ederse ne olur? Bitki büyümez. Belki büyür ama tadı olmaz ya da büyümeden çürür toprağa düşer. Bir sürü travmatik şey özünü yaşamasına izin verilmediği için gerçekleşir. İnsan bundan daha karmaşık bir yapıya sahiptir. İnsan, olmak istediklerini anlamak için çaba harcar. Ebeveynlerin ve eğitimcilerin esas görevi çocuğun kendini keşfetmesini ve ne olduğunu bilmesine yardımcı olmaktır. Çocuk duygularını keşfetmesini, o duygularıyla nasıl yol alacağını, duyguların neresini törpülemesi gerektiğini öğrenmesi gerekir.

İlişkilere dikkat

İnsanın aslı neyse eninde sonunda o kişiyi bulur. En büyük engelle karşılaşan kişiler dahi, kabuğunu kırmak için büyük mücadele verirler. Netice itibariyle en verimli sonuçlar en güzel neticeler hatta en sağlam kişilikler kabuğunu bin bir zorlukla kıran kişilerde oluşur. O yüzden zorlukları birer nimet ve aslımıza kavuşacağımız bir lütuf olarak görelim. Zorluk ve zahmet olmazsa rahmet olmaz. Rahmetin tecelli etmediği bir yerden kalıcı başarı ve gerçek bir huzur oluşmaz. Başlarda da değindiğimiz gibi insanoğlu aslını arar. Bizim yapmamız gereken özellikle de çocuklarımızı kökleriyle buluşturmak. Eninde sonunda herkes köküyle buluşur. Fakat bizim bu yolculukta çocuklarımızın yanında nasıl durduğumuz önemli. İlişkilerimizin temelini sağlam kurmalıyız ki, çocuklarımız yolda tökezlediklerinde bambaşka yerlere sapıp bizden ayrılmasınlar. Eninde sonunda herkes kökleriyle buluşacaktır, evet, yineliyorum. Ancak önemli olan bu yolculukta yanımızda olanların bize nasıl davrandığıdır; destek mi, köstek mi? 

Er ya da geç

Kimse özünden farklı hareket edemez. Özümüzdekiler er ya da geç dışarı taşar. Birinin kendini uzun süre saklama ve özünden farklı hareket etme kabiliyeti yoktur. Hepimizi gözetleyen ve takip eden bir gerçek ve o gerçeğin eninde sonunda buluşacağı bir hakikat var. Aslımıza doğru hareket ederken doğrudan beslenmek iyiliklerin peşinden gitmek ve güzelliği talep etmek şiarımız olmalı vesselam.

YILLAR SONRA ALMANYA

Bir süredir yurt dışındayım. Önce İsviçre şimdi de Almanya’dayım. Ancak Almanya’da olduğumu pek hissedemiyorum. Arkam, önüm, sağım, solum Türk. Türkçe sesler her yerde. Almanca tabelalar olmasa Türkiye’deyim sanki. Hatta Köln’de İstanbul caddesi bile var. Köln’den önce çocukluğumu geçirdiğim Frankfurt şehrine uğradık kardeşimle. Mahallemiz, gittiğim okul, sokaklar hepsi çocukluğumun geçmişinden bir kare olarak yeniden hatıralarıma iştirak etti. İnsan duygulanıyor, geçmişine gidiyor. Ama şu kesin ki; hayat çok kısa ve en güzelini yapmak için çabalama fırsatını elde etmiş olanlar için bahşedilmiş bir hayat tüm canlılığı ile elimizin altında duruyor.

Öte yandan Almanya hızla göç almış; sokaklarda mülteciler dikkatimi çekiyor. Evsizler ve bolca dilencileri de görmek mümkün. Almanya benim çocukluğumda bıraktığım Almanya’dan çok farklı. Sokaklarda her milletten insan var. Köln Dom katedralin önü kalabalık. Bir adam duruyor ve Hazreti İsa’nın sevgisini yaymaya çalışıyor. Önünde büyük bir pankart dünyadaki savaşları bitirelim ve sevgiyi yayalım diyor. Ancak suratında gülümseme yok. Neden acaba? Kilise büyük bir ziyaretçi akınına uğruyor. Muhteşem bir mabet. Bu mabetin yapımı aşağı yukarı yedi yüz sene civarında sürmüş. 

SAHNEDEYİZ

Foto Kritik1506

Sahne aynı sahne fakat duygular bambaşka. Kimi zaman bir sahil kenarında ufka bakıp seyre dalarım gözlerimde hüzünle. Kimi zaman yakın bir hatıra alıp götürür beni derinlere. Kimi zamansa kızıl gurupa dalarım kendimden sıyrılıp başka alemlere. Böyle işte hayat. Sanki bir manzaranın içinde sahne, dekor hep değişiyor. Biz de bu dekorun oyuncularıyız, duygularımızla yer aldığımız bir sahnedeyiz. Bir anı yakalamak istercesine sahneyi, akışı durdurmak isterim. Kendime yukarıdan bakıp bu sahnenin neresindeyim bilmek isterim. Kendi yerimi, kendimi, kendimle ilişkili her şeyin nerede durduğunu görmek isterim. Sahneyi durdurmak, anın içinde yaşayabilmek zor da olsa insanın bugün kaybettiği bu andalığı yakalamak isterim. Sahne ve dekor değişiyor gün be gün. Yakalayabildiğimiz tek şeyin anda yaşadığımız güzelliklerin farkına varabilmek olduğunu anlatmak isterim. Yarının dertleri hatta yarının güzelliklerini değil şu anın tadını yaşayıp şimdiki sahnenin içinde çekilmiş bir fotoğrafımız olsun isterim. Belki tek yaşayabildiğimiz bu anı yakalamak için varlığımızın delili için bu sahnede yer alalım. 

ÖZLEM YILMAZ MERIÇ

KY

ŞAHSI IŞLER

Siyer-i Nebiden bir sayfa okuyorum, Allah Resulü dikiş dikiyor. Başka bir yere bakıyorum kızına yardım edip yün eğeriyor, ayakkabısını onarıyor, evini kendi eliyle süpürüyor, devesine yem veriyor, çarşı alışverişini yapıp taşıyor, kölelerle birlikte iş yapıyor. Mescit inşaasında herkesle birlikte taş taşıyor. Hiçbir hanımından ve sahabiden ve dahi onu tanıyan hiç kimseden direkt şahsi bir şeyini istemiyor, bir şey isteyecekse de dolaylı yoldan istiyor. Mesela evden çıkarken bugün hava serin mi, yağmurlu mu diye soruyor, anlıyorlar ki Allah Resulü hırkasını istiyor... Üslup hep güzel, zahmet hep az. İstese herkes her işine pervane olur. O istese herkes üçer beşer her yerde hizmetine koşar ama istiyor mu, yok. Neden? Çünkü örnek olacak. Öyle nahif, öyle zarif,  güzel ahlakı tamamlamaya gelmiş besbelli. Kimselere kıyamıyor, kimseyi şahsi işleriyle meşgul etmiyor.

Şimdi gel gelelim ümmeti Muhammed'e. En basit işini bile görmekten aciz insanlara denk geliyorum her yerde. Zamanla huy olmuş yayılmış da yayılmış bütün hayatlarına. Ne vakit bir şeye üşensem, üşenme kalk Allah Resulü yapabileceği hiçbir şeyi kimseden istememiş diyorum. Üşenmek hayra alamet değil. Sürekli ricanın ses tonu zamanla yalvarır gibi oluyor fark ettiniz mi hiç. Her rica minnettir bir yerde de. İnsan bu değerli şeyi basit işlere harcadığında gerçekten bir şey isteyeceği vakit isteyecek kimseyi  bulamaz. Ya da saygınlığı kalmaz. Gücümüzün yettiğini kendimiz yapmazsak, biz yapmazsak çocuklarımız nasıl yapacak? Onlara nasıl örnek olacağız? Bunu çok önemsiyorum. Bu gayretin hayatımızı çok değiştireceğine inanıyorum. Bize ait olanı başkasından kolayca istememek karakter meselesidir. Yapabileceğini yapma gayreti üzerine olmak ve buna rağmen ihtiyaç duymaktan bahsetmiyorum çok hassas bir denge bu. İhtiyaca rağmen birinden yardım istememek de bizi kibre götürür. Neyi isteyip neyi istemememiz gerektiğinin ölçütü biziz. Kalbimiz, zihnimiz biliyor bunu. Aklen mantıklı geleni kalben de gerekli bulmuyorsak yapmamalıyız. Bunu her konuda düstur edinmek çok zor ve her birimiz bu konuda eksiklerimizle varız kabul ama şahsi işlerimizi üstlenmek gayreti zor gibi görünse de kolaydır. Herkes Allah Resulü neleri kendi yapmış bir baksın. Herkes oturduğu yerden su istememeyi, çıktığı yeri temiz bırakmayı, alabileceği bir yükü bir dakikalığına bile başkasına taşıtmamayı, angaryasını yıkacak yer aramamayı öğrensin. Ya da tersinden bakalım mevzuya; kimse istediği suyu getireni, hayatındaki insanlardan gördüğü yardımı, sırf sevdiği için şahsi işlerimizi  kolaylaştırmaya çalışanları yormasın.

Karakteri iyi, yüzü mütebessim; "o yapar" dediğimiz kişilerin, şaşırtmayıp her daim yaptıklarını suistimal etmesin. Tersi de düzü de, önü de arkası da aynı sonuca bakıyor. Bu hayatta her şey gayrete tabiidir. Gayretimiz yoksa elimizde pek de bir şeyimiz yok...

Şimdi doğrulun en yakındaki işe bir de bu düsturla koyulun...  Allah Resulü'nün gayreti, samimiyeti, önderliği bizimle olsun.

DIŞ DÜNYADAN

Mürvet KARA

Artık insanlar eşyaların emrinde

Türkiye’de artan konut fiyatları özellikle son zamanlarda gündemde epey yer ediniyor. Bu konunun içinden çıkmak yalnızca Türkiye’de değil tüm dünyada oldukça zor. Daha önce yine bu köşeden Hong Kong’taki kutu evlerden bahsetmiştik. Bu sefer Lizbon’da yaşananlar krizin dünya çapında hangi boyutlara vardığını gösteriyor.

BBC’nin bir haberine göre; Lizbon’da bir huzur evinde bakıcı olan Georgina Simões kiracısı olduğu evden çıkmaya zorlanıyor. Mülk sahibi tarafından 2018 yılından itibaren çıkması için sıkıştırılan Simões asgari ücretten biraz fazla maaş alıyor ve ev kirası için 300 Euro ödüyor. Kötü koşullara sahip bir ev olmasına rağmen kirayı karşılayabilmek için iki iş birden yapması gerekiyor. Şu anda Portekiz’deki kiralar 2.000 Euro’dan fazla, asgari ücretse 760 Euro. Georgina iki farklı işte çalışıyor ve günde 16 saat çalışıyor. Buna rağmen bu yıl bitecek kira kontratından endişe ediyor. Georgina şu ifadeleri kullanıyor; "Hiç şansım yok, ne olacağını bilmiyorum. Sadece altında yatacak bir çatıya ihtiyacım var. Hayatımı işte geçiriyorum."

Bugün dünyada ve Türkiye’de artan kiralar ve satılık konut fiyatları insanlığımızdan daha büyük hale gelmiştir. Barınma insanların temel haklarından biriyken bugün insanların başlarını sokacakları bir ev bulmaları bile güçleşmiştir. Günümüzde eşyalar insanların emrinde değil, insanlar eşyaların emrindedir. Bugün insanların eşyayla kurduğu ilişkiye yeniden dönüp bakması gerekiyor. Her şeyden önce bir şeylerin değişmesi için mülkiyet anlayışımızın dönüşmesi gerekiyor. 

ARTI EKSİ

HAYAT VE SANAT BİR ARADA OLMALI

Hazırlayan: Mürvet KARA

Çok uzun zamandır “sanat için sanat” mı yoksa “toplum için sanat” mı diye tartışılır. Hâlbuki sanat bir şey için yapılmaz. Sanat bir şeyle beraber yapılır. Sanat insanla beraber yapılır. İnsan yoksa sanat da yoktur. O zaman şöyle diyebilir miyiz? Sanat “insan için insanla beraber” yapılır. Türkiye’de sanatçılar hayatta kalabilmek için sanattan başka alanlarla da uğraşmak zorunda kalıyor. Bu bir yandan kültür politikalarımızın yeteri kadar güçlü olmadığı anlamına geliyor. Bir yandan da sanatçının yaşamdan kopmadığını gösteriyor. Sanatçı gündelik yaşamın içerisinde insanların hassasiyetleri ve ihtiyaçları ile yoğruluyor. Yani insana dokunan işler çıkarmak için “fildişi” kulelerden çıkmak gerekiyor. Örneğin; çeşme mimarisi, kervansaraylar, kuş evleri, hanlar, hamamlar, köy seyirlik oyunları, meddah, karagöz, orta oyunu. Bu sanatsal biçimler insanla beraber olunan buluşma noktalarında yapılıyor. Sanat pratik bir karşılık bulduğunda hayat, sanat ve sanatçı arasındaki mesafeler ortadan kalkıyor.

RUH YOK

İsviçre’de her şey cetvelle çizilmiş kadar düzgün. Hatta anormal bir şekilde düzgün, temiz ve sessiz. İnsan düşünmeden edemiyor. Acaba neyi kamufle ediyorlar? Tabii bu tüm İsviçre’de böyle mi bunu söylemek için kümülatif bir araştırmaya ihtiyaç var. Ancak bulunduğum yer çok küçük bir kasabaydı. İnsanlar birbirlerine gülümsüyorlar. Kimse kimseyi atlamadan günaydın, iyi günler, iyi akşamlar diyor. Ama benim yine de aradığım bir şey var ki bulamadığım. Bunca mükemmel görüntünün altında olan bir sır var. Ruh eksik. Her şey çok fazla mekanik. İnsanlardan bana geçen bir frekans yok. Konuşsak da halleşmiyoruz. Gülümsesek de içimize işlemiyor. Herkes birbirine yardım edip kapı açıyor, yaya geçidinde durup karşıdan karşıya geçmesine izin veriyorsa, mültecileri kanatları altına alıp teröristleri koruyorsa bunun altındaki neden nedir? Çelişkiler kafamızın içini kemiriyor. İsviçre’de doğru dürüst bir üretim yok. Ancak büyük bir bankacılık sistemi var hepimizin bildiği. Bu kamuflaj mıdır? Yoksa mutluluğun kaynağını araştırmaya gerek yok mudur?