BAŞİKA SPRİGGAN'I VE KİLİS KATYUŞALARI ÜZERİNDEN DAEŞ'İN KARIN AĞRILARI...

Abdullah AĞAR 26 Nis 2016

Abdullah AĞAR
Tüm Yazıları
18 Ocak'tan günümüze Kilis'i hedef alan "Katyuşa ve Havan" saldırıları nedeniyle içlerinde çocukların ve kadınların olduğu 17 kişi hayatını kaybederken 88 kişi yaralandı.

18 Ocak’tan günümüze Kilis’i hedef alan “Katyuşa ve Havan” saldırıları nedeniyle içlerinde çocukların ve kadınların olduğu 17 kişi hayatını kaybederken 88 kişi yaralandı. Dün (24 Nisan 2016) ikisi sabah (10.40) üçü akşam saatlerinde (18.00) olmak üzere Kilis’e atılan 5 Katyuşa roketi nedeniyle bir kişi hayatını kaybetti, içlerinde Suriyeli sığınmacılarından da bulunduğu 26 kişi yaralandı. Böylece 18 Ocak’tan bugüne Kilis’e atılan/düşen (!) katyuşa ve havan mermisi sayısı 50’ye ulaştı. Bu saldırılar nedeniyle hayatını kaybedenlerin sayısı 17, yaralananların sayısı ise 88’e yükseldi.  Yaşanan saldırılarla “özellikle son 15 günlük dilimde” ciddi bir artış söz konusu. Konuyu çok önemli hale getiren bir diğer önemli boyut da; bu olayların 19 Nisan’da Başika’da TSK unsurlarına karşı DAEŞ’in gerçekleştirdiği güdümlü tanksavar füzesi saldırısıyla eş zamanlı yaşanıyor olması. 2014 Haziran’ın da Musul’u ele geçirmesiyle vahşet ve dehşette sınır tanımayan DAEŞ’in Türkiye’yi hedef alan saldırılarında aylarla ölçülen zaman aralıkları söz konusuydu. En azından yakın zamana kadar. Son 15 gündür bu periyot bozuldu. DAEŞ’in neredeyse günbegün Kilis’e gerçekleştirdiği Katyuşa saldırıları ve 19 Nisan’da Musul-Başika’daki ileri harekat üssümüze bağlı zırhlı unsurlara karşı Kornet tipi (9M133/AT-14 Spriggan) antitank füzesi ile gerçekleştirdiği saldırı farklı bir sürece işaret etmeye başladı. DAEŞ sahada ürettiği bu saldırılarla artık Türkiye’ye karşı sistematik bir saldırı anlayışı içinde olduğunu gösteriyor.

Ne oldu, ne oluyor peki?

Ve DAEŞ ne yapmak istiyor?

DAEŞ’in Kilis ve Başika saldırılarına bakarak Türkiye’ye yönelik teröründe bir çeşitlilik hatta bir değişim ürettiği görülüyor. Geçmişte, başta canlı bombalar olmak üzere Türkiye’de uyguladığı eylem, saldırı ya da suikastlar da daha çok Irak ve Suriye’de mücadele ettiği güç ve ülkelerin bağlısı / uzantısı / destekçisi ya da işbirlikçisi gibi neden ve gerekçelerle dozaj / tepki / hedef belirleyen ve buna bağlı terör üreten DAEŞ, artık sahadan ve doğrudan Türk Ordusunu ve Türk Halkını hedef alan saldırılar yapıyor. Geçmiş dönemde ürettiği küresel ve bölgesel terör, hoyrat sınır geçişleri ve asimetrik seçicilikle Türkiye’nin teröre ve DAEŞ’e destek verdiği algısına katkı sağlayan ve bu şekilde Türkiye’yi DAEŞ’le mücadele koalisyonuna dahil olmaya resmen zorlayan DAEŞ, bir yandan Türkiye’de gerçekleştirdiği canlı bomba eylemlerini ısrarla üstlenmeyerek gri alanların oluşmasına neden olurken, bir yandan da bu eylemlerin merkezi irade ve aklının bir kararı olmadığı/olmayabileceği algısını da üremeye çalıştı.  Ancak son 15 gündür DAEŞ, yaptıklarıyla su götürmez bir tercihin ve gerçeğin içinde olduğunu gösterdi. Artık sahada, DAEŞ’in Türkiye ile taktik alanlarda da mücadeleye başladığına dair ispatlar söz konusu. Bununla birlikte bu noktada bu tahrikin kapsam ve şümulünün genişleyebileceğini de ayrıca öngörmek gerekiyor. Saldırı metotlarında ve yoğunluğunda yaşanacak artışlar, Türkiye’yi astarı yüzünden pahalıya gelecek yeni bir oldubittiye zorlarken, “ilgi ve etki alanlarına erişmede yaşadığı kısıtlamalar nedeniyle” inisiyatif üretmekte zorlanacağı bir çaresizliğin de amaçlanması söz konusu.  Bir yandan Türkiye, DAEŞ ve YPG üzerinden “Gel gel” eden, göz eden, naz eden ağlarını örmüş bir örümcek kumpanyasıyla karşı karşıyayken bir yandan da bir şey yapmasa/yapamasa bekasını zehirleyecek bütün akreplerin yaşamasına ve gün gelip ülkesini sokmasına izin vermiş olacak.

Ve bu örümcekler sadece DAEŞ ve PKK’dan ibaret değil.

Ve tabii sorun sadece bundan ibaret değil.

Maymuncukları (kapı açma aleti(!)) üreten aparatlar ve bu aparatları kullanan iradeler asıl sorun.

Cari durum açısından ; “DAEŞ’in Türkiye’ye karşı gerçekleştirdiği eş zamanlı bu saldırıları” anlamak için; Suriye’de Kilis’in hemen doğusundaki Çobanbey’de yakın zamanda yaşanan ve bir şekilde devam eden çatışmaları, bu çatışmaların neden ve nasıllarını sebep göstermek pekala mümkün. Ancak taktik alanda ve zamanda yaşanan bu çatışmalardan stratejik bir kırılma çıkarsamak ya da oldukça iddialı cümleler kurmak, oldukça sığ bir analize işaret ediyor.  DAEŞ, en başından beri tekfir ve mücadele ettiği muhaliflerle Çobanbey’de maça çıktığı için Türkiye’ye saldırır mı, hem de attığı bir sopa ve kazandığı bir maç üzerinden? 

Önce Suriye Çobanbey’de ne olduğuna kısaca bakalım:

Ahrar’u Şam, Feylak’u Şam, Sultan Murat ve Muhtasam Tugayları adındaki muhalifler koalisyon uçaklarının hava desteğiyle 7 Nisan’da Çobanbey’i DAEŞ’in elinden aldı. Bunun  üzerine DAEŞ karşı saldırı başlattı. Zamanda ve alanda kademelenmiş bomba yüklü araçlar ve intihar bombacıları eşliğinde başlattığı bir dizi saldırı sonucunda, çok değil 4 gün sonra yani 11 Nisan’da Çobanbey’i tekrar ele geçirdi. Saldırılara DAEŞ’in güçlü operatif aklı ve planlaması ile sahada uyguladığı başarılı manevralar damga vurdu. DAEŞ hedef aldığı muhalifleri önce ikiye böldü. Çobanbey içinde kalan muhalifleri büyük ölçüde imha ederken, dışarıda kalanlara da ciddi zayiat verdirdi. Sadece Çobanbey’i değil Kasacık, Humus, Sefir, Karagöz, Ahmar köyleri ile Şahin Çiftlikleri bölgesini de ele geçirdi. Günce içinde, Batal ve Şair tepelerinde çatışmaların sürdüğü ifade edildi.

11 Nisan durumu böyle...

Bugün 25 Nisan.

Aradan neredeyse iki hafta geçtiği halde DAEŞ, can kaybı, gelecek kaygısı, korku, dehşet, kamuya karşı güvensizlik, memnuniyetsizlik ve provoke edilebilecek bir ortama neden olan Kilis saldırılarına 24 Nisan itibari ile devam etti. Başika’daki zırhlı unsurlarımıza karşı gerçekleştirdiği güdümlü tanksavar saldırısı da bunlara eklenince, durumu sadece Çobanbey’de gelişen süreç ile açıklamaya çalışmak imkansız hale geldi:

1- Orta, güney ve batı Suriye’deki mevzilerinin önemli bir kısmını “Rusya-İran- Hizbullah-ithal Şii milis destekli” Suriye Ordusuna kaptıran DAEŞ’in operatif ve taktik alanlarda nefes almakta zorlandığı görülüyor. Özellikle Humus kırsalındaki Quryeteyn ile Palmira (Tedmur) hattını Suriye ordusuna kaptıran DAEŞ için Suriye’de Rakka ve Deyrezzur’un stratejik kuşatma tehlikesi baş gösterdi. Diğer yandan Irak’ta Hit’i kaybetmesi, Mahmur’dan Geyyare’ye yapılan “Fetih” harekatı, Felluce kuşatması ve nihayet daralan alanlarıyla Musul ablukası DAEŞ’i geriyor. Öte yandan Şam, Halep, Dera gibi batı-orta Suriye’de varlık üreten güçleriyle yaptığı karşılıklı geçiş ve irtibatlar çok zorlaştı. Bu alanlarda ürettiği inisiyatif ve denge, muhaliflerin Çobanbey saldırıları ile bozuldu. DAEŞ buna çok kuvvetli bir saldırıyla karşılık vererek geri alsa da Çobanbey’e saldıranların Türkiye’ye yakınlığıyla bilinen Ahrar’u Şam, Feylak’u Şam, Sultan Murat ve Muhtasam Tugayları olduğunu çok iyi biliyordu.

2- Bir diğer önemli konu ise DAEŞ’in varlık, moral ve refah üretmesine neden olan alanların zaman içinde Türkiye tarafından daraltılmasıdır. DAEŞ varlığıyla ilgili zirve noktayı aştığından ve aşağıya doğru inişe geçtiğinden beri Türkiye’ye diş gıcırdattığı, hatta tırmalamak için zaman zaman hırslandığı görülmelidir. DAEŞ’in varlığıyla ilgili en önemli can damarlarından biri de çatışma alanlarına dışarıdan sağladığı akıştır. Yakın zamana kadar aylık ortalama 1000-1.100 elemanını kaybeden DAEŞ, bu kayıpların büyük bir kısmını Irak ve Suriye dışından gelenlerle dengelemeyi başarmıştır. (Bütün tedbirlere rağmen geçişlerin yaklaşık beşte biri-hata 1/7, 1/8’in engellenebildiği iddia edilmekte, sınırda gerçekleşen yakalamaların ort: 100-150/ay olduğu bilinmektedir.)

Böyle olunca Türkiye sınırını, geçişleri sıktıkça DAEŞ de doğal olarak misilleme ile karşılık ve mesaj vermektedir. Verilen bu mesajın sadece Başika ve Kilis ile sınırlı kalmayabileceğini öngörmek, stratejik akıl ve tedbirler açısından önem ve anlam taşır. Sınır geçişlerinde DAEŞ, Türkiye’ye sürekli adam kaptırmasına rağmen Türkiye sınırını bir şekilde kullanmak zorundadır. Gerilimin ana noktalarından biri budur.   Ayrıca DAEŞ aracılar üzerinden elde ettiği kazanımlarını kaybetmemek için, Türkiye’ye yakın Suriye alanlarındaki kontrolünü kaybetmemek zorundadır. Varlığını ve mücadelesini doğrudan ilgilendiren ve etkileyen demografik, ekonomik, coğrafi, askeri kayıp ve kazanımlar Türkiye’nin sınırı sıkmasıyla doğrudan ilgilidir.

3- Türkiye’nin DAEŞ’le mücadele koalisyonuna verdiği destek ve üslerini açması. Koalisyonun etkinliğinde Türkiye’nin ürettiği bu önemli rolü bırakın bilmeyi, en derinden (!) yaşayan DAEŞ’in Türkiye’yi hedef tutması değil, tutmaması anormal olurdu.

Sadece İncirlik’le açıklayalım:

Zaman Hassasiyetli Hava Akınlarının (Time Sensetive Air Attack) müdahale süresi İncirlik öncesinde ortalama 3 saatti. İncirlik’in koalisyona açılması bu süreyi ortalama 15 dakikaya düşürdü. Diyarbakır için ise bu süre daha aşağılarda. Son derece esnek/hareketli bir konsept üretmiş ve mobilize terör üreterek başarı kazanmış ve hayatta kalmış DAEŞ için tespit edilen sızma-sıyrılma ve eylemleri sırasında 3 saat ortalıkta gözükmeyen av/bombardıman/av-bombardıman uçaklarının 15 dakikada tepesinde bitmesi DAEŞ’i fena halde sinirlendiriyor olmalı. Sorun, DAEŞ’in daha ortadan kaybolmadan gömülmesine imkan sağlayan İncirlik’in  Patagonya’da olmadığını bilmesidir!

4-DAEŞ’le mücadele eden güçlere “Özellikle DAEŞ’in Peşşeytan dediği Peşmergelere ile Sahavat dediği Sünni milislere-Haşdiş Vatani’ye” verilen eğitim ve destekler.

5- Ve en nihayet tahrikler: Irak ve Suriye’de sopa üstüne sopa yiyen, terkisine nişadır sürülmüş beygir gibi can havliyle bir o yana bir bu yana koşturan DAEŞ’i yerli yersiz tahrik etmek sanırım yapılacak en büyük hatalardan biri.

6- DAEŞ’i okuyamamak...

DAEŞ’in ektiği düşmanlık tohumlarını görememek...

DAEŞ’in felsefesini ve kavramlarını boşa çıkartamamak...

Sanırım en büyük sıkıntılar da buralarda!

7- Bütün bunların ötesiyle komplocu yaklaşımla şunu da söylemek mümkün:

DAEŞ Türkiye’yi Suriye bataklığına çekmeye çalışıyor.

Doğru olması kuvvetle muhtemel.

DAEŞ, Türkiye’nin kendisiyle çok daha etkin mücadele ve müdahale etmesi, operasyonel davranması, sıcak takip, meşru müdafaa, angajman kuralları gibi gerekçelerle Suriye ve Irak’taki istikrarsızlığa dahil olmasına yol açacak  bir saldırı sistematiği benimsiyor. Böylece Türkiye çözümün değil sorunun bir parçası olacak. DAEŞ’in Yemen’de tetiklediğine benzer bir şekilde devletler arası bir savaşın  peşinde olduğunu öngörmek de mümkün, mezhebi kırılma üzerinden Suriye Irak ve İran’la Türkiye arasında bir başka maç çıkarmak istemesi de... Modellemede elbette güç ve meşruiyetlerini kaybeden Türkiye’ye baskı ve müdahaleler de var.

8- Ve neden DAEŞ, Türkiye’ye karşı gerçekleştirdiği terör saldırı ve eylemlerinde seçici davranıyor?

9- Bir başka acı gerçek de şu: Türkiye DAEŞ’le mücadeleyi Türkiye dışında yapmazsa, mücadeleyi kendi topraklarında kabullenmek gibi bir riskle karşı karşıya kalacak.

Türkiye’nin DAEŞ’le mücadeleye girmek zorunda olduğu,  kaçamayacağı bir gerçek. Hem de bu mücadeleyi felsefe ve kavramlarındaki doğruluk ve isabetle yapmak zorunda. Mücadelenin felsefesinde ve kavramlarda yapılan hatalar sadece DAEŞ’in ekmeğine yağ sürmeyecek, aynı zamanda pek çok başkentte şampanyaların patlatılmasına da neden olacak. DAEŞ’in bugün ektiği düşmanlık tohumları gelecekte DAEŞ’ten çok daha tehlikeli biçimlerde yeşerecek ve her yeri saracak. Aynı PKK’nın seksenli yılların sonu ve doksanlı yılların başında köy ve mezra katliamları üzerinden ektiği düşmanlık tohumları gibi... Kasabının bıçağını yalayan kurbanlar, yarın bugünden çok daha fazla olacak.

10- Türkiye açısından bir başka risk de şu: Türkiye gerek Musul’un kurtarılmasında, gerekse Suriye’de DAEŞ ile fiili mücadeleye dahil olduğunda ,“Terörist” ilan ettiği KCK-PKK uzantısı YPG (Suriye) ve HPG-YPŞ (Irak) ile beraber hareket etmeye, hatta müttefik olmaya zorlanacak. Bunu yapmasa inisiyatif kaybedecek. Bugün Musul Harekatı için Irak’ta faaliyet gösteren KCK-PKK uzantılarının legal bir güç görüntüsü verdiği, Irak merkezi hükümetinden dönem dönem maaş aldığı (YPŞ-Haydar Şeşo ekibi), silah almak ve meşruiyet kazanmak için görüşmeler yaptığı ve Musul harekatına katılmak için altyapı oluşturduğu ve desteklendiği bir gerçek. DAEŞ’in ya da DAEŞ’i güdüleyen iradelerin istedikleri yer zaman ve biçimde oyuna dahil olmamak gerekiyor. Türkiye; “SABIR doğru yer zaman ve biçimde kullanıldığında en ölümcül silahtır” aklını taşıyan bir ülke. Akıldan, cesaretten, haklılıktan ve eylemden oluşan kararlı bir yol bulacaktır.

DAEŞ’in cenazesinde PKK’yla saf tutmak!

Sonra da DAEŞ’in rahminde yeniden doğan etnik ve tekfiri zombilerle sil baştan uğraşmak!

Çorabın kimler tarafından ve nasıl örüldüğünü görme zamanı.

Not:  Katyuşa: 82, 132 ve 310 mm çapındaki ÇNRA (çok namlulu roket atar) "Stalin'in Islığı" diye de anılır.  Başta DAEŞ olmak üzere Irak ve Suriye faaliyet gösteren terör örgütleri tarafından da kullanılmaktadır. 

Bu örgütlerin elinde genellikle araçlara monteli 82 mm'lik olanları vardır.  Roketler sadece çok namlulu rampalar üzerinden değil, el yapımı lançerler üzerinden de atılmaktadır.