​AKTÜEL KISKACI!

Adnan KARAKAŞ 13 Nis 2017

Adnan KARAKAŞ
Tüm Yazıları
İdeoloji düşünceydi.

İdeoloji düşünceydi. Sadece düşünce. Kitapla, dergiyle, sözle, sloganlarla, eylemlerle ete kemiğe bürünürdü. İnsanları etkilerdi, yönlendirirdi. Ancak ete kemiğe bürünmüş hali bile insana nüfuz etmezdi. Zihinden kalbe çıkmaz, kalpten eyleme dönüşmezdi. En büyük zaafı da buydu. İnsanı sarıp sarmalamayan, ona rengini veremeyen, özümsenmeyen, hayata değmeyen düşüncenin bir mantık komplikasyonundan öte ne karşılığı olabilirdi ki! Zaafı, zayıflığı buradan geliyordu. Darbelere karşı dirençsizdi. Naifti. 

***  

Aktüeli pek önemsemeyiz. Gelir geçer diye bakarız. Konuya odaklanırız. Olayın kendisine. Odaklanmamız gereken nokta ise olgu. Konuları altın tepsi içinde önümüzdeki sofraya bırakan ve tüketmemizi sağlayan aktüalitedir çünkü. Anlaşılır bir formda kolay tüketilebilir olduğu için gerektiğinde bir yem işlevi de yüklenebilir. Konuyu getirip önünüze bırakan irade, siz onu düşünürken, konuşurken arka kapıdan bir şeyler kaçıracaktır. 

Aktüele takılıp kalmak zemin kaybına yol açar. Diğer bir deyişle kendi gündeminizi belirlemek yerine aktüel olanı gündem katına çıkarırsanız bir yerden sonra gelir geçer olaylara göre şekillenen bir düşünce formatına dönersiniz. Bu süreç kaçınılmazdır. Artık her şeyi günlük düşünmeye başlarsınız. Ülke sorunlarını, bölgesel meseleleri, uluslararası anlaşmazlıkları... Sanatı, kültürü ve felsefeyi... Dolayısıyla aktüel dediğimiz şey, gelir ama geçmez.

İktisadi bir terim olan konjonktürün de çoğu kez aktüelin yerine kullanıldığını hatırda tutmakta fayda var. 

Bir başka terime de atıfta bulunmanın yeridir; reel politik. İlkeleri, idealleri, inançları bir tarafa bırakıp mevcut gerçeklere göre hareket etmek anlamında kullanılır. Türkçede kullanılış şekliyle reel politikte bir hoşnutsuzluk, bir huzursuzluk anlamı içkindir. Asıl amaç çıkardır. Çıkarına uygunsa her yola başvurmak mübah...

Türkiye'ye sığınan Suriyelileri göz önünde bulundurun. Dini sorumluluğumuz, tarih şuurumuz, insanlığımız ve vicdanımız bize aynı şeyi söyler: Onlar bizim Müslüman kardeşlerimizdir. Osmanlı bakiyesi toprakların insanlarıdır. Zor durumdaki insanlara yardım eli uzatmak hem insanlığımızın hem de vicdanın gereğidir. Reel politik penceresinden ise, bize bu sorumluluklardan başka bir hikâye anlatılır; Suriyelileri niye besleyelim, gönderelim ülkelerine kurtulalım. Veya sınırı açalım, şu Avrupa'ya gününü gösterelim...

***

Konjonktürel bir mesele de, reel politiğe uygun bir adım da aktüele konu olabiliyor çoğu zaman. Her şeyden önce bu formatta ele alınan konu birçok yönüyle eksik kalacaktır. İdlip'te sârin gazı kullanımı. Sârin gazı neden yasak? Yasak olan silahları üretmek neden serbest? Kimler tarafından üretiliyor? Bu sorulara cevap aramak mümkün. Öbür tarafta ise, sârin gazı saldırısından hareketle askeri üssü vuran ABD'nin durumu... Suriye denkleminde ABD-Rusya gerilimi... ABD gelip Suriye sorununu halletsin beklentisi… Konu başlıkları böyle uzayıp gider. Bizim ise o kadar çok şey öğrenmeye vaktimiz, gücümüz ve hevesimiz yok. Üzerinde şöyle bir şeyler konuşacak, birkaç twit atacak kadar bir şeyler bilelim kâfi...    

***

İdeolojiler çağı bitti. Aşırılıklar çağındayız. Böyle diyorlar şimdi. Çünkü 'katı olan her şey buharlaşıyor.' Gerçek ise şu: Aktüalitenin alelade zemininde her şey izafidir. Hiçbir şey tam olarak doğru ve yanlış olamaz. Bugünün doğrusu, yarının yanlışına dönüşebilir. Veya tersi. Aktüalitenin şamar oğlanı haline gelen ideolojiler de bu gerçekten bağımsız değil. Aktüelin belirlediği zeminde durup 'Biz nerede yanlış yaptık' diye diye kendini yiyip bitiren müntesiplerin acınası çaresizliği. Zamanın ruhunu geçtim, bulunduğu noktadan habersiz. Üzülüyor insan...