19 VE 29 ÇATIŞAMAZ BİLE...

Osman ATAMAN 26 May 2016

Osman ATAMAN
Tüm Yazıları
Psikologların, psikanalistlerin söylediği iyi anların kalıcı olduğu, kötülerin bastırıldığı ve unutulmaya çalışıldığıdır. Bu noktayı iyi bilmek gerekir.

İnsan hafızasında neyi canlı tutar?

Geçmişte mutlu olduğu zamanları mı yoksa acı ve üzüntü içinde kıvrandıklarını mı?

Psikologların, psikanalistlerin söylediği iyi anların kalıcı olduğu, kötülerin bastırıldığı ve unutulmaya çalışıldığıdır. Bu noktayı iyi bilmek gerekir. Toplumların insandan farkı var mıdır? Toplumsal hafıza yok mudur? Geçmişin acıları, travmaları, kişilerin gen mirasında intikalle güncellendiği gibi, toplumsal gende de yer etmez mi? Örneğin bugün Türkiye’nin bir çok yerinde yaşayan; Kafkas ve Balkan kökenlilere sorsanız, 100 yıl ve öncesinde başlarına gelen 2 farklı felaketin ortak sonucunu nasıl anlatırlar? O günleri dedeleri  ve nineleri ve hatta en az 4 nesil öncesi yaşamıştır fakat o acının, evden ayrılmanın, her şeyi kaybetmenin, köksüz kalmanın ızdırabını derinlerde bilirler, hissederler fakat bastırır ve unutmak isterler. Zira insan Özdemir Asaf’ın dediği gibi ’acıyı bal eyledik’ sözünden uzak kalmayı arzu eder. Cumhuriyeti kuran kadrolar esasında ’homojen’ değildir.  Gerçekte, sonradan Ankara’ya ’el koyan’ ve Mustafa Kemal’i kuşatan ve son zamanında ’Saray’a hapseden’ kadro İstanbul’u işgal eden başta İngilizlerin ’muhipleridir’. Anadolu Mücadelesi’nin başlangıcında, yerel ve milli eşraf tarafından Anadolu ve Rumeli Müdafa-i Hukuk Cemiyetlerinin ’tortuları’ yeşerdiğinde ‘zamanın aklı’ devreye girmiş ve ’atama’ yapmıştır. O tarihe dek son 30 yılında yüzde doksan ’küçültülen’ Osmanlı, yeni Türkiye Cumhuriyeti’ne dönüştürülmüştür.

Ve o ’dönüşüm’ sonrasında yeni bir toplumsal algı, hafıza oluşumu planlanmış, yıllar süren gayretlerle bu ’filiz’ gözle görünür bir ’gövdeye’ çevrilmiştir. Geçmişle kopartılan ’bağ’, devrimler ve modernleşme adı altında kabul ettirilmiştir. Dahası, ’eşeği kaybettirip semeri buldurup sevindirmek’ benzeri, gasp edilen topraklarımızın yüzde onunda bir devlet kurma başarısının hamlesi büyük bir zafer olarak pazarlanmış, kitleler buna ikna edilmiş, inandırılmıştır. Belli ki, Yunan süngüsü dekoru ve tecavüzü altında bu kurtuluş mutlaka şanlı, onu gerçekleştiren Halaskar da büyük kumandandır. Buna kimse bir itiraz da bulunamayabilir.

19 Mayıs 1919, 29 Mayıs 1453’ten bu vizyonda bakıldığında ne önde, ne de üsttedir. İster Osmanlıcı dünya görüşünde olalım, ister ulusalcı ve  Cumhuriyetçi gerçek tektir. İngiliz’in işgal ettiği İstanbul’un fethi, İngiliz’in gönderildiği zeminin ’resmileştirilen’ başlangıç tarihinden daha az önemsiz olamaz. Ancak esas daha öncelikli olarak kutlanması gereği ümmetçilik – Osmanlıcılık hülya, ideali nedeniyle değil acı ve keder dolu  işgalin altından, tecavüzden kurtulmayı önemsemek yerine mutluluk veren, çağ açan ve bu topraklarda yerleşik hale gelmemizin kesin anahtarı olan ’fethi’ her daim ve en güçlü şekilde hatırlamak, hatırlatmak içindir.

Ulusalcı mensubiyetin içinde olan da, Osmanlıcı yaklaşımı benimseyen de özünde insandır. İnsanın tercihi ’mutlu anı’ kalıcılaştırması, ’keder vereni çağrıştıranı’ ise en kısa sürede ’yok’ hale getirmesinden yana olmalıdır. Ve nihayet Türkiye bu ’psikolojik’ ve ’insani’ tercihi uygulama özgüvenindedir. Konuyu ’bir şeyi’ unutturmak gibi ’yanlış’ adres üzerinden tartışmak yine saçma bir enerji kaybıdır. Gün gelmeli ve sadece varlık nedenimiz olan ve bizi  büyüten zaferleri hatırlatan etkinliklerle oluşacak toplumsal hafızaya ulaşmalıyız.