Lafı dolandırmayacağım. Anlaşılmaz cümlelerde kurmayacağım.
Lafı dolandırmayacağım. Anlaşılmaz cümlelerde kurmayacağım. Diyeceğim o ki; ABD’de görülen Zarrab davası 17-25 Aralık darbesini uluslararası arenaya taşıyarak, Türkiye’yi mahkum etmenin davası. Bu kadar net ve bu kadar yalın. Hedef “Erdoğan’sız bir Türkiye”nin temellerini atmak, Türkiye’yi mahkûm ederek bu millete diz çöktürmek. Kolay mı? Değil. Başarılı olurlar mı? Bu denedikleri ilk operasyon değil, muhtemelen son operasyon da olmayacak ama diğerlerinde nasıl başarılı olmadılarsa bunda da başarılı olamayacaklar.
Davanın gerekçesi ABD tarafından “İran’a yönelik uygulanan ambargoyu delmek” olarak açıklanıyor. Bu bir gerekçeden daha çok bahane. Öyle olsa dönem zarfında İran’la ticari ilişkilere giren “Bunga ve Cargill” firmalarının da ABD yargısı tarafından mahkum edilmesi gerekirdi. Böyle olmadı, milyarlarca dolar üzerinden ticaret yapan bu şirketlere ABD yargısı dokunmadı. Meselenin özünde Halkbank var. Çünkü İran’la yapılan ticaret Türk Lirası üzerinden yapıldı ve ABD 100 milyar dolar açık verdi. Haliyle TL değer kazanırken, dolar değer kaybetti. Sonrasında ise 17-25 Aralık darbesini FETÖ eliyle devreye soktular.
Bu dava iki açıdan kanıt oluşturuyor. Birincisi, aslında çoktan kanıtlanmış olan FETÖ’nün ABD tarafından organize edilen bir terör örgütü olduğu. İkincisi ise 15 Temmuz darbesinin ABD tarafından planlandığı. Zaten davanın hakimi Richard Berman’ın FETÖ’yü nasıl desteklediği ortada. 17-25 Aralık’tan sonra Türkiye’ye gelen ve yapmış olduğu konferanslarda FETÖ’yü savunan Berman’ın “Today’s Zaman’la” gerçekleştirmiş olduğu röportaj kayıtlarda duruyor. Buna ilave olarak Türkiye’de verdiği sempozyumları organize eden avukatlık firmasına da 15 Temmuz darbesinden sonra el konuldu ve FETÖ’yle bağlantıları net bir şekilde ortaya çıkarıldı. Her şeyden önce davanın hakimine bakarak bile bu davanın bir kumpas davası olduğunu anlamak çok zor değil.
Bunu da geçelim ve bugüne kadar sadece bir kere tanık olduğum bir meseleye gelelim. Bu davayla ilgili olarak tarihinde ikinci defa Türkçe tweet atan “New York Times’ın” kumpas davasını nasıl sahiplendiği ortada. Bildiğiniz gibi atmış oldukları ilk Türkçe tweet 16 Nisan referandumundan önceydi ve EVET’in çıkmaması için algı operatörlüğüne bu şekilde soyunmuşlardı. Yaklaşık 7 ay arayla ikinci Türkçe tweetini atan NYT’nin bırakın Türkçeyi İngilizce dışında başka bir dilde tweet attığını hiç görmedim. Davanın küresel boyutunu ve Türkiye’yi mahkum etmenin yollarını bu şekilde “meşrulaştırmaya” çalıştıkları bir gerçek.
İşin açıkçası çok ciddi bir küresel operasyonla karşı karşıyayız. 17-25 Aralık darbesinde taşeronları FETÖ başarısız olunca, durumu sahiplendiler ve tezgâhı bu şekilde kurdular. 17-25 Aralık darbesini ikinci kez, FETÖ malzemeleriyle tertiplemeye çalıştıkları bir gerçek. Pentagon’un alenen “PYD ile iş birliğimiz sürecek” açıklamasından sonra tek tek gelmedikleri de çok açık. Topu birden gelsin, tüm operasyonları tarihin dibine gömdük, bu kumpası da gömeceğiz. Özetle… Başaramayacaklar!
Ve Kılıçdaroğlu FETÖ’nün çizdiği yolda yürümeye devam eder…
Kemal Kılıçdaroğlu salı günkü grup toplantısında eline tutuşturulan kağıtlarla Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yurtdışında parası olduğunu iddia etti. SWIFT kodlarına ulaştığını belirten ve para dekontlarına sahip olduğunu iddia eden Kılıçdaroğlu’nun elbette ki bu ilk yalanı değil.
Yalan diyorum. Çünkü Cumhurbaşkanı’nın avukatlarının “savcılığa ver” dediği o sahte belgeleri henüz veremedi. Onu da geçtim “Cumhuriyet, Sözcü” gibi yandaş gazetelerinde bile o sahte belgeleri yayınlatacak cesareti gösteremedi. Kılıçdaroğlu madem Erdoğan’ın (ki sahte belgelerinde bile Cumhurbaşkanı’nın adı geçmiyor) yurtdışında parası olduğunu iddia ediyor, neden bunları kamuoyundan saklıyor? Bu sorunun cevabını kendileri de veremiyor.
Ama bence asıl sorular şunlar: O sahte belgeleri kim Kılıçdaroğlu’nun eline tutuşturdu? SWIFT kodlarını gösterirken “ikna olmadım, dekontları istedim” dediği kişiler kim?
Sahi bir ara Kılıçdaroğlu “ByLock” kullanan yüz küsür milletvekilinden bahsetmişti ama isimlerini yine açıklayamamıştı. Hatta kendisine çağrı yapmış, “o milletvekillerinin isimlerini ver yayınlayacağım” demiştim, verememişti.
Dolayısıyla bu ilk yalanı değil, muhtemelen son yalanı da olmayacak…
Müstemleke zihniyetli!
ABD’de Zarrab davası görülmeye başlandı ya bugüne kadar terör örgütlerini sınır tanımadan destekleyenler umutlandı. Acaba “Erdoğan düşer mi” diye ABD’den medet umacak kadar müstemleke zihniyetlerinin esiri oldular. Bunlardan biri de Türkçeyi katlederek (belki de bu ülkeye bir aidiyeti olmadığı içindir) paylaştığı “timeline bey sizi en son 17/25 aralık'ta böyle neşeli görmüştüm” tweetinin sahibi Mirgün Cabas…
ABD’deki kumpas davasından medet umacak kadar zavallı bir pozisyona düşen, demokrasiyle imtihanında sınıfta kalıp mandacılığı kendine yakıştıran ve FETÖ’nün sözcülüğe soyunan bu loser karakteri bu köşeye taşımak istemezdim…
Lakin… Bunun gibilerden çok olduğu için ibretlik emsal taşısın diye paylaşıyorum. Buna Mustafa Kemal’in “Bağımsızlık benim karakterimdir” sözünü çiğneyip emperyalist güçlerden medet umacak kadar gözü Erdoğan nefretiyle kararmış sahte Atatürkçüleri de ekliyorum. Ve açıkçası bunlarla değil “birlik ve beraberlik” yan yana dahi gelinecekse ben orda yokum. Bu mücadelede tek kalsam da.