Bir sözlükte yurt kelimesinin on tane anlamı var. "Göçebe bir yaşam süren Türk ve Moğol halkına özgü, ahşapları sökülüp taşınabilir yapıda, üzeri deri ya da kumaşla örtülü, daire biçiminde çadır."
Bir sözlükte yurt kelimesinin on tane anlamı var. Onuncusunu aktarıyorum. “Göçebe bir yaşam süren Türk ve Moğol halkına özgü, ahşapları sökülüp taşınabilir yapıda, üzeri deri ya da kumaşla örtülü, daire biçiminde çadır.”
Tüm yurtlar işte buradan çıkmış. Öğrenci yurdu da vatan anlamındaki yurt da... Hepsi buradan neşet etmiş. Osmanlı evlerine ait mimari planları inceleyen bir akademik tezi incelerken ev planlarıyla çadır olan yurt planlarının benzerliği ortaya konuluyordu. Osmanlı evlerindeki sofa ve banyoların yerleri çadırdaki yerlerle uyumluydu. Madem bir yere kök salacağız, madem çadırdan yerleşik hayata geçeceğiz bunu bildiğimiz şekilde yapalım demiş olsa gerek atalarımız. O yüzden bu evlerde uzun yıllar sağlık ve sıhhat içinde yaşamışlar. Yaz gelince yine yaylalara çıkmış Yörük olanlarımız. Sonra başka memleketlere göç edip evlerinin planlarını yanında götürmüşler. Berat, Saraybosna, Prizren işte bu evlerin belki de Anadolu’dan daha iyi muhafaza edildiği yerler olmuşlar.
Bir yer böyle yurt olmuş. Farklı şehirleri işte böyle yurdumuz yapmışız. Anadolu’da yurt çadırlarını kullanan Yörüklerin sayısı giderek azalmış. Şehre giden öğrenciler kendilerine bir otel bir evden önce bir yurt aramışlar. Devlet yurtları, özel yurtlar... Bakın işte yine yurt ihtiyacı hasıl olmuş. Ama bu yurtlar çadırlardan getirdiğimiz hiçbir değere karşılık gelmiyor.
Sadece öğrenciler için değil, aileler için de şehirlerin yurt olma vasfı çoktan ortadan kalktı. Bin yıldan fazla süredir sürdürülen mimari gelenek apartmanlarla sekteye uğradı ve biz gerçek anlamda yurtsuz kaldık. Apartmanları, çok katlı binaları nasıl kullanacağımız bilemedik. Yazın evde kışın sıcaklayınca yaylada geçirirdik zamanı. Havalar ısınınca klima taktırmak oturduğumuz yerleri yurt yapmaya yetmiyor.
Buraya nereden geldik. Tabii ki öğrenci yurdunda çıkan yangından. Adına yurt dediğimiz ama yapılış ve kullanılış olarak bize yabancı bir yerde çocuklarımız kısıldı kaldı. Yangın çıkışları bile kapalı bir binadan söz ediyoruz. Yurt değildi, olsa olsa mezar olabilirdi. Oldu da.
İşte yurtsuzluğumuz bu şekildedir. Kendimize ait olmayan, içinde kendimizi yurdumuz hissetmediğimiz yerlerde kendimize, geçmişimize ve geleceğimize uzak şekilde yaşıyoruz. Yurt yerine konutlarda oturuyoruz. Her derdin çözümünü de teknolojiye havale etmiş durumdayız. Kısılıp kalıyoruz o binaların içine. İçimizde bir huzursuzluk ve bir yerlerden başlayan yangın tüm binayı sarıyor. Sonra hepimiz ama hepimiz bir binanın içinde birbirimize sarılıp kapalı bir yangın çıkışının önünde hayatımızın son anlarını yaşıyoruz.
Yurtsuzluk öldürücüdür. Ama daha kötü olanı kendinin bir yurdun içinde olduğunu düşündüğü halde yurtsuz kalmaktır. Yurtdışı derken kendimize yurt bellediğimiz yerlerin dışı gelir aklımıza. Bir çadır ya da bir ülke... Görüyorsunuz büyüklüğü değil uyandırdığı duygu önemli.
Yaşadığımız budur, kaybettiğimiz yurdumuzdur. Mimari sadece teknik bir konu değil hayatımızı yaşadığımız değerlerin toplamıdır. Ufku göremiyoruz ve ufuksuz kalıyoruz. Gökyüzüne hasretiz. Çünkü yurdumuzu kaybettik. Sonra adına yurt görüp aldandığımız yerlerin içinde geleceğimiz olan evlatlarımızı.