Kendini doğru ifade edemeyen, nereye geldiğinden emin olmayan, amacı ve hayali olmayan, tutkusu olmayan gençlerle karşı karşıyayız…

Ağustos ayı ile başlayan tatlı bir telaş vardır…

Bilenler bilir…

Konservatuvarlar yetenek sınavları için adaylara çağrıda bulunur…

Konservatuvarların yanı sıra, üniversitelerin Sanat ve Tasarım Fakültelerine bağlı bölümler, Müzik ve Sahne Sanatları Bölümleri, Güzel Sanatlar Fakülteleri, sanatın her alanında yeni yeteneklerini seçerler…

Devlet Üniversitelerinin yıllanmış sanat bölümlerine rakip gelen, özel ve vakıf üniversiteleri dahil, birçok üniversite “konservatuvar veya sanat fakülteleri” açtılar…

Üniversiteye geçiş sınavından 150 taban puan alanlar bu sınavlara girme hakkını elde ederler…

En az 150 puanı kapan adaylar ağustos ayında kapı kapı dolaşıp resim olmazsa piyano, tiyatro olmazsa şan bölümlerinin sınavlarına giriyorlar…

Hal bu ya…

Tam da bu noktada bir eğitimci olarak açıklık getirmek ve gördüklerimi paylaşmak isterim…

Sanat eğitimi konusunda kafamız karışık, sistemimiz karmaşık, taban puanlarımız düşük...

Sanatçıdan ürettiği alanda yeteneğinin yanı sıra, vizyon, kültürel birikim, köklü düşünceler, temsil gücü beklenir…(di)

Şimdi adını soyadını yazabileni yetenek sınavlarında nazıyla tuzuyla karşılıyoruz…

Ne demek istiyorum…

İlköğretimden- üniversiteye kadar geçirilen süreçte kazandırmamız gereken düşünce gücünü, çoktan seçmeli sınavlara kurban ettiğimizi söylüyorum.

Yetenek sınavlarında teknik olarak işitmesinin, elinin gücünün ölçmesini yapmıyoruz artık…

Çünkü ona sıra gelmiyor…

Kendini doğru ifade edemeyen, nereye geldiğinden emin olmayan, amacı ve hayali olmayan, tutkusu olmayan gençlerle karşı karşıyayız…

Şimdi bu genellemeyi bana yakıştırmadınız…

Ya da yazıyı umutsuz buldunuz…

Belki Türkiye’de jenerasyonlar, evlerinin duvarlarında Rembrandt tablosuyla ya da herhangi bir yağlıboya eseri görerek büyümedi…

Her hafta düzenli oyun temsillerine gitmedi mesela Ahmet Kutsi Tecer’in Köşebaşı oyunuyla seyre dalmadı…

Çocukluğumuzdan majör ve minör gamları duyan ayırt eden bir müzik kültürü içinde büyümedik belki…

Lakin, bunları merak edecek bir tutku ve görgü zerk edilirdi…

Öğrenme heyecanı, zevk alma duygusu, duyma, görme, tanıma merakı vardı…

İlköğretim çağından gelen kompozisyon yazma, görgü dersleri, hayal kurduğumuz resim spor müzik dersleri vardı…

Şimdi bu derslerde test çözülüyor, bu derslerin notları ortalama yükseltmek için kullanılıyor…

Geçmişi güzellemek istemem, her dönemin dinamikleri ayrıdır… Lakin ülkemizdeki mesele bir yetenek sorunu değil bir sistem sorunu…

Ciddi bir sorun…

İşte bizim yetenek sınavlarında karşımıza gelen adaylarımız, sorduğumuz soruyu anlamakta zorlanan, duygu farkındalıkları olsa bile ifade kabiliyetleri gelişmemiş gencecik pırıl pırıl gençler…

Rol modelleri yok, popüler kültürün verileri, sınavların yaratmış olduğu marazlar ve ailelerinin baskısıyla ezilmiş, ışığı sönmüş gençler… Bir üniversiteye “kapak” atsalar yeter…

Puanları normal bölümlere yetmeyince Konservatuvar sınavlarını deneyenler…

ÇUVALDIZI KENDİMİZE BATIRALIM

Bu gençlerin hiçbir suçu yok…

İçine doğdukları ortamı organize eden, yaratan bizleriz…

Eğitim sistemi, siyasal gerginlikler, tarih-medeniyet kalıntılarına verdiğimiz önem, doğal güzelliklere davranışımız, kapıdan çıktığımız anda gördüklerimiz, yaşadıklarımız hepsi ama hepsi bizim ortaya koyduğumuz vizyon…

Bizler, ebeveynler, bu ülkede sistemi kuranlar, eğitime hizmet verenler, sanat ruhunu ve atmosferini yaratmak bizim işimiz…

Mesela, sanat okullarımızın binalarına bakalım ya da her gün açılan konservatuvarlara…

Ya da bizim vergilerimizle şekillendirdiğimiz kültür-sanat sezonları ve içeriklerine…

Haydi okullardaki müzik-resim derslerine bakalım…

Konser salonlarımızdaki heykellere ve tavan süslemelerini gözümüzün önüne getirelim…

Sınıfa tıkadığımız öğrencilerimize…

Lisedeki tiyatro kulüplerine, sinema kulüplerine, edebiyat kulüplerine bakalım…

Yaşamsal, insani ve heyecan verici olan sadece hayal gücümüze dayalı üretimleri kurban ettiğimiz “protokole” bakalım…

Ben size teknolojiden, popüler kültürden bahsetmeyeceğim çünkü bu zamanın dinamiklerinden dertlenmiyorum, endişelenmiyorum…

Biz yapmadıklarımızdan 150 puan bile alamayız…

Demem o ki bu çocukları 150 taban puana mahkum eden bizleriz…

Onların potansiyelini, daha ilkokuldan, baskılayan bizleriz…

GÜNÜN SÖZÜ: Bilim ve sanat, takdir edilmediği yerden göç eder. İbn-i Sina