Hakikat ise bambaşkadır… Müslüman dünyanın, özellikle Arapların Osmanlı hakkındaki düşüncesi hepimizin tüylerini diken diken edebilir.

Pazartesi günü “Osmanlı’nın ihyası” düşüncesi üzerine yazı dizisine başlamıştık. Şu anda kamuoyunda ve benim de içinden geldiğim milliyetçi ve muhafazakâr camiada hâkim görüş Osmanlı Cihan Devleti’nin ihya edilmesine en çok Batılıların karşı olduğudur. Onun içinde, zannederler ki, Batılılar Osmanlı’yı yeniden ihya edecek bir Türkiye’nin önünün kesilmesi gerektiğini düşünürler. İlaveten, bizim milliyetçi ve muhafazakâr camia, bütün İslam Âleminin ve Müslüman halkların “Ah, Osmanlı Saltanatı yeniden kurulsa, ne kadar bahtiyar oluruz!”, diye heyecanla beklediklerini sanırlar. Umutları odur ki, Eyüp Sultan’da kılıç kuşanarak Ayasofya’da Cuma namazı kılacak Türk Devlet reisini bütün İslam Âlemi oy birliği ile Halife kabul edecektir. Pazartesi günkü yazımda da değindiğim gibi 11 – 12 yaşında çocukların böyle hülyalara kapılması mazur görülür de, saçı sakalı ağarmış kocabaşların bu hülyalara kapılması kat’iyetle mazur gösterilemez.

Hakikat ise bambaşkadır… Müslüman dünyanın, özellikle Arapların Osmanlı hakkındaki düşüncesi hepimizin tüylerini diken diken edebilir. Bugün İslam âleminde, özellikle Araplar arasında “Osmanlı’nın ihyası” düşüncesi nasıl karşılık bulacaktır, bunu tartışacağım. Ama öncelikle bizim ahalimizin geneli ne anlamaktadır, onu cevaplayayım.

OSMANLI’NIN İHYASI İLE TÜRK TOPLUMU NE ANLAMAKTADIR?

1299’dan 1699’a kadar sürekli büyüyen 1453’den 1650’lere kadar dünyanın bir numaralı askeri ve siyasi gücü olan Osmanlı Devleti bu tarihten sonra bazı geçici zaferler haricinde sürekli yenilmeye başlamıştı. Yani 1700’den 1918’e kadar tam 218 sene yenilgi üstüne yenilgi, kaybedilen topraklar katledilen ve kaybolan insanların hatıraları ve ana vatana göç eden milyonlar görmüştü Türk toplumu. Tabiî bu bir travma idi. Yaşanan acıların telafisi ise gitgide daha büyük oranda geçmişin şanlı zaferlerinde aranıyordu. İşte her sıkışıklık anında, bizi tekrar Fatih ve Kanuni dönemlerini marazi bir hasretle yâd etmeye götüren duygu bu travmadan kaynaklanır.

Okuduğumuz tarih kitaplarında, kutladığımız bayramlarda, seyrettiğimiz dizilerde hep dünyayı bir zaman bugünkü tabirle “süper güç” olarak yönetmiş İmparatorluğumuza duyulan hasret vardır. Bu da aslında romantik ve marazi bir bakış açısıdır. Ünlü tarihçi Carr’ın da belirttiği gibi tarih yazıldığı zamanın şartlarına göre yazılır. Dedelerimizin Osmanlı yönetimine nasıl baktığından bağımsız olarak, biz, bugünkü ihtiyaçlarımıza binaen Osmanlı’yı yeniden tanımlıyoruz.

Bugün ahalimizin çoğu için Osmanlı’nın ihyası bütün Türk ve Müslüman aleminin Türkiye’nin liderliğinde bir çatı altında toplanması anlamına gelir. Elbette ki bu, Türk Devlet reisinin Halife olması şartı ile Hilafet’in de ihyası anlamına gelir. Kimse, bugünkü Türkiye’de, hanedanı getirip tekrar meşruti monarşi kuralım dememektedir. Bunu en başta oyla gelen seçilmiş devlet adamlarımız istemez. Osmanlı’nın ihyasından ahalimizin çoğunluğunun kastı, belki bir AB benzeri yapı altında, Türk ve İslam Aleminin bir çatı ve Türkiye liderliği altında bir araya gelmesidir. Dahası bütün Müslümanların da, tıpkı bizim gibi, bunu hasretle beklediği zannedilir. Gerçek ise bambaşkadır.

“OSMANLI’NIN İHYASI” İSLAM TOPLUMLARI İÇİN NE İFADE ETMEKTEDİR?

Mısır ve Garb Ocakları (Libya, Tunus ve Cezayir) hiçbir zaman tam anlamıyla Osmanlı olmadılar. Osmanlı Devleti’nin merkezi kurum ve kurallarından bağımsız özerk bir yapının içinde yaşadılar. Uzak Hicaz, Sudan, Somali ve Yemen gibi eyaletler de aslında hiçbir zaman İstanbul’daki merkezin otoritesini hissetmediler. Bugünkü Irak ve Suriye ile Ürdün, İsrail ve Filistin nispeten merkezi gücü, onun kurumsal yapısını ve kültürel hayatını diğer Arap ülkelerine göre daha fazla hissediyorlardı. Esas anlamıyla Osmanlı hayat tarzı, kurumları ve kültürü Anadolu ve Rumeli ile belli oranda Kırım’da hakimdi. Bu yüzden Arap toplumlarının kahir çoğunluğu için Osmanlı bir yabancı yönetim idi. Orta Asya’daki Türk toplumları için İkinci Abdülhamit dönemine kadar Osmanlı Devleti uzak bir diyardan başkası değildi. Ancak Rus işgalinden sonra Halife ve Türk Hakanı unvanları ile Abdülhamit Han’ın belli bir otorite elde ettiği bilinmektedir. Azerbaycan Türkleri içinse Osmanlı yüzyıllardır savaşılan düşman idi. Özetle diyeceğim odur ki, Osmanlı kimliği ve kültürü ancak Rumeli ve Anadolu ahalisini kapsamaktaydı. Diğer imparatorluk halkları için Osmanlı uzaktaki yabancıdan ibaretti.

Sultan III. Selim zamanında başlayan Vehhabi ayaklanması bütün Hicaz’ı sarmıştı. Bunun arkasındaki düşünce Muhammet bin Abdülvehhab adındaki bir Hanbelî fakihinden kaynaklanıyordu. Bu kişi bugünkü Vehhabiliğin kurucusudur. Şeytan bakışlı Abdülvehhab’a o dönemki Suud aşiret reisi Muhammed ibni Suud destek verdi. Bunların ana görüşü şu idi: “Osmanlı Devleti dinde bid’atler (yozlaştırıcı yenilikler) getiren, İslam dinini aslından uzaklaştıran, İslam âlemini dininden, zenginliğinden ve adaletinden eden fasık bir hükümettir. Halifeliği haksız yere gasp etmiş, Arap toplumunu geri bırakmış, tarikat ve tasavvuf adıyla bilinen zındıklığı meşrulaştırmıştır.” Bu eşkıyalar kendilerine biat etmeyenleri kılıçtan geçirmiş ve devlete isyan etmişlerdir. Bugün (Türkiye dışında) dünyada İslamcı olarak bilinen hareketlerin büyük çoğunluğunun düşünceleri bu temellere dayanır. Gerek Mısır’daki ulema, gerek Pakistan’daki ulema Vehhabilere yakın köktenci görüşleri savunurlar. Aralarındaki farklılıklara rağmen, hepsinin ortak kanaati, İslam Âleminin geri kalmışlığının ve İslam’ın yozlaşmasının sebebi olarak Osmanlı’yı görmeleridir.

Bugünkü Arap devletleri açısından olaya bakacak olursak “Osmanlı’nın İhyası” sözü bile onlar için en kötü kâbus yerine geçer. Çünkü Osmanlı’nın ihyası ile anladıkları Türkiye’nin tahakkümüdür. Sadece şu bile bu durumu ispata kâfidir: Son yıllarda Arap devletlerinin ve Arap birliğinin ortak karar alabildiği tek konu Türkiye’nin sınır ötesi askeri harekâtlarını kınamalarıdır. Arap ve İslam ülkelerindeki devletler nazarında “muhayyel İslam Dünyası” yoktur. Sadece kendi hükümran oldukları devletler vardır. Düşünsenize Sisi veya herhangi bir Arap Reisi Osmanlı’nın ihyasından ne anlayabilir: Türkiye’nin ülkesini işgali… Bizim böyle bir bakış açımız da hedefimiz de yok ama bilelim ki Araplar için durum bu şekildedir.

Arapların aydınları ve milliyetçileri için de Osmanlı yönetimi Arap kimliğini yok eden, Arapları cehalete ve sefalete mahkûm eden, ceberrut bir yönetimdir. Bu düşüncelerinin bir kısmı Batılı sömürgelerin etkisiyle gelişmiş olsa da, Arapların muhafazakârları ve İslamcıları için de Osmanlı’nın ne ifade ettiğini yukarıda anlattık.

Hal böyle iken, bizim “Osmanlı’nın ihyası” ile kastettiğimiz İslam ülkelerinin birliği ve dayanışması önerisinin ilk önce o ülkelerin yönetimleri tarafından kabul edilmeyeceği, kınanacağı aşikârdır. Eğer bir İslam birliği kurulacaksa, Mısır’ın, Suudların, Pakistanlıların ve diğerlerinin her biri bu birliği kendi hegemonyası altında ister. O yüzden muhayyel bir “İslam Ümmeti” ve muhayyel bir “İslam Dünyası” yoktur. Zaten Osmanlı’da İslam Dünyasının ortaklaşa kararıyla hakimiyete geçmemiş, halifeliği de”icma-i ümmetle” ele almamıştır. Osmanlı kılıç hakkıyla, askeri gücüyle egemenlik kurmuştur. Zaten bu güç tükenince de yıkılmıştır. Onun için boşa hayal görmeyelim. Eğer bütün petrol havzalarına yayılan İslam Alemini kendi yönetimimiz altında birleştirmek istiyorsak bu fethi yapacak dev orduya, o orduyu besleyecek büyük finansal ve ekonomik kaynaklara ve de uzun bir zamana ihtiyacımız vardır.

Pekiyi Osmanlı’nın ihyası iktisadi açıdan rasyonel midir? O da Pazartesi’ye kalsın.