Avrupa'da güvenlik endişesi en üst seviyeye çıktı. NATO'nun ikinci büyük ordusuna sahip Türkiye'nin önemi arttı.
Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne (AB) üyelik süreci, yaklaşık 10 yıldan bu yana derin dondurucuda.
Bunun en önemli nedeni, 2004’ten başlayarak, Türkiye’nin demokratikleşme, insan hakları ve özgürlükler konusunda üyelik süreci ile ilgili tarihi nitelikte adımlar atarak üzerine düşen yükümlülükleri büyük oranda yerine getirmesine karşın AB’nin sorumluluğu olan karşı adımları atmaması ve bazı üye ülkelerin Birlik’i bir “Hristiyan Kulübü” olarak tutma çabası oldu.
Bu yaklaşım, Türkiye’nin üyelik süreciyle ilgili “hevesini kırarken”, adım adım ilişkilerin soğumasına da neden oldu.
Özellikle 2016’daki darbe girişimi sırasında başta Almanya ve Fransa olmak üzere AB üyesi önemli ülkelerin, demokratik yöntemle, seçilmiş meşru iktidardan tavır almak yerine ikircikli, hatta darbecilerden yana bir tutum takınması ise ipleri iyice gerdi.
O günden bu yana Türkiye’nin üyelik süreci tamamen rafa kalktı.
Geçen süre içinde AB ve üye ülkelerin terör örgütlerine destek vermesi ve de Doğu Akdeniz’de yaşanan sorunların yanı sıra yine Birlik ve üyesi ülkelerin Kıbrıs ve Ege’de yaşanan sorunlarla ilgili olarak Yunanistan’ın yanında yer almaları yaşanan krizi derinleştirdi.
Ancak bu yılın Şubat ayında Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik işgaliyle başlayan ve henüz ne zaman biteceği öngörülemeyen savaş dengeleri değiştirdi.
Avrupa’da güvenlik endişesi en üst seviyeye çıktı.
NATO’nun ikinci büyük ordusuna sahip Türkiye’nin önemi arttı.
Dahası Ankara’nın, bu savaşın sona erdirilmesi konusunda neredeyse tek ve en önemli aktör olarak öne çıkması, Ukrayna ve Rusya’dan sonra bu savaştan en büyük zararı gören Avrupa ülkeleri açısından Türkiye’yi vazgeçilmez bir konuma getirdi.
Gerek savaşın sona erdirilmesi gerekse de tahıl krizinin çözümü konusunda oynadığı rol açısından Türkiye, sadece söz konusu ülkelerin yönetimleri nezdinde değil Avrupa toplumunda da önemli bir destek görmeye başladı.
Ukrayna savaşı ile başlayan ve şimdilerde Avrupa’da zirve yapan enerji krizi, bu konuda da alternatif olabilmesi açısından gözlerin Türkiye üzerine çevrilmesine yol açtı.
Bu savaş devam ederken geçtiğimiz Haziran ayında Madrit’te yapılan NATO Liderler Zirvesi’nde imzalanan Stratejik Konsept belgesinde Rusya ile birlikte Çin’in de ilk kez tehdit olarak yer alması da Türkiye’nin jeopolitik ve stratejik önemini artırdı.
Zira, ABD’nin Çin’i “çevreleme” çabalarının bir neticesi olarak ortaya çıkan bu durum, ekonomi alanında birçok yönden Çin’e bağımlı Avrupa ülkeleri için tek alternatif olarak gözlerin Türkiye’ye yönelmesini sağladı.
Yine bu zirvede alınan kararlar doğrultusunda NATO’nun genişleme konsepti çerçevesinde İsveç ve Finlandiya’nın üyeliklerinin de gündeme alınması Türkiye’nin eline büyük bir koz vermiş oldu.
Ankara, her iki ülkenin NATO üyeliklerine onay vermeyi, bu ülkelerin başta PKK ve FETÖ olmak üzere, terör örgütlerine verdikleri desteği çekmeye ve bu konuda iş birliği yapmaları dahil bir dizi şarta bağlayarak, söz konusu ülkeleri Türkiye ile ilişkilerini düzeltmeye zorladı.
Her iki ülke yetersiz de olsa şu ana kadar bu konuda bir dizi adımlar attı.
Bu süreçte yaşanan tartışmalar İsveç ve Finlandiya ile birlikte diğer Avrupa ülkelerinde de terör örgütleriyle mücadelede olumlu bir havanın oluşmasını sağlamaya başladı.
Örneğin, PKK’nın iki yılı aşkın süredir Avrupa’nın terör örgütleri listesinden çıkarılması kapsamında bazı Türkiye karşıtı çevrelerin desteğiyle de yürüttüğü kampanyalar neticesiz kaldı.
Avrupa Adalet Divanı bu hafta başında aldığı bir kararla, PKK’nın terör örgütü listesinden çıkarılması yönünde yapılan başvuruyu reddetti.
PKK açısından büyük bir hayal kırıklığına tekabül eden bu karar, kuşkusuz Türkiye açısından oldukça olumlu ve önemli.
Şimdilerde Almanya’da yaşanan bir gelişme, bir diğer terör örgütü FETÖ ile ilgili de olumlu bir sürece girilebilme ihtimalinin zeminini doğurdu.
Geçtiğimiz hafta 11 federal eyalette eş zamanlı yapılan operasyonlarda Almanya’da darbe girişimine hazırlandıkları gerekçesiyle 25 kişi gözaltına alındı, bunlardan 19’u “terör örgütü üyeliği” suçlamasıyla tutuklandı.
Türkiye’de 15 Temmuz 2016’da yapılan silahlı darbe girişiminde 248 kişi yaşamını yitirdi, 2 binden fazla kişi yaralandı.
Bu darbe girişimini yapan FETÖ, şu ana kadar Almanya dahil hiçbir Avrupa ülkesi tarafından terör örgütü olarak kabul edilmedi.
Dahası bu terör örgütü üyelerinin büyük kısmı ABD’nin yanı sıra yine başta Almanya olmak üzere Avrupa ülkelerine sığınmış durumdalar.
Şu ana kadar ne ABD ne de Avrupa ülkelerinin hiçbirinden Almanya’ya, “bu kişileri neden tutukluyorsun” diye bir tepki yöneltilmedi.
Şimdi, Almanya’da yaşanan bu durum, Türkiye’nin bu çifte standartlı yaklaşımı gündeme getirmek ve daha önemlisi, bu ülkelerin FETÖ ile ilgili yaklaşımlarını da yeniden masaya yatırmaları için önemli bir fırsat sunuyor.
Geçtiğimiz hafta "Türkiye'nin Girişimci ve İnsani Dış Politikası" konferansında konuşan Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, tam da bu duruma dikkat çekerek, "İnşallah, Avrupa ülkeleri bizim 15 Temmuz'da yaşadığımız darbe ve terörü hatırlar, bunlarla mücadeleyi ortak mücadele haline getirmemiz gerektiğini anlar" dedi.
Çavuşoğlu sadece bir değerlendirme yapıp temennide bulunmadı.
“İçinde bulunduğumuz kıtanın istikrarı ve barışı için ve ekonomik kalkınması için Avrupa'ya tekrar odaklanmamız gerektiğini Ağustos ayında Büyükelçiler Konferansı'nda değerlendirdik. Şimdi bu yönde çalışıyoruz" diyerek yeni bir sürece işaret etti.
Yani Ankara’da, yazımızın başlığına konu olan yönde bir değerlendirme ve bu değerlendirme doğrultusunda bir çalışma sürecine girilmiş durumda.
Dileriz Avrupa da benzer yönde bir değerlendirme yapıp aynı doğrultuda bir çalışma içine girer.
Böyle bir gelişme, Türkiye açısından da Avrupa açısından da yepyeni bir sürecin başlamasının kapılarını aralar.