Cuma günkü yazımda ABD'nin karanlıklar lordu olarak dünyayı Dolar adlı sihirli yüzükle idare ettiğini söylemiştim.
Tabii ki her ülkenin de kendi sihirli yüzüğü vardı: Ülkelerin milli paraları. Ama bu yüzüklerin sihri Tek Yüzük’e, yani Dolar’a, bağlıydı. Dolar’ı yöneten bu paraları da yönetirdi; dünya paralarını yöneten dünya finans sistemini de yönetirdi. Burada, sihirle kastedilen finans sisteminde değer üretmeden değer sahibi olmanın önünü açan üçkağıtçıların oyunlarıdır. Bu adaletsiz ve tek bir gücün dünyayı kendi çıkarına yönlendirdiği sistemin bir son bulması gerektiğini yazmıştım. Bu ise, yeni para sistemi demekti.
Dünya ekonomileri bugün, başta ABD olmak üzere, içe kapanma eğilimleri göstermektedir. Otarşiye doğru bu eğilimin siyasetteki yansımaları ise popülist milliyetçi hareketlerdir. Ülkesine göre yabancı düşmanlığı ve ırkçılığa kadar varan bu siyasi hareketler, özünde küreselleşmeye (yoksa küreselleşememeye mi? ) karşı gelişen tepkilerden doğmaktadır. Güncel küreselleşme eğilimi çarpık, dengesiz, eşitsiz ve acımasız bir dünya yaratmıştır. İsterseniz, güncelde gerçekleşen çarpık küreselleşmenin yarattığı sonuçları sıralayalım: küresel terör ve küresel insan ve organ kaçakçılığının yaygınlaşması, iç savaşlar, ulusal ve küresel para akışlarının kontrol dışına çıkması, sermayenin üretken sektörlerden çıkarak üretken olmayan finans sektöründe yoğunlaşması, milli devletlerin milli ekonomiyi kontrol gücünün azalması ve milli ekonomilerin dünyada bir elin parmakları sayısınca finans şirketlerinin stratejilerine bağımlı hale gelmesi… Bütün bu sonuçları sıralarken, illa ki, mevcut “serbest piyasa ideolojisinin” çorbada tuzu vardır, bunu da not edelim. Ayrıca küreselleşmenin güncel ve çarpık haline tepkiler sadece fakir ve dışlanmış ülkelerde değil, hatta daha fazla, zengin ülkelerde de güçlenmektedir. Bunun sebebi, küreselleşme mevcut haliyle sadece küresel eşitsizlikleri değil, aynı zamanda, her ülkenin içindeki ulusal eşitsizlikleri de arttırmaktadır.
Bugünkü durum devam ederse, süreç üç farklı senaryo ile sonuçlanabilir:
(i) Bir dünya savaşı ve bunun sonucunda yeni düzeni savaşı kazananlar, büyük ihtimalle, kendi çıkarlarına uygun olarak tayin ederler.
(ii) Büyük bir küresel ekonomik kriz ve bunun sonucunda ülkeler bir araya gelerek herkes için ortak en iyiyi temsil eden bir sistemde uzlaşırlar.
(iii) Küresel savaş veya kriz çıkmadan, ülkeler (ABD ve İngiltere dahil) bir araya gelerek ortak akılla herkesin menfaatine olacak yeni bir küresel sistem kurarlar.
Birinci ve ikinci senaryo birer felaket senaryosudur. Birinci senaryoda mevcut sistem değişmez, ancak sistemin egemenleri değişir ve bu da, bir müddet sonra aynı problemlerin tekrar yeşermesine neden olur. İkinci senaryoda, felaket gerçekleştikten ve bütün insanlık ciddi kayıplara maruz kaldıktan sonra insanların aklı başına gelir ve ortak akılda buluşurlar. Üçüncü senaryo ise gerçekleşmesi en düşük ihtimal olmakla birlikte, bütün insanlık adına en düşük kayıpla ve en yüksek kazanımla tamamlanacak bir süreci işaret etmektedir. Temennim odur ki, hiç muhtemel görmemekle birlikte, üçüncü senaryo gerçekleşsin.
Varsayalım ki, herhangi bir sebeple, mevcut para sistemi yıkıldı. Varsayalım ki, pek muhtemel değil ama, üçüncü senaryo gerçekleşti. Bu durumda, her ülke için optimal olabilecek bir küresel para sistemi nasıl olmalı? Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yok: Arızalı kısımlarını değiştirerek yeni bir Bretton Woods sistemi kurulmalı. Bu sistem neye dayanmalı? Benim şahsi kanaatime göre şöyle sıralayabilirim:
- Küresel ekonomide tek bir rezerv para olmalı ve bu rezerv para bütün uluslararası işlemlerde kullanılan tek para olmalı. Bu parayı yeniden örgütlenmiş ve Küresel Merkez Bankası (Global Central Bank - GCB) halini almış IMF basmalı, yani bir ülkenin milli parası küresel para olmamalı. Parayı basarken IMF’ye bütün ülkeler tarafından hibe edilecek kıymetli maden stokları rezerv olarak kullanılmalı.
- Bütün dünyada sabit kur sistemi uygulanmalı, bu kuru ülkeler kendi başlarına değiştirememeli, dolayısıyla hiçbir ülke karşılıksız para basma yetkisine ve gücüne sahip olmamalı.
- Dünya Bankası bir Küresel Kalkınma Bankası’na (Global Development Bank - GDB) dönüşmeli, zengin ülkelerdeki tasarruf fazlaları makul bir bedelden bir havuzda toplanarak Az Gelişmiş ve Gelişmekte olan ülkelere altyapı ve üretken sektör yatırımlarına plase edilmeli.
- Birleşmiş Milletler yeniden örgütlenerek Küresel Parlamento (Global Parliament - GP) haline gelmeli ve her ülke eşit olarak bu Parlamentoda temsil edilmeli. Uluslararası ticaret, sermaye ve emek hareketleri, ülkeler arası bütün uzlaşmazlıklar hakkında ülkelerin hepsinin kabul ettiği ve kendi hukuk sistemlerini de bağlayan küresel kanunlar burada basit çoğunlukla alınabilmeli. Tabiî ki, hiçbir ülkenin tek başına veto hakkı da olmamalı.
- Küresel Sermaye hareketlerinin bu kadar yaygınlaşması ve milli devletlerin kontrolünden çıkması bilgisayar teknolojisi ile bağlantılıdır. Ancak, aynı bilgisayar teknolojisi, bu para hareketlerinin kontrolü için de kullanılabilir. Bunun için, küresel finans piyasasındaki para hareketlerinin mutlak olarak Küresel Merkez Bankası’nın kontrolünde olmasını sağlayacak ve bütün ülkelerin katıldığı tek bir finansal bilgi işlem sistemi kurulmalı.
- ILO bütün dünyada geçerli olacak standart işgücü istihdamı ve iş güvencesi kurallarını koyacak, denetleyecek ve yürütecek Küresel Emek İdaresine (Global Labour Administration - GLA) dönüştürülmeli, bütün ülkelerdeki İş Mahkemeleri ona bağlanmalı.
- Küresel Parlamento’ya bağlı olarak Küresel Polis Teşkilatı (Global Police Organisation - GPO) ve Küresel Barış Muhafızları (Global Peace Guards - GPG) kurulmalı ve ülkeler arası çatışmalarda bu güç müdahil olmalı. Ülkelerin askeri güçleri ve silahlanmaları sınırlandırılmalı ve meselelerin diplomasi ile çözülmesine öncelik verilmeli.
Bunlar emperyalizmi ortadan kaldırır mı? Hayır, ama sınırlar. Kapitalizm yerine sosyalizm gelir mi? Hayır, ama Kapitalizmi dizginler. Bu ütopya gerçekleşir mi? Bugünden bakıldığında mümkün değil. Çünkü mezhepsel ve dini farklılıklar bahane edilerek aslında otoriter yönetimlerin dayandığı popülist ve ırkçı siyaset anlayışları giderek hakim olmakta. Bunu da Cuma’ya bırakalım…