SAHİ, ''GÖNÜL''ÜN İNGİLİZCESİ NEYDİ?

Halil İbrahim İZGİ
Tüm Yazıları
Saraybosna'dayım. Bir Saraybosna Romanı olarak tanımladığım ilk romanım Cüda'nın şehirdeki okuma günü için davet edildim.

Saraybosna’dayım. Bir Saraybosna Romanı olarak tanımladığım ilk romanım Cüda’nın şehirdeki okuma günü için davet edildim. Okuma Molla Mustafa Başeski Caddesi’ndeki Yunus Emre Enstitüsü’nde olacak. Niyetim kendimden bahsetmek değil ama bu detayların hepsine ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Sonra sözü Ertuğrul Kürkçü’nün Avrupa Parlamentosu’nda Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’na İngilizce soru sormasına getireceğiz. Türkçe bilen iki kişinin İngilizce konuşması bağlamında, diğer kısımlar çok konuşuldu zaten. Yunus Emre Türkçe’nin abide ismi. Dünyanın neresine gidersek gidelim Türkçe adına iki çift söz söyleyecek olursak bunlardan biri Yunus Emre olur. Dünyanın her yerine yayılan ve zahiri olarak Türkçe öğreten ama daha da önemlisi gönül dilini öğretmeye çalışan dil kurumlarımız hep onun adını taşır. Hangi siyasi görüşten olursa olsun, tüm kesimler bu isme ve Türkçe’yi temsiline saygı duyar. Ne güzel.

Molla Mustafa Başeski’ye gelince. Kişiliği hakkında farklı söylentiler olsa da Türkçe’nin önemli bir yazarır. 18. Yüzyılda Saraybosna’da Türkçe günlükler tutmuş ve yazdığı günlüklerle tarihi ilk ağızdan dinleme imkanımız oluyor. Saraybosna’nın yazarıdır ama gönül dünyası İstanbul’u Saraybosna’dan ayrı tutmaz: “Tuna donarsa ve kâfir geçerse artuk İslambol'a dek gidebilür” diyerek endişelerini paylaşmış. Türkçe konuşmak böyle bir şey. Bu ifadeyi İngilizce’ye çevirirsek belki kelimeleri korumamız mümkün olur ama anlamın çoğu uçup gidecektir. Bu nedenle Türkçe konuşmak önemlidir.

İşte Yunus Emre Enstitüsü, Molla Mustafa Başeski’nin isminin verildiği bir caddede yer alıyor. Aradan yüzyıllar geçse de coğrafyalar değişse de dili insanları birleştiren bir köprü olarak görüyorsanız umudu korumak için sebep çok. Saraybosna sokaklarında, sokak isimlerinde aşina kelimeler, gönül coğrafyamıza ait hoş ayrıntılar bulmamız zor değil. Bu Türkçe’nin zenginliğini gösterdiği kadar ortak gönül dilini kurmuş toplumların nasıl bir ahenk yakalayacağının göstergesi. Kelimeleri muhatabın kulağına değil de tribünlere doğru söylüyorsak derdin anlaşmak değil kavga etmek olduğu aşikardır. Yabancı dil öğrenen kişilerin bunu vatanın sırtına saplayacak bir hançer olarak görmeleri ve öyle kullanmaları ne acı.

Yunus Emre bugün yaşıyor olsa ve Saraybosna sokaklarında gezinse eminim Boşnak halkıyla anlaşmanın güzel bir yolunu bulurdu. Molla Mustafa Başeski Avrupa Parlamentosu’nda olsa eminim güzel bir Türkçe ile herkesi büyülerdi.Kürkçü’nün “Hala Türkiye’nin Suriye’deki savaştan kaçan mülteciler için güvenli bir yer olduğuna inanıyor musunuz” sorusuna Molla Mustafa’nın vereceği cevabı az buçuk tahmin eder gibiyim. Siyaset yapıyorsanız dili iyi bilmeniz gerekli, amenna. Ama hangi dili bildiğiniz ve hangi dili nerede nasıl kullandığınız çok daha önemli. Anlam kaybı olmasın diyerek İngilizce konuşursanız, tecahül-i arif sanatını kininize katık etmeye çalışırsanız, anlattıklarınızın anlamı büsbütün kaybolur. Dert anlaşmaksa Türkçe hepimizin derdine devadır. Yunus Emre’yi Molla Mustafa’yı yüzyıllarca yaşatan dil bizi de yolda bırakmaz. Yeter ki dil ile gönül aynı istikamette olsun.

Sahi “gönül”ün İngilizcesi neydi?