BİR MEDYA ELEŞTİRİSİ VE BİZİM YAZARLARIMIZ

Ekin GÜN 24 Eyl 2018

Ekin GÜN
Tüm Yazıları
Son günlerde medyayla ve gazetelerin geleceğiyle ilgili basında çıkan yazıları büyük bir zevkle takip ediyorum. Her ne kadar yazılan tüm yazılar kişisel çıkarlarla ilgili olsa da konunun ana temeline ve medyanın geleceğine ilişkin fikir edinebiliyorsunuz.

Karşımızda Vedat Milor’un “menemen soğanlı mı olur, soğansız mı?” tartışmasını bile geride bırakan bir soru var: “Yazılı basın bitti mi?” Öncelikle bu sorunun cevabını vermekle başlayalım. Yazılı basın bitmedi, kısa sürede de biteceğe benzemiyor. Dünyadaki her olay gibi bu meselede arz ve taleple ilişkili. Yazılı basına hala talep varsa arzda mutlaka olur. Dünyadaki her şey gibi de gelecekte farklı bir değişimin önünde kimse duramaz, şimdiden buna ilişkin kimse net bir kanıda bulunamaz. Mesele bu kadar basit.

Aslında yazının başlığından da anlayacak olursanız daha mikro bir konu yazacaktım. Buna geçmeden önce durumun makrosunu anlatmak istedim. Bizim dediğimiz medya ve yazarların kim olduğunu biliyorsunuz. Aynı fikri paylaştığımız, ülke adına değerlendirmelerde bulunduğumuz ve kamuoyuna görüş yöneltme işini hep birlikte yaptığımız kişiler. Fakat son zamanlarda bakıyorum, bizim medya ve yazarlarda bir sıkışmışlık ve yılgınlık halini ne yazık ki çok net bir şekilde görebiliyorum. Bu yılgınlık hali CHP’yi eleştirme gibi bir konformizmle kendisini gösteriyor. Nasıl mı?

Artık CHP’nin, Kemal Kılıçdaroğlu’nun ve Muharrem İnce’nin eleştirilecek hiçbir tarafları yok. Eleştirmeyi bırakın muhatap alınacak bir katma değerleri bile yok. Zaten birbirlerine düştükleri gibi sesleri kendi taraftarları açısından bile yankı bulmuyor. Ortaya attıkları bir fikir var da bunu mu eleştiriyoruz derseniz, zaten yaklaşık bir asırdır doğru düzgün fikirleri olmadığı gibi ülke adına yapmış oldukları hayırlı bir olayda yok. E hal böyleyken, CHP’yi eleştirmenin, aynı kelimelerin yerlerini değiştirerek aynı kişileri yok yere popüler etmenin ne anlamı var? Deşifre ediyoruz derseniz, her tarafı deşifre olmuş, suluğa dönmüş bu zatları eleştirmek kime fayda sağlar? Boşuna zaman kaybı.

Oysa ülkenin içinden geçmiş olduğu durumu göze alacak olursak medyanın ve yazarlarımızın eski heyecanının şimdi olmasını çok isterdim. Belki de Başkan Erdoğan da benimle aynı fikri yürekten paylaşıyordur. Her zaman dediğim gibi; Türkiye’nin kaderi Erdoğan’la çiziliyor, Erdoğan olmazsa Türkiye’nin bağımsızlık serüveni anında biter. Erdoğan’a sahip çıkmanın ve desteklemenin koşulu ise Erdoğan’ın dediklerine onay vermekten ya da alkışlamaktan geçmez. Bunu onurlu bir şekilde yapan ve seçmiş olduğu kişinin arkasında ölümüne duran bir millet var zaten. Bizim medyamız ve yazarlarımız milletten rol çalacağına Başkan Erdoğan’ın önünü açacak, onu daha ileri noktaya götürecek, ülkenin gelişmesini sağlayacak ve hatta Erdoğan’ın bile bazı konularda elini rahatlatacak fikirleri ortaya atsalar, bunun üzerine kafa yorsalar daha hayırlı bir iş yapmış olmazlar mı? Hani Yeni Türkiye, Yeni Sistem gibi cümleleri çok fazla kuruyoruz da neden her YENİLİĞİN içeriğini dolduracak ve bu yeniliklere YENİLİK katacak fikirleri söylemekten çekiniyoruz? Yoksa CHP’yi ve Kemal Kılıçdaroğlu’nu yazmanın dayanılmaz konformizmi bize daha mı kolay geliyor?

Eskiden öyle bir medya ve bu medyada yazan yazarlarımız vardı ki CHP’nin peşine takılacağına, CHP’nin gündemine meze olacağına yeni gündemler oluşturur, bu gündemlerle Türkiye’nin gelişmesine katkı sağlardı. Eleştireceği konuları bile yazmaktan sakınmaz çözümüyle birlikte eleştirirdi. Bu olması gerekendi. Şimdi olması gerekeni bile yazmamız ileriye gideceğimize ne kadar gerilediğimizin kanıtı. Hadi algı üretme konusunda çoktan sınıfta kaldık, haklı olduğumuz konuları bile layıkıyla anlatmayı başaramadık ama rahat koltuklarımızdan, kahve eşliğinde yeni fikirleri yazmak ve Erdoğan’a bu açıdan yardımcı olmak bu kadar zor olmasa gerek diye düşünüyorum.

YERLİ ÜRETİM logosu ve bürokrasi 

“Yerli Üretim” logosunu ilk gördüğümde istemsiz olarak ağzımdan “rezalet” kelimesi çıktı. Ne bir sıcaklığı var ne de insanı yerli üretime çeken bir tarafı. Oysa logoyu da kapsayan her tasarım aynı zamanda cazibe merkezi olmalı, toplumu içine çekerek deyim yerindeyse o ürünü almak için kandırmalı.

Logoyu görünce aklıma bizim bürokrasi geldi. Tam bir bürokrasi işi olmuş. Yapanın ellerine sağlık! Oysa Cumhurbaşkanlığı Sistemi’nin tam olarak Türkiye’de egemen olduğunu gösteren logo bu olmamalı. Demek ki yürüyecek daha çok yolumuz var. Twitter hesabımda yapmış olduğum yorumu buradan da paylaşayım, zira benim için durum tam da böyle:

“Bu ülkede bürokrasinin gücü ne zaman kırılır sorusunun cevabı şudur: Bu tarz logolar daha estetik hale gelir, yandan bakınca tuğla, önden bakınca araç plakasına benzemez, baktıkça bakasın gelir, hatta evinin ya da dükkanının bir köşesine asmak istersin; işte o zaman kırılmıştır.”

Bedelli askerlikte 21 gün ücretsiz izin doğru mu? 

Bizim medyada bedelli askerlik konusunu sadece ben yazdım. 21 günlük temel eğitim şartına karşı çıktım, hala çıkıyorum. Ülkenin içinden geçmiş olduğu durumu göz önüne alırsak bedelli askerlik ülke ekonomisi açısından önemli. Temel eğitim şartında harcanan paraya da gerek olmadığını belirttim. Hatta seçimden önce Milli Savunma Bakanı Nurettin Canikli’nin “temel eğitim bedelli askerlikte olmayacak” sözünü de hatırlattım.

Gelgelelim 21 günlük temel eğitim şartı meclisten geçti. Çalışanlar iş yerlerinden 21 gün boyunca ücretsiz izinli sayılarak askerlik görevlerini yerine getirecekler. Takıldığım nokta ise ÜCRETSİZ olması. Neden mi?

Askerlik zorunlu bir vatani görev. Dolayısıyla bedelli askerlik yapmak isteyenler çoğunlukla kredi çekerek bu görevlerini yerine getiriyorlar. 21 gün boyunca maaş almayacak olan bu kişiler kredi ödemelerinde zorlandıkları gibi piyasada artan fiyatlarla da askerden döndükten sonra mücadele etmek zorunda kalacak. Bu noktada devletin işvereni düşünmesini anlıyorum ama bedelli askerlikten yararlanan o kişi askere gitmeseydi işveren zaten o maaşı verecekti. Dolayısıyla ülkemize karşı yapılan bu kur operasyonundan birlik ve beraberlik içerisinde çıkacaksak bu noktada da bir düzenleme yapılabilirdi.

Bilmem yanlış mı düşünüyorum?

Sanat Instagram için mi?

Mert Vidinli, Sabah gazetesindeki köşesinde Contemporary’yi konu edinen bir yazı yazmış. Vidinli, Contemporary’e giden çoğu kişinin Instagram’a fotoğraf ya da story atmak için gittiğini belirtiyor ve şöyle devam ediyor:

“Onların aslında sanatla kıyısından köşesinden alakası yok. İlk günkü davete katılan zenginlerin peşine takılıp Contemporary'yi görmeye gelen ve gördükleri her eseri sosyal medyada paylaşan insanlar. Yani sadece paylaşım yapmak için orada bulunanlar. Kendini göstermek isteyen ünlümsü tipler. Sadece 'Oradaydım ve entelektüelim' tavrı takınmak isteyenler.”

Mert’in yazılarını severim. Fırsat buldukça da okumaya çalışıyorum ama bu yazısına zerre katılmıyorum. Çünkü biz sanatseverler sanat galerilerini güya “sanat için” gezen o “tiplerden” hala daha sıkılmadık mı? Nitekim sonunda “sanat sanat içindir” gibi bir klişeyle tekelciliğin dibine vurmuş, ruhsuz ve kimseye bir şey hissettiremeyen bir sanat anlayışımız ortaya çıktı. Sanatın esinlenmiş olduğu her şeyi bu kişiler sayesinde izole ettik ve geldiğimiz durum ortada. Birileri tekel yarattı ve bu tekeli tepe tepe kullanıyorlar.

O nedenle Contemporary’e sırf Instagram’a story ya da post atmak için giden kim varsa onların yanındayım. Hiç değilse o sanat galerileri böylelikle herkese hitap ediyor, merak uyandırıyor ve sanat icra edenler için de itici bir güç oluyor. Bazı şeyleri dar kalıplara sokmaktan ziyade paylaşmanın önemine inananlardanım. Ayrıca her Instagram’a böyle story ya da post atanları “sanat bilmez, anca hava basar” gibi cümlelerle aşağılamanın da karşılığının “neye göre, kime göre?” olduğunu belirtmekte fayda var. Zira sanattan bahsediyoruz, göreceli bir kavram. Bilimsel kanunların bile yüzde 100 ispatı yok.

Dertleşme 

Bazen düşünüyorum da siyasi çekişmeler için sosyal hayatımızı ne kadar çok askıya almışız.

Siyasi çekişmeleri çekin aradan sosyal hayatta iyi anlaşabileceğimiz insanları bile ötekileştirmiş, sırf aynı fikri düşünmüyoruz diye dışlamışız.

Yanlış anlamayın, kişisel haklarınıza saldıranlardan bahsetmiyorum, sadece fikir ayrılıklarının fikirsel çatışma haline gelip doğal kopmalardan bahsediyorum.

Öyle bir hale gelmiş ki bu, ölüm gibi önemli bir konuda dahi insanların acılarını paylaşmama noktasına gelmişiz.

İnsanlığımızı, benliğimizi kaybettiğimizde, vicdanımızı törpüleyerek yeni bir şekle soktuğumuzda savunduğumuz fikirlerin ne önemi var?

Bunu belki de aranızda düşünecek en son insanlardan biriyim.

Hayatım boyunca siyasi fikirlerimden dolayı birçok arkadaşımı kaybettim, aile bireylerimle takıştım.

Ama bir kere geldiğimiz şu hayatta ne önemi var?

Sizinle konuşmak istemeyeni kafaya takmayın, konuşmak isteyene de sakız gibi uzayan tripler atmayın, yeter.

Hayat o zaman daha yaşanılır olur, inanın bana.