ANAYAYA'DA TAVİZLERE DEĞİL,UZLAŞMAYA İHTİYACIMIZ VAR

Tarık ÇELENK 08 Nis 2016

Tarık ÇELENK
Tüm Yazıları
İnsan düşünmeden edemiyor, neden tarihteki ilk anayasa hamlesi İngiltere de 1215 yılında gerçekleşirken, bizde benzer hamle 1800 yılının başında oluyor?

İnsan düşünmeden edemiyor, neden tarihteki ilk anayasa hamlesi İngiltere de 1215 yılında gerçekleşirken, bizde benzer hamle 1800 yılının başında oluyor ? Anlayacağınız 600 yıllık fark var aramızda. Bilindiği gibi İngiltere de baronlar veya burjuvazi “Magna Carta” yani “Büyük Ferman” ile Kralın yetkilerinin sınırlandırılması hususunda uzlaştılar. Tabi bu uzlaşının halkın özgürlüğüne yönelik herhangi bir etkisi henüz daha gerçekleşmemişti. Bizde ise meşhur “Senedi İttifak” ile ayan beyleri ile dönemin padişahı arasında, beylerin de görüşlerini artık padişahın da göz önüne alacağına ilişkin tavizi içeren bir metin kaleme alınmıştı. Magna Carta’dan sonra İngiliz demokrasisi kendi mecrasında yürüdü. Yazılı metinden ziyade “ Teamülleri” hep geçerli oldu. Bizim ise İslam ve Doğu toplumlarına göre azımsanamayacak 200 yıllık bir demokrasi hikayemiz/kazanımlarımız var. Tanzimat, Islahat fermanları ve 1876 yılındaki ilk yazılı anayasamız. Ardından 1921 Meclis ( kurucu ) iradesi, olağan üstü şartlarda ve tasfiyeyi de içeren kuvvetler birliği 1924 Anayasası, her ne kadar bir darbe ürünü olsa ve idamlar nedeniyle iyi anılar çağrıştırmasa da 1961 Anayasası. Bu anayasa üniversite özerkliği, anayasa mahkemesi, hakimler yüksek kurulu, savcılar yüksek kurulu gibi kuvvetler ayrılığını hayata geçiren pek çok yeniliği beraberinde getirmesi nedeniyle Türk anayasacılık geleneğinde önemli bir yere sahipti. Zaten son yürürlükteki 1982 darbe Anayasası da bu müesseseleri önemli ölçüde korumuştur. Bu gelişmelere salt bürokratik vesayet penceresinden bakmak doğru olmayabilir. Bunlar başta ifade ettiğimiz gibi 200 yıllık demokrasi tarihimizin önemli kazanımlarındandır ilaveten gelişmiş dünya ile de uyumlu gelişmelerdir. Yaşadığımız bu dönüşüm süreçlerine bakıldığında kavramsal ve toplumsal olarak birkaç olgu dikkatimizi çekmekte. Öncelikle bizlerde ki anayasal süreçlerin vektörü hep aşağıya doğru olmuştur. Yani tepeden inme. Batı da ise sınıflar arası bir mutabakat veya uzlaşma şeklinde demokrasi süreçleri ilerlemiştir. Batı da ki vektörü yatay karşılıklı veya yukarıya doğru olarak nitelendirebiliriz.
 

Bizdeki Senedi ittifak, Islahat, Tanzimat ve 1876 Anayasa süreçleri Padişah ve tebaası arasındaki tavizleri içerir, uzlaşmaları değil.

Batı coğrafyası ve tarihine özellikle İngiltere’ye bakınca karşımıza merkezi olmayan iktidarlar ve sınıflar çıkar. İlaveten hansa dediğimiz küçük şehir ve tüccar devletçikleri ile karşılaşırız. Britanya imparatorluğu kolonyal bir ticaret imparatorluğu idi deniz kuvvetleri şimdiki ABD gibi öne çıkmıştı. Ticaretin ve seyahatin bu kadar öne çıkması uzlaşıyı da gerekli kılıyordu. Bizim Anadolu da ve Türk kültürümüz ise göçler, işgaller boyun eğme veya eğdirme üzerine iktidarlar şekilleniyordu ve yönetim merkezi karakterdeydi. Tıpkı Rusya gibi. Ticareti ise pek kurucu unsur yapmazdı. Askerlik veya ordu ticaretten daha popülerdi. Kıtalar arası deniz ticareti de yapmıyorduk. Ayrıca devletle bireyin ilişkisi aile veya grup kimliklerimiz üzerinden gerçekleşiyordu, Amerika da ki gibi bireyler üzerinden değil. Sonuç itibari ile bugünkü Kürt sorunu da dahil toplumsal sorunlarımızın çözümünde uzlaşmadan ziyade, boyun eğdirme veya taviz verme konsepti ön plandadır. Uzlaşma eksikliğinin kültürümüzde olmasının bir başka sebebi de kritik düşünceye sıcak bakmamamızdır. Bilindiği gibi  OECD’nin yaptığı, 15 yaşındaki çocuklarda yaratıcılık ve eleştirel düşünce testine göre, Türkiye’de ileri derecede eleştirel düşünce becerisine sahip 15 yaşındaki gençlerin oranı, yüzde 2,2. OECD ortalaması yüzde 12, Samsung’ları üreten Güney Kore’de yüzde 28. Bu aynı zamanda yaratıcı düşünce eksikliğimizin de ayrı bir göstergesi bir bakıma da özgüven eksikliği. Dikkatlerden kaçırılmaması gereken bir diğer husus, 200 yıllık tarihimizde elitler, orta sınıf, merkez ve çevre  arasında ki ilişkiler  ve değişimlerdir. Maalesef hukuk’un üstünlüğü ve demokrasi kavramlarını ülkemizde sol liberal ve ilgili çevreler daha çok sahiplenmektedirler. Siyasi mücadele jargonunda da genellikle kullanmaktadırlar. Gelişmiş bir anayasa’nın sağlayacağı demokratik değerlerin halkın özellikle eski çevre şimdi ki merkezin yaşam standartlarına nasıl olumlu bir etkide bulunabileceği henüz anlatılamamıştır. Muhafazakar çevreler daha henüz tartışmanın bu yönünü ele almamışlardır. Bu bakımdan şu haliyle anayasa tartışmaları başkanlık veya kürt kimliği polemiklerinin önüne geçememektedir. Bir başka sorun da, her olağanüstü durum ertesi kırılan siyasi geleneğimiz veya yetişemeyen kuşaklarımızın durumudur.  Önümüzde ilk defa normal koşullarda yapılması gereken bir sivil anayasa şansımız var. Anayasa’nın ülkemiz için taviz veya boyun eğdirme tartışmalarından öte, sosyal bir uzlaşma metnine çevirebilme fırsatını  değerlendirmemiz gerekiyor.