Doktora tezimi yazarken danışmanım, "bir tezde, konunun ilgilileri kadar, sıradan bir okuyucunun da okuyup anlamasını hedefle" demişti.

“... Aslında hiçbir olgu yoktur, sadece yorumlar vardır...”

der, Nietzsche…

Doktora tezimi yazarken danışmanım, “bir tezde, konunun ilgilileri kadar, sıradan bir okuyucunun da okuyup anlamasını hedefle” demişti.

Bu cümle benim için vahaya açılan kapı oldu…

Keza,

Yazdığımızı anlamadığımız ya da yazdığımızı okuyucuya geçiremediğimiz çoğu zaman karşılaştığımız büyük bir problem…

Bu anlamda,

yazın dilinde gözlemlediğim üç temel sorun var.

İlki, yazar ile konu arasında hiçbir organik bağ bulunmayışı…

Ne yazıyorsak,

Daha doğrusu ne anlatmak istiyorsak,

Köşe yazısında da

akademik yazıda da

dinleyip keyif aldığımız bir müzik eseri gibi hayatımızın içinden olmalı…

İkincisi,

yazılarımızı sadece konuya hakim, literatürü tanıyan kişilerin okuyacağı ön yargısı…

Yazarken, kullandığımız ifadeleri zaten biliyorlardır algısı bu ön yargının sonucu.

Örneğin, bir makalede “musiki” terimi ile “müzik” terimini karışık kullanıyorsak, bu iki farklı yazımın ne anlam ifade ettiği önemli…

Ya da sadece “musiki” terimini seçtiysek, bunun özel bir niyeti olup olmadığının açıklanması tam bir özdüşünümsel yazım biçimi olur…

Okuyucu, ne demek istediğimizi, neye gönderme yaptığımızı o zaman fark eder.

Üçüncüsü ise

“daha akademikmiş gibi” karmaşıklaştırılarak yazmak…

Yazarın keskin söz söylediği, neyi deneyimlediğini açıkça beyan etmesi gerektiği durumlar önemli…

Elbette ki,

sade cümleler ve konuya hakimiyetimizi belli eden çıkarımlar, anlamlandırmanın içerisinde olduğumuzu gösterir…

Bu konuya nereden ve nasıl girdiğime gelince,

işte orası tam bir depresyon hali.

Benim depresyonum değil, ondan söz etmiyorum…

Yazarlık sıfatı ile ‘yazarlık’ yapanların depresif hali.

“Biliyorum öyleyse yazarım” anlayışı ile “hepimiz yazarız” şımarıklığına bir tepki bu.

Günlük gazetelerde, akademik makalelerde, öğrenim dünyasında karşımıza dikilen entelektüel olabilme problemi.

Örneğin gazete köşeleri.

“Slogansı olmazsam anlaşılamam” yazarlığı ile dolu…

Çevirip çevirip baktığım gazetelerimizde fikrin üstünlüğü,

popülist üstünlüğün altında ezim ezim ezilmiyor mu?

Fikir yerine “dikte etme” maharetini hissetmiyor muyuz?

Yazdığı konuyu kendisinin dahi anlamadığını cümlelerinden çıkardığımız yazarlarımız

“Bolca var”

desem,

yanılmış mı olurum,

Bilemedim…

Önemli bir sözdür…

“Ne kadar anlatırsan anlat, ancak karşındakinin anladığı kadar anlaşılırsın”

***

“İngiliz basını akıl sağlığımı mahvetti…”

Bildiğiniz üzere Prens Harry kraliyet görevlerini resmi olarak bırakıp, kaçmıştı saraydan…

Ayrılık nedenini ise ilk kez samimi bir şekilde açıkladı ve İngiliz basınını işaret etti.

"Hepimiz İngiliz basınının nasıl olabileceğini biliyoruz ve bu ruhsal sağlığımı mahvediyordu, çok zehirliydi. Ben de her kocanın ve babanın yapacağı şeyi yaptım, ailemi buradan çıkardım"

Dedi…

Prensi bıktıran medya olmuş.

Zehirli diyor, İngiliz basınına…

Sadece İngiliz basını mı insanın akıl sağlığını mahvediyor?

Soruyorum.

Medya kimi, nasıl ve neden zehirler?

***

Günün Sözü

“Başkalarını anlamak bilgeliktir, kendini anlamaksa aydınlanmaktır”

LaoZi

***

Katliam gecesinin tanıkları anlatıyor…

Hocalı katliamı…

İnsanlık tarihinin kara lekelerinden biri.

106’sı kadın,

70’i yaşlı

63’ü çocuk tam 613 kişi katledildi…

Yok yere… Nefret adına… Toprak kapma derdiyle…

İşte o toprak sizi kabul etmedi, etmiyor da!

Biz ne yazsak yetmez, o geceyi yaşayan üç tanık bakın neler anlatıyor:

"Biz babamla dönüşümlü olarak beraber gözcülük yapıyorduk. Çünkü Hocalı'nın etrafı Ermenilerle çevrilmişti. Karayolu ulaşımı kesilmişti. En son ayın 13'ünde helikopter gelip yiyecek atmıştı. Artık helikopter de gelmiyordu. Ermeni silahlı gruplarının saldırısını bekliyorduk. 25'i akşamı ben akşam 6-7 civarı eve geldim babam gözcülüğe gitmişti. Saat 9 civarı babam eve geldi. 'Çabuk evden çık. Anneannenlere gidiyoruz' dedi. Biz yoldayken ilk ateş başladı. Önce roketler geldi ardından dolu yağar gibi her taraftan ateş edilmeye başlandı."

“Ermeniler Hocalı'ya baskın yaptılar. Daha önceden planlamışlardı belli…Halkın hiç beklemediği bir anda geldiler. Zaten bölgenin etrafındaki her yer Ermenilere aitti. Bu yüzden amansızca, dağlardan büyük tanklarla, toplarla halkı top ateşine tuttular. Kadınlar, çocuklar, yaşlılar...”

“Kimi kaçabildi. Kimi kaldı. Orada öyle vahşiler vardı ki... Dünyada o vahşileri kimse iflah edemez. Benim de çocuklarım vardı. Komşularım vardı. Yaralılar vardı. Ben şahidim ki oğlunu anasının yanında vurdular. Oğlu annesinin kucağına yıkılmıştı. Anası feryatlar yakmıştı. Genç çocukları vurdular. Teslim olun yoksa çocukları vuracağız derlerdi. Gözünüzle görseniz bu vahşilere inanamazsınız. Kimilerinin yaralı olduğunu görünce onu hemen vururlardı. Kimini esir alırlardı. Yardım dileyen yaralıları öldürdüler. Tek tek gördüm”