Tarifi imkansız biliyorum fakat 'sendeki beni' anlatırken nedense hep tıkanıyorum...
“Öyle güzel, öyle derin, öyle coşkulu, öyle içine işleyerek akmak istiyorum ki gözlerinden yüreğine... Sonra ömürlük bentler çekip sana dair akan duygularımın önüne, gelmiş geçmiş en devasa ‘yürek tutulmasına’ sebep olmak istiyorum... Tam karşımda dururken zamanı durdurmayı da çok istiyorum... Varlığınla yüreğime ektiğin tohumların açtığı çiçekleri coşkuyla kainata savurmayı ve her zerrenin huzurunla can bulmasını istiyorum... Ve ah keşke; bende ki seni bi bilsen diyorum! Varken bile yokluğunu örtmek için verdiğim mücadeleyi ve ne çok içimin acıdığını bi bilsen bi bilsen istiyorum...
Tarifi imkansız biliyorum fakat ‘sendeki beni’ anlatırken nedense hep tıkanıyorum... Her seferinde ‘nasıl desem ki’ diye düşünüyorum, düşünüyorum, düşünüyorum ve sonra susuyorum! Bir bebeğin dünyaya gözlerini açması gibi, ciğerlerinin muhtaç olduğu ilk çığlığı atması gibi! İlk nefes için poposuna atılan şaplakla elde edilen çığlık sevinci sonrasında, bir ömür susması için verilen onca uğraş gibi seni sevmek... Dedim ya; SEN bendeki en güzel şeysin adını bir türlü koyamadığım...”
Uzun zamandır yürekten damlayanları paylaşmıyorum diye düşündüm ve bugün hayatın koşturmasına bir mola verelim istedim. Aşkı yüreğinde tütsüleyen kadın kokulu kadınlardan, ben yandım tutuştum küle dönüp savruldum diye pervaneler misali dönen Mevlana’ya kadar ne çok aşka dair başlığımız var bu coğrafyada farkında mıyız? Aşk; kime ve neye olduğunu ayırt etmeden yüreğinden yansıyanları muhafaza etmektir...
Dünyanın temel felsefesi nedir diye sorsanız hiç düşünmeden ‘AŞK’ derim...
Ve belki de kainatın devamlılığı için Yaradan’ın canlılara bahşettiği temel değerdir AŞK...
Rüzgarın sevdayla alıp savurduğu tohumlar bulutun aşkla bahşettiği yağmurla buluşmasaydı nasıl güç bulurdu tabiat ana?
Ya da kadın ve erkeğin kimyasına katılmasaydı AŞK; İnsanoğlu kendinden sonra ki nesillere nasıl vesile olurdu?
Dedim ya; Yaradan’ın en büyük lütfudur aslında yüklediği sevmek ve sevilmek dürtüleri...
Son yıllarda genetiği değiştirilmiş gıdalardan sonra insanoğlunun da ruhtan yana genetiği bozuldu! Erkekler Yaratan’ın kendisine biçtiği vasıfları unutup kadınlardan rol çalmaya başlayınca tarumar olmaya başladı her şey! Küsen, kırılan, trip atan, naz yapan, yorulan, önce ben diye mızmızlanan erkekler; ‘ya sabır kendi göbeğimizi kendimiz keseceğiz’ diyen kadınlara sebep oldu! İşte film tam da burada koptu!
Halbuki öyle değildi efsane! Erkek; koruyan, kollayan, yemeyip yediren, içmeyip içiren, yüreğinin ve bileğinin gücüyle var olması gerekendi...
Önce güzellik salonlarını doldurdu erkekler. Sonra acayip kıyafetler içinde enteresan saç modelleriyle savrulup gittiler kadınların elinden. Bir ara bir hamleyle erkekleri yakaladıklarına sevinen kadınlar ellerindekine bakınca daha büyük hüsran yaşadılar! Dedikodunun ağa babasını yapan, trip atan, yaptıkları her harekete ve jeste karşılık bekleyen, nazlı tuzlu erkekler karşısında kadınlar kısa bir travma sonrası ‘buram buram kadın kokularını’ kaybetmeye başladı...
Halbuki KADIN gibi kokmalıydı kadınlar!
Fırından çıkmış sıcak ekmek tadında.
Hem kutsal hem iç ısıtan hem yürek doyuran...