Lafa gelince, "Mustafa Kemâl'in askerleriyiz" diye yürüyüş yapanlar ve sosyal medya kahramanlığı taslayanlar şimdiler de, barış güvercini, sevgi kediciği olmuş durumda. O zaman da belliydi, Mustafa Kemâl'i yanlış anladıkları.
Artık kitabın başını çoktan geçtik. Ama bu kitabın sonu da yok. Yâni artık “kitabın ortasından” konuşma ve yazma zamanıdır.
Bir zamanların “bir kısım medya”sı, artık mahfil merkezleri hâline gelip, görevlerinin bu vatanın menfaatine kast etmek olduğunu açıkça gösteriyor.
Teröriste “terörist” diyemeyenler, yarım ağızla söyleme misâli, sosyal medyada yaptıkları paylaşımları “bebek katili PKK” diye etiketleyip, her devrin adamı olmak için gereken kaypaklığı gösteriyorlar.
“Susamam” diyenler, kilolarca dut yemiş bülbülden beter hâldeler. “Tatilci başkanlar”, bir taraftan sözüm ona ordumuza destek verirken, bir taraftan da içlerinin rahat olmadığı gibi bir not düşüp, fırtına sonrasına zarf atıyorlar. Bâzı sütü bozuklar bir hayli rahatsız oldular ve 2023 için aba altından tehdit sopası gösteriyorlar.
Bâzı becerikli(!) ve korkusuz(!) gazeteciler, Türkiye’de olduğunu iddia ettikleri “diktatörlüğe rağmen”, Türk kamuoyunun aklını bulandırma görevini ifâ ediyorlar. Bâzı “bir günlük gazeteler”, AK Parti’ye vuruyormuş gibi yapıp açık açık TSK’ya cephe alıyorlar. Barış Pınarı Harekâtı başlamadan önce, “Suriye’nin kuzeyine girmek intihardır”, “Kimsenin burnu kanamasın deyip savaşa mı girilir” gibi semt pazarında pazarlık yapanların gevşekliğinde fikirlerini ifâde ettiler. Bu ifâdelerinin okunması veya seyredilmesi bitmeden başlayan harekattan sonra, vatandaşı oldukları ama bilinçaltında sevmedikleri Türkiye Cumhuriyeti devletinin şakası olmadığını görünce, müziğin ritmini hızlandırıp daha hızlı kıvırmaya başladılar.
Kendi küçük, dar, sığ ve politik vaftiz ile yapılandırılmış akılları almadığı için bâzı şeyleri anlamayan ve “sefil bir benmerkezcilik” ile “ben anlamıyorsam, anlaşılmazdır” diye komik duruma düşerek, içinde bulunduğumuz şartları yorumlamaya çalışıyorlar. Beceriksiz olmalarına rağmen gayretlerini takdir etmek gerek ama, olmaları gereken yerden çok uzaklar. Onlar, nüfus kâğıdı ve pasaportunu taşıdıkları ülkenin hâlâ “tırsak” olması gerektiğini ve öyle olduğunu zannediyor. Kendi küçük mahallesindeki kahvehânede kestiği raconun şehrin her yerinde geçerli olduğunu zanneden kabadayı müsveddeleri gibi akıl vermeye kalkıyorlar. Bunu yaparken de, altı boş bir özgüvenle halkı mantıklı düşünmeye, akl-ı selime dâvet ediyorlar. Ama bir de yakın târihten Kıbrıs Hareketı’ndan ve Millî Mücâdele’den örnek vermiyorlar mı, gerçekten “hiç güleceğim yoktu” diyorum.
Lafa gelince, “Mustafa Kemâl’in askerleriyiz” diye yürüyüş yapanlar ve sosyal medya kahramanlığı taslayanlar şimdiler de, barış güvercini, sevgi kediciği olmuş durumda. O zaman da belliydi, Mustafa Kemâl’i yanlış anladıkları.
Barış Pınarları, Anadolu’nun işgâli için hazırlık yapanların oyunlarını bozma harekâtıdır. Millî Mücâdele öncesi imkânsızlıklar sebebiyle alınamayan tedbirlerin mümkün kıldığı işgâl, bugün Barış Pınarları ile iş işten geçmeden önlenmektedir.
Bugün “Mustafa Kemâl’in askerleriyiz” sloganını atanlar, İstanbul işgâl altındayken, İngiliz Muhipleri Cemiyeti’nin balolarında dans edenlerle aynı kafadadır. Mandacı ve sömürge olma heveslisi bu sütü bozuklar, şimdi Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ülkeyi dış tehditlerden koruma görevine kulp takmaya çalışmaktadır.
Bu tiplerin bir önceki neslinin düşünceleri yazılı arşivlerde kaldığı için ulaşmak çok kolay olmayabilir. Ama şimdikilerin mârifetmiş gibi yaptıkları açıklamalara sosyal medyada bir tıkla ulaşmak mümkündür. Elbette Barış Pınarları amacına ulaşıp barış sağlandığında bu tipler, utanma duygusunun yansıyacağı yüz kasları olmadığı için, yine çıkıp boş boş konuşacaklar. “Biz demeseydik, şöyle olurdu; bizi dinlediler de olmadı” gibi laflar edecekler.
Ama sosyetesinden sinemacısına, sporcusundan şarkıcısına kadar lafa gelince “Olmasaydı olmazdık” diyenlerin bilmesi gereken bir şey var ki, 1919’da Mustafa Kemâl Paşa da “savaşa hayır” diye düşünseydi şimdi bayrağımızın gölgesinin düşeceği bir vatanımız olmayacaktı. İşin edebiyatını yapıp şarkısını söylemek, konserini vermek kolaydır. Servete servet katmaları da cabası. Ama şahsî kin ve nefretleri yüzünden, “şehitlik de neymiş” deme küstahlığını gösterecek kadar rengini belli edenlerin, Ay-yıldızlı bayrağımıza bakma hakları bile yoktur.