Toprak parçalarına sınırlar çizilmesi ve her bir noktaya karakol oluşturulması orasını vatan yapar mı?

Toprak parçalarına sınırlar çizilmesi ve her bir noktaya karakol oluşturulması orasını vatan yapar mı? Vatan hem soyut hem de bizim gibi devlet geleneği çok eskilere dayanan bir ülke için aynı zamanda somut bir kavramdır. Maddi, manevi vatan kavramı sadece doğduğumuz, doyduğumuz, yaşadığımız yer olamaz. Türkler için vatan kutsaldır ve karşılığı da insanlık onurudur. Vatan bir toprak parçasından fazladır bizler için. Adalet burcunun dikildiği her yer vatandır. Türk bayrağının bir zamanlar dalgalandığı her yer şüphesiz vatandır bizim için. Devlet anlayışımızın temelinde adaletli olmak ve gittiğimiz yerlere adaleti götürmek vardır. Kutadgu Bilig’de adalet kavramı hakkında şöyle yazar; “Çünkü cihana huzur getirmekle mükellef olan Türk Devleti adalet temeli üzerine kurulur, beyliğin esası adalet yoludur”.

Adalet ve sınıfsızlık

Adil olmak demek herkese eşit ücret demek değildir. Adil olmak demek cinsiyet eşitliği demek değildir. Adil olmak eşitlik demek değildir. Batı adalet kelimesini bilmediği için bunu eşitlikle karşılamaya çalışmaktadır ama bizim anlayışımızdaki adalet her şeye hakkını vermek demektir. Bir başka bilindik anlamıyla her şeyi yerli yerine koymaktır adalet. Yani eşyanın tabiatı neyse ona uygun davranmak adalettir. Suyun tabiatı ıslatmaktır. O zaman su ıslatmasın diyemeyiz. Suyun ıslaklığı haktandır. Vatan ve adalet kavramını ise birlikte ele aldığımızda devreye vatanı vatan yapan değerler ve o değerleri koruyanlar akla gelir. Aynı suyun hakkını korumak gerektiği gibi vatanın da hakkını korumak gerekir. Öte yandan batının ısrarlı eşitlik talebi kendi içinde yarattığı acımasız sınıflı toplum modeline bir diyet ödediğini zannetmekten ibarettir. Yani kendi içini kemiren o habisi bitirmek için eşitlik ile güya bir neşter atmayı düşünmektedir. Oysa sınıflı toplumların sınıflı anlayıştan çıkmadıkları müddetçe vatanseverlik kavramını anlayabilmeleri ve adalet kavramını idrak etmeleri de mümkün değildir.

Yurdunu seven

Bizim geleneğimizde yurt kurmak ve ocağı tüttürmek çok anlamlıdır. Ocak aileyi temsil eder. Dolayısıyla yurt, ocak, aile ve akabinde adaletin hüküm sürdüğü yerler vatandır. Gelelim günümüze. Günümüzde tüm bu bilindik değerler manzumesi eşliğinde küçük, büyük bütün zulümlerin karşısında durmak vatanını sevmek demektir. Çünkü vatansever olmak kuru demogojinin ötesine geçmektir. Vatansever olmak cesur olmaktır. Vatansever olmak kendi çıkarlarından çok devlet millet birlikteliğinin farkına varıp toplumun genel çıkarlarını esas almaktır. Vatansever olmak helal olanı gözetmek demektir. Helal olan zaten doğanın yasası içinde olandır. Vicdanının sesini duyabilen insan vatanseverdir, adaletlidir. Sadece devlet uygulamaz adaleti. Ya da devlet adil olamıyor diye vatandaş da adil olmayacak anlamına gelmez.

Gerçek vatansever vitrinde durmaz

Gerçek vatansever pusuda zalimleri gözleyendir. Vatanseverlik vicdanlara ters gelen her şeyin karşısında dimdik kale gibi durabilmektir. Vatansever hakkı gözetmektir. Vatansever kibirli olamaz. Kibir insanı alçaltır. Vatansever olmak demek bir ve beraber olabilmektir. Vatansever olmak güzel işler yapanı takdir etmektir. Vatansever olan kıskanç olamaz, haset olamaz. Vatanseverlik milletime ait olan değerleri koruyacak şekilde hareket etmek demektir. Vatansever olmak sadece savaş zamanında cephede hazır durmak demek değildir. Vatanseverlik savaş olmayan zamanda haksızlıkla, yanlışlıkla mücadele edebilmek ve bu mücadele içinde olanlarla birleşmektir. Aslında gerçek ve en zor savaş da budur.

Vatan aynı gaye, aynı hedef için yürümekse eğer bunun tek başına işine geldiği insanları yanına çekerek değil ötekileştirmeden bütün değerlere sahip çıkabilmektir. Vatanseverlik bizden, sizden, ondan, bundan ayrımını kabul etmez. Bu sınıf ayrımıdır ve bizde yoktur. Kim kendi içinde dahi böyle bir sınıflandırma yapıyorsa o vatansever değildir. Kim dışlayıcı bir dil kullanıyorsa boşuna vatan, devlet, Sakarya demesin. Vatan hepimizin tek yürek olarak şahsi hırslarımızı adalet uğruna ayaklar altına aldığımız yerdir.

TÜRKIYE YÜZYILI

Türkiye kendi benliğine geri döndükçe dünyadaki taşlar yerinden oynuyor. Eskiye dair üzeri örtülmüş, susturulmuş, çaresiz bırakılmış ve batının eline mahkum edilmiş her tür anlayış yıkılacak. Dünya siyaset tarihine baktığınızda hiçbir şey değişikliğe uğramadan hep aynı gitmemiştir. Bu devranın da değişeceği günler yakındır. Çünkü Türkiye bu anlayışa çomak sokmuştur. Aman bana dokunmayan yılan bin yaşasın anlayışından sıyrılan Türkiye, tüm dünyayı uyandırmaya başlamıştır. Artık eminim ki hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Ne Türkiye ne de dünya! O yüzden acımasızlıkla, paraları ve markaları ile tüm dünyayı dize getirdiklerini sanan o ülkelerin sonu yakındır. Zaten onlar da biliyor bunu ve ben yanarken herkes yansın diyerek, her yeri ateşe veriyor. Ama kaçınılmaz sona kimse engel olamayacak. Türkiye Yüzyılı başladı. Göremeyen, göremeyenlere ragmen tüm dünya düzeni Türkiye ile birlikte değişecektir. Türkiye en kısa zamanda kendi sivil anayasasını da yapacaktır. Adaletli bir dünya ancak Türkiye ile mümkündür.

ÇOCUKLUĞUMUZDAN BİR ANI

ftk1910

Çocuklukla başlar arkadaşlığımız. O kadar ki bazen yediğimiz, içtiğimizde bile ayrılık gayrılık olmazdı aramızda. Birbirimize olan sevgimiz de sitemimiz de, kırgınlığımız da bundandır. Gençler hayalleriyle, ihtiyarlar hatıralarıyla yorumlar hayatı ve dünyayı. Öyle bir yakınlığımız olurdu ki; sadece bir meyvenin ve bir çerezin paylaşımı bizi duygu, düşünce paylaşımından da öte bir eylem birliğine götürürdü. İki kişinin birbirini anlaması demek doğru bir iletişim içinde olması gerekirdi. En başta empati karşılıklı doğru diyaloğu başlatırdı. O yaşlarda öğrenebilirdi birlik beraberlik, vefakarlık ve fedakarlık. Bir gün ilkokul birinci sınıfta bir müfettiş girdi sınıfa. Sınıf sessizlik içindeydi. Müfettiş; şu duvardaki ilkbahar panosunda bir hayvan var, bunun adı nedir diye sorunca bir çocuğa, çocuk hiç düşünmeden tosbağa cevabını verdi. Müfettiş öğretmene dönüp bu öğrencilere bu hayvanın adını öğretmediniz mi diye sordu. Öğretmen cevap vermedi. Çocuklar hemen hep bir ağızdan Tosbağaaaaaaaaa diye bağırdılar. Öğretmen de, efendim bu hayvanın adını öğrencilerim kaplumbağa olduğunu da bilirler ama nedense tosbağayı severler ve bu hayvana tosbağa derler. Burada yaşayan köylüler de tosbağadan başka bir kelime bilmezler der. Müfettiş bey diyaloğu yumuşatır ve hoşgörüyle öğrencilerin gönül birliği içinde olmalarını takdir eder. Bazen taş yerinde ağırdır. Kullanılan kelimelerin kalbe dokunması önemlidir. Herkes bilir ki tosbağanın birbiriyle tokuşması ve toslaması mizahi bir gülümsemedir.

ZAVALLI BATI MEDYASI

Hala bunları samimi bulanlar var mı? Ülkemizde mahkum gazetecileri hep ön plana çıkarıp insanlık dersi veren batı medyası şu son 2 haftada resmen çuvallıyor. BBC hastanenin altında Hamas’a ait geçiş tüneli mi var diye sorarak hedef gösteriyor. Katilin ekmeğine yağ sürüyor. Hastanenin bombalanması ile ilgili haberlerde 3 kez başlık değiştiren New York Times. Bu kadar zavallı bu kadar mı insanlıktan yoksunsunuz. Medya ön yargılardan yoksun olmalıdır. İletişimin temel prensibidir ön yargısız olmaktır. Arı, duru ve nesnel yaklaşmak medyanın temel prensibidir. Ama nerde?

New York Times’ın 3 farklı başlığı sırası ile;

“İsrail saldırısı bir hastanede yüzlerce kişiyi öldürdü”

“Gazze’deki bir hastaneye saldırıda en az 500 ölü var”

“Gazze’de bir hastanedeki patlamada en az 500 ölü var”

ALTI BİN YILIN SESLERİ: USTAMIN SAZLARI…

Bundan tam yüz yıl önce Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 29 Ekim günü sabahında yapılan oturumunda ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ün teklifiyle, Cumhuriyet’in yönetim biçimi olarak kabul edilmesi ve ilanıyla birlikte daha da ivme kazanan, bilhassa 1930’lu yıllarda dil ve tarih üzerine yoğunlaşan Türk kültür tarihi araştırmaları devam ederken 20.yy’ın başlarında Doğubilimci Prof. Fritz Hommel Medeniyetler Beşiği olarak kabul edilen Mezopotamya’da yaşayan Sümer Uygarlığı’ndaki (M.Ö. 4000-2000) halklardan olan Kas ve Gut halklarının lisanındaki Türkçe izlerini dünyaya açıklıyordu. Türk tarihi üzerine söz konusu tarih araştırmaların bulgularını her daim takip eden ulu önder Atatürk; aynı sıralarda Dil ve Tarih- Coğrafya Fakültesi’nin kuruluşunu ve Sümeroloji bölümünün açılışını gerçekleştirirken, kurumun başına getirdiği Prof. Landsberger de Tarih Kongresi’nde aynı tezi destekleyecek şekilde bu kavimlerin Türk asıllı olmaları ihtimali üzerinde önemle duruyordu.

Türk tarihi üzerine bu gelişmeler yaşanırken 1929 yılında İngiliz Arkeolog Sir Leonard Woolley, eski bir Sümer Uygarlığı kenti olan Ur bölgesinde kraliyet mezarında gömülmüş hâlde duran çeşitli eşyaların yanı sıra müzik aletleri de buluyordu. Bu aletlerden büyük bir lire benzeyen çalgı, törenlerde yer alan dansçı veya şarkıcılar oldukları öne sürülen altmış sekiz tane kadınla birlikte toprağın derinlerindeydi. Yaklaşık M.Ö. 2550 yılına tarihlendirilen bu lirin başlığında bereket ve gücün simgesi olan boğa figürü yer alırken, yüzyıllar sonra Asya’dan Anadolu’ya göçlerle göçen göçmen çalgılar arasında yer alan ve yine muadili olarak lir veya arp çalgılarına benzetilmesine rağmen, ses kutusu, tınısı, sistemi ve yapım malzemeleri bakımından birbirinden tamamen ayrışan ve “Çeng” adı verilen çalgının üzerinde bu tip motiflerden sıkça görülüyordu. M.Ö.1770 yılında Pazırık Vadisi’nde yaşayan Türk’lerin çaldığı ilk prototipi Pazırık Çengi’nin teknesinde herhangi bir başlık bulunmazken, Kafkas Çengi ve Selçuklu Dönemi’nde icra edildiği dönemin tarihî görsellerinde de teyit edildiği için Selçuklu Çengi, ve Osmanlı Dönemi’ne ait Osmanlı Çeng’lerindeki başlıklardaki kartal ve hayvan motifleri koruyuculuğu ve hakimiyeti sembolize ediyordu.

Türk Müzik Tarihi’ne ve uygarlıklara asırlarca damga vurmuş, binlerce yıllık ses izlerinin yankılandığı bu sazları yeniden yapan, (Kopuz, komuz, Şaman Davulu, dombra, dutar, setar, çartar, yatugan, cetigen, çeng, tanbur, tanbura, çeşde, çöğür, kolcakopuz, yektay, gıçek, rebap, rübab, topşur, kılkopuz, lavta, kuştar, şahrud, kemane, sinekeman, Hitit çalgıları …) hatta dünyada Sümer Arp’ini yeniden yapan iki kişiden birisi olan, çıraklığımı sürdürdüğüm ustam ve manevî babam, yaklaşık kırk yıllık Enstrüman Yapım Ustası Feridun Obul tarafından Atatürk Kültür Merkezi’nde “Altı Bin Yıllık Sesler” adlı çalgı sergisi ile sergilendi. Önceki hafta dört gün boyunca yüzlerce ziyaretçi tarafından merakla tarihî çalgılar incelendi ve izlendi. Her ne kadar kimi zaman, kimi mahfillerde Türk Müziği’ne ilgi yok, unutuluyor, kayboluyor diye hayıflansak da ilginçtir ki ziyaretçilerin en çok ilgi gösterdikleri ve mıknatıs gibi dikkatlerini en çok çeken çalgıların birinci sırasında yer alan çalgı: Sümer Liri idi ve diğer çalgılara olan alaka da azımsanamayacak kadar büyük oldu.

Bu vesileyle kaleme aldığım okuduğunuz yazıyı yazarken düşündüğümde her ne kadar yerelleşmeden, küreselleşen bir dünyanın akımı içinde, hızla akan bilgi ve zaman akışına maruz kalırken unutulması doğal, olağanmış gibi lanse edilen özümüzden çağıldayan müziğin sesini, sazını, sözünü bir kez daha hatırlatmak üzerimizde tatlı bir heyecan bırakırken, altı yıl önce bu ay kaybettiğimiz, Türk Mûsıkîsi’nin ana eşlik sazı olarak anılan Tanbûr sazının unutulmaz icracısı, efsane ismi Tanbûr Sanatkârı Necdet Yaşar Hoca’yı, Ses Sanatkârı , Bestekâr Selahattin İçli’yi ve Âşık Veysel’siz geçen 50 yıla inat Âşık Veysel’i de kalben özlemle ve hüzünle karışık anarken, O’nun dizeleriyle yazımı saygıyla sonlandırıyorum.

Ben gidersem sazım sen kal dünyada hey!

(…) Ben bir insanoğlu, sen bir dut dalı hey!

Ben babamı, sen ustanı unutma hey!

ARTI

İnsanlık uyansın

İstanbul metrosunda genç bir hanım elinde “İsrail Katildir” yazan bir kağıt taşıyordu. Türkiye’de İsrail Başkonsolosluğu önünde protestolar edildi. İnsanlar artık dünyanın her yerinde çok farklı bir şekilde protestolarını dile getiriyorlar. ABD’de NYC’nin göbeğinde “Biden vergilerimizle hastaneleri bombalıyor” yazıyordu. Ürdün, Yemen, Libya gibi ülke vatandaşları sokaklara akın edip protesto ettiler. İsrail Kolombiya Büyükelçisi için “Utanç verici. En azından özür dile ve ülkeyi terk et" dedi. Avusturya’da sol görüşlü MV Martha Bismann sosyal medyadan Avusturya halkını uyandırmaya çalışıyor. İskoç parlametosunda da bir başka vekil sert bir şekilde kürsüden İsrail’i açıkça kınadı. Hatta ABD’de yaşayan Yahudi kökenliler de İsrail’in Filistin’e zulmüne olan isyanlarını sokaklara taşırdılar. Değişik ülkelerde yaşayan Yahudi hahamlar İsrail’in suç işlediklerini ve siyonizmin Yahudilerle alakası olmadığını açıkça dile getirdiler. Bu ve bunun gibi birçok tepki çığ gibi büyüyor. Artık insanlar uyansın ve bu tepkilerimiz devam etsin.

EKSİ

Panik yapıldı

Apartmanda aramızda anlaşmamıza rağmen sadece şahsi hırs ve emelleri için ev sahibinin istediği rakamı vermek yanlıştır. Paniğe sebebiyet vererek toplumun hakkına giren bir ev sahibine boyun eğmek hak değildir. Piyasa ahlaksız, bencil mal mülk sahiplerinin korkaklar üzerinde baskı kurarak yoldan çıkmaktadır. Serbest piyasanın kendi içinde kuralları vardır. Tebligattan korkan bir kiracı olmaktansa hakkı ve hakkaniyeti gözeten evsiz biri olmak yeğdir. Güneşin doğmasını engelleyemeyen aptallar için karıncaların yuvasına güneş değmesin diye basıp geçmek zavallılıktır. Bize de bu zavallıların oyuncağı olmamalıyız. Olay bu kadar basit ve nettir. Oysa iş hukuka intikal etmişti. Arabulucu gelecek ve hakkaniyetli bir yol aranacaktı. Sadece keyfini kaçırmak istemeyenler için kolaya kaçmakla birlikte sloganlara teslim olmuş insanlar için dünya iç karartıcı bir yer olur.

GÖRGÜSÜZ INŞAATCI

Bir inşaat şirketinin sosyal medyada denk geldiğim röportajını şaşkınlıkla izledim. İstanbul’da herkes yaşamamalıymış. Parası olan yaşamalıymış. İstanbul zengin ve görgüsüz olanların şehridir demeye getiriyor. Emekli çift Ayvanlık’ta yaşayacakken İstanbul’un en güzel semtlerinden biri olan Bakırköy’de ne işi varmış!! Küstahlığa bakın. Daha otuzlarında olan bu inşaat firmasının sahibinin dediği laflara bakın. En az dört nesildir mezarları İstanbul’da olan insanları sen nereye kovuyorsun, sen kimsin? O istiyor ki kendi gibi görgüsüz, nerede nasıl hareket edilir, nasıl oturulur kalkılır İstanbul adabından bi haber tipler İstanbul’u işgal etsinler. İstanbul’un kentsel yapılanması dikkate alınırken sadece bina olarak değil, ahlak, görgü, kültür açısından da yapılandırılması gerekecek. Sadece para her şeyse o zaman insanlık nerede kaldı? İstanbul herkesin yaşayacağı bir yer değil bu doğru ama bunun gibi sonradan görmelerin yaşayacağı bir yer değil.