Bir ülke adıyla, bir bayrak ve bir toprak parçası adına dünyânın her yerini sömüren emperyalist güçler, aynı evin odalarından çıkıp dünyâda birbirlerinin rakibi hatta düşmanıymış gibi davrandıkları için, kendilerine hizmetçi ve bekçi bulmakta zorlanmazlar.
Vatansever olduğunu iddia edip sâdece görüntüde vatansevermiş gibi yapanların en “içten” ve en “yürekten” yaptıkları şey, emperyalistleri sevmektir. Sevdikleri emperyalistin kim veya hangi ülke olduğu önemli değildir. Hatta sevecekleri emperyalist gücün bir ülke bile olması şart değildir. Bu emperyalist güç bir şirket, bir holding bile olabilir. Yeter ki, kendi ülkelerinin kötülüğünü istesin.
Ama bu emperyalistseverliklerini çok güzel vatanseverlik ambalajına sararlar, çünkü emperyalistlerin amaçları doğrultusunda “hizmet” etmek için gerçek yüzlerini göstermemeleri gerekir. Kendilerini çok iyi gizlerler. Kuzu postuna bürünmüş kurt bile onlardan daha mâsumdur. Kurdun karnının doyduğu vâkidir, ama bunların ne gözleri ne de karınları doyar. Doymazlar, çünkü hiçbir şeyleri kendilerinin değildir. Şahsiyetlerini, karakterlerini, ruhlarını teslim ettikleri gibi, elde ettikleri maddî ve mânevî hiçbir şeyin sâhibi değil, bekçisidirler.
Emperyalistlerin bekçileri
Bir ülke adıyla, bir bayrak ve bir toprak parçası adına dünyânın her yerini sömüren emperyalist güçler, aynı evin odalarından çıkıp dünyâda birbirlerinin rakibi hatta düşmanıymış gibi davrandıkları için, kendilerine hizmetçi ve bekçi bulmakta zorlanmazlar. Her ülkede onların menfaatlerine hizmet eden, onlara uyduluk yapan birileri vardır. Bâzıları ise onlara hizmet etmek için sıraya girer, ön sıralara geçmek için her yolu mubah görür.
Bu bekçiler her ülkede vardır ama bizi, Türkiye’de vatanseverlik taslayanlar ilgilendirir. Hitler Almanyası, Fransa’yı işgâl ettiğinde aydın ve entelektüel geçinen birçok Fransız, işgâli desteklemiş ve işgâlcilerin âdeta sözcüsü ve alkışçısı olmuştur. Benzerleri İngilizlerin, Fransızların, Belçikalıların, Hollandaların, İtalyanların işgâl ettiği ve sömürdüğü Afrika ülkelerinde, Hindistan’da ve diğer coğrafyalar da olmuştur ve hâlâ vardır.
Bizim emperyalist bekçileri ise daha fazla ve daha etkilidir. Fırsatçı santrafor futbolcunun, defansın boşluklarını görüp ofsayta düşmeden gol atması gibi, ülkenin zayıf ve zor zamanlarında boşalan köşe başlarını tutmakta çok fırsatçıdırlar. Ama haklarını teslim etmek gerekir ki, fırsat kollarken boş durmazlar ve kendilerini, efendilerine hizmet etmek için ele geçirecekleri makam ve mevkilere lâyık hâle getirirler. O yüzden liyâkat konusu çarpıtıp vatana sadâkatin önüne koyarlar.
Hâin kontenjanımız
Burada Atilla İlhan’ın şu sözlerini hatırlamamak elde değildir: “Türkiye’nin bir hain kontenjanı var, bu nüfûsun yüzde onudur.” Atilla İlhan, bu sözünü desteklercesine çok iyi tanıdığı “aydınlar” için de şu değerlendirmeyi yapmıştır: “Türk aydınlarının bâzıları Batı’nın mânevî ajanıdır. O aydınlar haysiyetten önce banka hesâbını kontrol ediyorlar.”
Atilla İlhan bugünleri görseydi, muhtemelen hâin kontenjanımızın oranı konusunda iyimser davrandığını görüp bu oranı gönlü istemese de daha yükseltirdi. Ayrıca mânevî ajanlığı sâdece Batı’ya yapmadıklarını ve ajanlık yönünün Çin’den İran’a, Rusya’dan Suriye’ye kadar her ülkeye çevirebileceklerini görürdü.
“Mânevî ajanlık” konuları
Atilla İlhan’ın “mânevî ajan” olarak tanımladığı ve benim “hizmetçi” ve “emânetçi” demeyi tercih ettiğim bu emperyalistseverlerin söylemlerinde “ülkenin iyiliği ve menfaati”, “gelecek nesillere daha güzel bir ülke bırakma”, “daha yaşanabilir bir ülke”, “insanca bir yaşam”, “çevre duyarlılığı”, “cinsiyet eşitliği”, “kadın hakları”, “düşünce ve ifâde özgürlüğü” gibi aleyhte konuşmanın mümkün olmadığı ifâdeler vardır. Zâten bu ifâdeleri Madde-6’da (21 Mart 2021) anlatmaya çalıştığın gibi, sloganlaştırma becerileri de bir hayli yüksektir.
Örneğin ülke insanımızın çevre duyarlılığını kullanarak, gelişmiş ülkelerde bolca bulunan ve yenilerini inşa ettikleri nükleer santrallere karşı çıkarlar. Zira Türkiye’nin enerji konusunda yurtdışına bağımlı olması, hizmetçisi oldukları ülkelerin istediği bir şeydir. Nükleer enerjiye alternatif olarak bulunan petrol ve doğal gaz yataklarıyla ilgili olumsuz şey söylemek, daha doğrusu söylemeleri istenen şeyleri medyada duyurmak için, neyin ne olduğu anlamadan bilmedikleri bir konu olmasına rağmen, sıraya girerler. Geçnlerin çok kullandığı tâbirle “duyar kasarlar.” Ama bunca olumsuz eleştiri sonrasında, beğenmedikleri enerji yatırımlarına alternatif sundukları görülmemiş ve duyulmamıştır. Elektrikleri kesilince de “Üçüncü dünya ülkesi yok” demekten çekinmezler.
Başka bir örnek de Avrupalı otomobil markalarına yaptıkları güzelleme ve Türk otomotiv sektörünün gelişmesinden duydukları rahatsızlıktır. 1970ler Koç Holding’in Anadol marka otomobiline yapılan karalamalar, yerli elektrikli otomobil TOGG için abartılarak tekrarlanmış ve seviyesiz bir mizah malzemesi hâline getirilmiştir. Söyleyecek hiçbir şey bulamayanlar bile “zâten birçok ülke çok önceden yaptı, ne olmuş yâni” gibi burun kıvırma görevini yerine getirmiştir.
Ama en sevdikleri ve zevk aldıkları konu, ekonomik dalgalanmalarda ülkenin uğradığı zarardır. Fâiz-döviz dengesinde sistem “masa her zaman kazanır” anlayışıyla çalıştığı için, kırılganlık zâfiyeti azalmasına rağmen devam eden ülkemizin kasasından çıkan her lira veya her dolar, onların “başarı” hânesine yazılmışçasına sevinirler.
İsterse ülke batsın
Vatansever görünümlülerin emperyalizm sevgisinin yakın târih ve yakın geçmişte birçok örneği vardır. 12 Eylül askerî darbesinden önce, emperyalizm ve faşizm ile mücâdele kılıfı altında ülkeyi Sovyet işgâline açmak için uğraşanların bir sonraki nesli Gezi Parkı olaylarında çevreci bir eylem kılıfı ile ülkeyi NATO müdahelesine uygun hâle getirmek için uğraşmışlardır. Ekonomiye yüz milyar dolardan fazla bir yük getiren ve en büyük sorunumuz olan fâizi yeniden alevlendiren bu olaylar sırasında, “her gün 10 milyar $, hükûmet fazla dayanamaz”, “muslukları açıp suları bitirin, hükûmet istifa eder” diye sosyal medya paylaşımları yapanlar, “çevreci türküler” söyleyip çektikleri halayın ucunda PKK’nın olduğu görene kadar ülke ekonomisi yeteri kadar darbe almıştır. Birçok uluslararası televizyon kanalı ve uluslararası haber ajansının Taksim Meydanı’na canlı yayın stüdyosu kurduğu ve bunun hazırlıklarına olaylar başlamadan iki hafta önce başladıklarını öğrenmek bile, bu emperyalistseverlerin gözlerini açamamıştı.
Amerikan donanmasına bağlı 6. Filo, 1969’da İstanbul’a geldiğinde genelevleri Türklere kapatıp Amerikan askerlerinin hizmetine açmaktan rahatsızlık duymayanları örnek alanlar, 15 Temmuz’daki işgâl girişimi sırasında TBMM’nin bombalanmasında da rahatsızlık duymamışlar ve buna “tiyatro” demişlerdir. Ama en iyi tiyatroyu kısa süre sonra TBMM kürsüsüne geçip “hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir” yeminin ederken oynamışlardır.
Bu yüzsüzlüklerinin sebebi, kendilerini yaptıkları hizmetçilik konusunda ikna etmiş ve kandırmış olmalarıdır. Aynaya baktıklarında rahatsızlık duymamalarının, başlarını yastığa koyduklarında uykularının kaçmamasının sebebi bu kandırmadır. İşin acı tarafı, onlar emperyalistler tarafından kandırılmamış, bizzat kendi kendilerini kandırmışlardır. Bunun Türkçe’deki karşılığı “ucuza gitmektir”. Paha biçilemez ve fiyatı olmayan vatanlarını, ucuza satmaktadırlar. Ama onların sattıklarını sandıkları ülke, onların aldıkları şeylerle kazanılmadığı için, hizmet ettikleri amaç da hiçbir zaman gerçekleşemeyecektir.