Her yeni yıl başlangıcında, aynı cevapların verileceğini biliyor olmamıza rağmen, sormaktan bıkmadığımız bir soru var: Yeni yıldan beklentileriniz nedir?
Her yeni yıl başlangıcında, aynı cevapların verileceğini biliyor olmamıza rağmen, sormaktan bıkmadığımız bir soru var: Yeni yıldan beklentileriniz nedir? Gerçekte neyi sorduğu belli olmayan bir soru bu. Bunun ayrıntısına girmeyeceğim. Bu soruyu basitçe çözümleyecek olursam sorunun kısaca şunu sorduğunu söyleyebilirim. Geçmişte yaptıklarınızdan ya da yapmadıklarınızdan pişman mısınız ve geleceğe dair bir umudunuz var mı? Kimse bir başkasına pişmanlıklarından kolay kolay söz etmez; ancak umutlarını hemen dile getiriverir. Pişmanlık geçmişe, umut geleceğe bağlanıverir. Tıpkı iyi ve kötünün birbirine bağlanması gibi.
Umut da böyledir. O da hem iyiye hem de kötüye bağlanır. İyidir; insan geçmişinden ders çıkarır. Kötüdür; insan geçmişte yaptıklarının arkasına gizlenir. Geçmişten ders çıkarmak demek geçmişin olumsuzluklarının üzerini örtmek, onları geleceğe taşımama beklentisine girmektir. İnsan geçmişini gizlemeden gelecekle ilgili bir beklentiye giremez. İşte tam da bu nedenle gelecekle ilgili beklentilerimiz istek ve hayal kipindedir.
Umut, bir bakış açısından, geçmişte sahip olduklarımızı gelecekte kaybetmeme beklentisidir. Allah kimseyi gördüğünden geri koymasın dememişler boşuna. Başka bir bakış açısından, umut geçmişte sahip olmadıklarımıza gelecekte sahip olma hayalidir. Allah’tan umut kesilmez’i de boşuna dememişler. Ne var ki her iki bakış açısından da “şimdi”, “şu an” dikkate alınmaz. Bu nedenle, umut “şimdi”nin, “şu an”ın geçmişle gelecek arasında yitirilmesidir.
Yaşantılarını geçmiş ve geleceğe odaklayanlar sahip olduklarını ve olmadıklarını ‘şimdi’de kaybedenlerdir. Bu nedenle, geçmişi yok saymanın ve geleceğe dair beklentilerin toplamı olarak “umut” şimdide olmayanın idealize edilmesidir. İdeal bir tasavvur olarak umut şimdideki gerçekliğin içinde yer almaz ve hatta onu dışlar. Daha açık ifade edeyim. “Umut, gerçeğin örtüsüdür.”
Seneca ve Spinoza haksız değildi. Umut ve korku kol koladır. Umut, bilgisizliğin ve belki de cehaletin göstergesidir derken Platon da haksız değildi. Umut, bilgi ve korku arasında ters orantılı bir ilişki var o halde. Boş inançlarla yaşamını sürdürenler bilgisizliğin ortaya çıkardığı korkuyu umut ederek gidermeye çalışırlar. Yarının daha iyi olacağına inanan ve beklentilerini bu umuda bağlayanlar “şimdi”de yapacak bir şeyi olmayan “boş zaman” mahkumlarıdır. Onlar bıkıp usanmaksızın Godot’nun gelmesini beklerler.
Umut, geleceğe dair olasılıklar içinde çaresiz ve umutsuz bir kesinlik arayışıdır. Olasılıklar geleceğin getireceklerini ve geleceğe ilişkin beklentilerimizi belirsizleştirir. Bu belirsizlik halidir insanı arafta bırakan. Arkasında kırıp döktükleri, önünde kurmak istediği bir gelecek vardır insanın. Tıpkı “bilme” ve “umma” arasındaki ilişki gibi. Neleri kırıp döktüğünü bilse olasılıklar peşinden koşmayacak belki de. Yaşamını önce bozma, sonra yapma üzerine kuran bir varlıktır o. Bozduğunu hiçbir zaman eski haline getiremeyeceğini bildiği halde bunu umut eder. Sadece umut etmekle kalmaz; umudunu yeryüzünden gökyüzüne taşır. Oysa Nietzsche, “yalvarırım size, kardeşlerim, yeryüzüne bağlı kalın ve inanmayın size dünya ötesi umutlardan söz açanlara” öğüdünü salık vermişti onlara. Onu da dinlemedi insan.
Umut, mutluluğun gelecekte olduğuna dair yanılsamalı bir zihin durumudur. Bilinçli bir yönelimin olmadığı bir zihin durumu. Bu nedenle, umut ile mutluluk arasında kurulan ilişki en basit anlamıyla insanın kendini kendi aracılığıyla aldatması anlamına gelir. İnsan kendi kendini cevabı olmayan ya da cevabını bildiği soruların peşinden giderek aldatır. Bunu hem kendindeki hem de kendinin neden olduğu çelişkileri gizlemek için yapar. Oysa çelişkiler üzerine bir yaşam inşa edilemeyeceği açıktır. Umutlarınızı kırmak istemem ancak sizce de soruyu değiştirmenin zamanı gelmedi mi artık?