İlk sürprizi tek, tek ele almaktansa Çin'in Ukrayna Savaşı ile ilgili pozisyonunu daha görünür hale getirme çabası kapsamında Çin'den taraflara yönelik bir çağrı olarak görebiliriz.
Ukrayna Savaşı’nın ilk yılını geride bıraktık. Bu cümle ile başlayan pek çok analiz kaleme alındı bu hafta. Ayrıca hem Putin’in Ulusa Sesleniş konuşmasını hem de Biden’ın Kiev’e yaptığı ziyaret sonrası geçtiği Polonya’da Müttefiklere seslenişini dinledik. Yani Ukrayna savaşı ve bu savaşın üzerinden vuku bulan Rusya-Batı mücadelesi için oldukça sembolik bir hafta oldu. Konuyla bağlantılı olarak haftanın iki sürprizi de vardı. İlk sürprizi tek, tek ele almaktansa Çin’in Ukrayna Savaşı ile ilgili pozisyonunu daha görünür hale getirme çabası kapsamında Çin’den taraflara yönelik bir çağrı olarak görebiliriz. Belki çağrıdan ziyade ABD’nin Ukrayna meselesi üzerinden Çin’i hedef alan mesaj trafiğine bir karşılık verme olarak da okunabilir durum.
Çin’in Ukrayna paketi üzerinden verdiği mesaj
Geçtiğimiz hafta bahsetmiştik, Çin Dış İşleri Bakanı, Avrupa’ya elinde “barış planı” olarak da adlandırılan bir yol haritası ile gelmişti. Bu yol haritasının Çin’in savaşa yönelik tutumunu gösteren 12 maddelik bir beyan olduğu anlaşıldı. Maddeler, sağduyuya aykırı olmamakla beraber net bir çözüm önerisi getirmiyor; Ukrayna’nın toprak bütünlüğü, Rusya’nın güvenliğin bölünmezliği (hiçbir aktör diğerinin aleyhine güvenliğini artıramaz) taleplerine destek veriyordu. Bu Avrupalıların deyimi ile “biraz muğlak” beyanı çantasına koyan Çin Dışişleri Bakanı Wang, Moskova’ya giderken Washington’daki Çin Büyükelçiliği “ABD Hegemonyası ve Tehlikeleri” başlıklı bir rapor yayınladı. Raporun amacı, ifade edildiğine göre, ABD’nin küresel sistem içerisindeki gücünü nasıl kötüye kullanıp, uluslararası düzen için tehdit yarattığını ortaya koymak. Çin, ABD’nin küresel düzeni koruma vurgusunu bir mazeret olarak, güzel bir sebep olarak kullanıp kendi avantajına kurallar getirmeye çalıştığını, bu amaçla da kutuplaşmayı artırıp, kendisine bir tür istisnalar alanı yarattığını düşünüyor. Bu eleştiriler elbette yeni değil ama özellikle Putin’in yaptığı konuşmada hedef aldığı düşüncelerden birinin “Batı istisnacılığı” olduğu hatırlanırsa Çin ve Rusya’nın ABD’nin Yeni Soğuk Savaşı yönetme biçiminden duydukları ortak rahatsızlığı dile getirdiklerini söyleyebiliriz.
Yeni Yalta/Potsdam arayışı sempatik değil
Bu rahatsızlığa karşı Avrupa’da neden bir sempatinin ortaya çıkmadığı da sorulabilir. Zira özellikle Putin’in 2023 konuşması – kanaatimce çok güçlü bir konuşma olmasa da hedefleri daha iyi saptanmış bir konuşmaydı- Batı istisnacılığı yani Batı’nın üstünlük talebi/öz algısı ile beraber Batı elitlerini hedef aldı. Batı’daki (ABD’de ayrı, Avrupa’da ayrı) elit siyasetinin Batı içerisinde ve dışında bir memnuniyetsizlik kaynağı olduğu biliniyor. Dolayısıyla Rusya ve Çin’in farklı seviyelerde dillendirdiği yarı-felsefi “elit ikiyüzlülüğüne karşı çıkıyoruz” serzenişleri muhatap bulabilirdi- eğer bu serzenişler Yalta/Potsdam düzeni gibi Avrupa’nın karpuz gibi bölündüğü günlere atıf yapmamış olsaydı. Rusya, anladığımız kadarıyla Batı’yı bir çok şeyle suçluyor (başta da Nazilerle, teröristlerle ve Şeytan ile işbirliği yaparak Moskova’yı yenmeye çalışmak ile- kelime seçimi Putin’e ait-), ama Batı’nın suçlandığı meselelerden biri de Yalta ve Potsdam düzenini bozmak. İlginç bir seçim bu suçlama zira bu düzenler Rusya Soğuk Savaşı kaybettiğinde ve Avrupa’da Doğu-Batı birleşmesini durduramadığında anlamsız hale gelmişti. Şimdi Batı ile Rusya arasında Rusya’nın etkili olabileceği bir jeopolitik alan hayali kurmak Bahmut’u ele geçirmekte zorlanan Kremlin için çok mantıklı görünmüyor, dahası AB ve hatta AB’ye muhalif Avrupalılar cephesinde bile celal ile karşılanıyordur. Bu noktada Beijing, en azından bölünmeyi Ukrayna içerisinde tutma akıllılığını göstermiş. Çin’in Ukrayna krizi konusunda yaptığı açıklamaları değerlendiren Beijing’den sesler (yani yarı resmi değerlendirmeler) bazı yeni haritalar üzerinde fikir jimnastiği yapılabileceğini söylüyor. Bu haritalara göre Bir tür Doğu-Batı Almanya/ Doğu-Batı Berlin çözümü öneriliyor Ukrayna ve Batı’ya.
Rusya’nın kaybetmesine oynamak
Elbette şu anda taraflar maksimalist olabilme lüksünü kendilerinde gördüklerinden bu cazip bir teklif değil. Kiev için maksimalist olma yani topraklarını -Kırım dahil- işgalden kurtarmayı umma normatif açıdan tartışılamaz bir pozisyon. Sorun bu pozisyonun aslında Rusya’nın kaybetmesi seçeneğine bağlanması. Ukrayna Savaşı’nın Eylül’den itibaren bugüne kadar olan kısmı Ukrayna direnişinin karşı saldırısına dayandığından, bu karşı saldırı sahada başarılı olduğundan ve en önemlisi ABD başta olmak üzere Batı başkentleri Rusya’nın kaybedeceği bir senaryoyu desteklemeye karar verdiğinden -ya da öyle göründüğünden-Kiev, bu umutları şimdilik geleceğe taşıyabilir. Umutların gerçekleşmesi için ise Ukrayna’ya kritik silah, mühimmat, istihbarat ve lojistik desteğinin sürmesi, bazı önemli kapasitelerin (tank, hava savunma sistemleri vb) zamanında ve etkili olarak Ukrayna’nın eline verilmesi dolayısıyla Ukrayna’nın kayıplarını makul bir seviyede tutabilmesi bir gereklilik. Bu gereklilik tek başına yeterli de değil, sahada Rusya’nın sadece kayıpta olması değil kaybetmesi lazım. Zaten Putin’in ulusa sesleniş konuşmasının muhafazakâr yakınmalar, felsefi isyan, birlik için iktisadi-sosyal kuvvetler üzerinde baskı boyutunu bir kenara atarsak, elimizde kalan Moskova mesajı aynen de bu: Rusya “kaybetmeye direnecek çünkü güçlü olma hakkı var”. Bu noktada Moskova’nın duruşu Batı’nın Rusya kaybetmeli duruşunu da meşrulaştırıyor tabi. Kısaca Ukrayna krizinde yumurta-tavuk hikayesinden bir adım ileriye gidilemedi bir yılın sonunda.
Yeni-Start Anlaşması’nın makus talihi
Haftanın ikinci sürprizi de tam bu noktada geldi. Putin, Rusya’nın Yeni Start Anlaşmasına katılımını askıya aldığını duyurdu. Bu adımın tam olarak ne ifade ettiğinden emin olamıyoruz. Öncelikle Putin konuşmasında verdiği milat konusunda- yani ABD’nin ABM’den tek taraflı çekilmesinin düzen bozucu etkisi konusundaki mesajı- yerden göğe haklı. Ama Yeni Start iki taraf arasında yaşayan tek silahsızlanma anlaşması olduğundan kimse anlaşmanın komaya girmesini, ölmesini filan istemiyordu. Kremlin de bu adımı istemeden attığını ve aslında Anlaşmadan çekilmediğini, katılımı askıya aldığını vurguluyor. Bilindiği gibi anlaşma 2010’da imzalanmış, sonra da süresi uzatılmıştı. Anlaşma 2026’da sona erecek ve yeniden stratejik kapasitelerin kontrol altında tutulması adına bir anlaşmaya varmak için tarafların sürdürdüğü müzakerelere bakılacak. Bugünkü anlaşma, iki tarafı 1.550 konuşlandırılmış nükleer savaş başlığı, 700 gönderme aracı sınırında tutuyor. Ayrıca taraflar kendilerine ait stratejik nükleer kapasiteyle ilişkili askeri tesisleri (her yıl 18 tesis) birbirlerinin denetimine açıyor ve stratejik kapasiteleriyle ilgili rakamları birbirleriyle şeffaf biçimde paylaşıyorlar.
Opaklık yani belirsizliğe merhaba diyelim
Putin’in açıklamasından Rusya’nın yıllık denetimlere izin vermeyeceğini anlıyoruz. Ancak veri paylaşımı ve uydularla sağlanan izlemeyi engelleyip engellemeyeceği belli değil. Uzmanlar son paylaşılan verilere göre Moskova’nın 1.549 konuşlandırılmış nükleer savaş başlığı sınırında durduğunu söylüyor. Yani Rusya bugün için silahsızlanma alanında anlaşmayı askıya alarak opak bir durum yarattı, bu opaklık ABD’yi anlaşma konusunda negatif adımlar atmaya itebilir zira ABD, Rusya’nın anlaşmanın sınırlarına riayet edip etmediğinden tam olarak emin olması Rusya bu kadar sınırdayken biraz zor. İki tarafın da stratejik kapasitelerini (yeni çok çok güçlü silahlara yapılan muğlak atıfları hatırlayalım) geliştirme isteği baki ama bunu birbirlerine karşı oluşturdukları sınırlamaları ezip geçmeden de yapmaya çalışıyorlar. Aynı konuşmada Putin’in nükleer silah denemelerine dönebilecekleri imasını sıkıştırması bu anlamda önemli. Tabi Rusya, nükleer silah denemesinde ilk ülke olmayacağını ABD böyle bir adım atarsa (Washington’un CTBT Anlaşmasını onaylamadığını da not edelim) Rusya’nın takip edeceğini söylüyor. Bu tür bir el yükseltme ihtimali silahların kontrolü ve silahsızlanma rejimlerine gönül verenler için çok tatsız. Nükleer silahların yayılmasının önlenmesi konusunda tüm çabalar (İran üzerindeki baskı, Kuzey Kore üzerindeki baskı filan) başka baharlara kaldı demektir, zaten uluslararası toplumun her iki meselede de çok başarılı olduğu söylenemezdi. Ayrıca, tüm bu nükleer itiş kakışı seyreden nükleer kapasiteye sahip diğer devletler de (Çin, İngiltere, Fransa vb) var. Ki, Çin’in nükleer kapasitelerini güçlendirme ihtimalini Washington, Paris ve Londra’nın nükleer kuvvetlerini güçlendirme eğilimlerini Moskova sıklıkla dile getiriyor. İşin özü bu açıklama ile Yeni Soğuk Savaş’ın kalabalık mücadele atmosferi biraz daha karmaşık hale geldi. Buradan da anlıyoruz ki Ukrayna Savaşı, ilk yılının sonunda bir Avrupa savaşı olarak kalmaya devam etse de Yeni Soğuk Savaşın en önemli, en canlı cephesi kisvesini de elden bırakmıyor.