Mahkemenin bu kararına rağmen, Filistin'in mahkemenin kurucu anlaşması olan Roma Statüsü'nü 13 Haziran 2014 tarihinde imzalaması, sadece bu tarihten itibaren dava konusu olan olaylar için yargılama yapabileceği anlamına gelmektedir.
5 Şubat 2021 tarihinde Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), uzun süreden beri beklenen Filistin kararını açıkladı. Mahkeme, Batı Şeria, Gazze ve Doğu Kudüs’ü de içerisine alacak şekilde 1967 sınırlarındaki Filistin toprakları üzerinde yargılama yetkisinin (jurisdiction) olduğuna hükmetti. Ayrıca Filistinlilerin kendi kaderlerini tayin hakkı olduğunu da teyit etti.
Mahkemenin bu kararına rağmen, Filistin’in mahkemenin kurucu anlaşması olan Roma Statüsü’nü 13 Haziran 2014 tarihinde imzalaması, sadece bu tarihten itibaren dava konusu olan olaylar için yargılama yapabileceği anlamına gelmektedir. Buna rağmen imza tarihinden sonra İsrail tarafından gerçekleştirilen pek çok operasyon ve uygulanan politikalar, mahkemenin yargı yetkisine giren; savaş suçları, soykırım ve insanlığa karşı işlenen suçlar kapsamında değerlendirildiğinden, İsrail’in söz konusu suçlar nedeniyle yargılanmasını gerektirecek mahiyettedir.
İsrail’in işlediği suçlar
İsrail’in bu tarihten önceki pek çok ihlali mahkemenin şekil şartları nedeniyle soruşturma kapsamı dışında kalmış olsa da; 2014 Gazze saldırısı, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 23 Aralık 2016 tarihli ve 2334 sayılı kararına rağmen İsrail’in işgal altındaki Filistin topraklarındaki Yahudi yerleşim yerlerini durdurmayıp yeni yerleşimler açması, Filistinlilerin mülklerine el konulması, usulüne uygun yargı kararı olmadan yapılan yıkımlar, İsrail askerlerinin 14 Mayıs 2018 tarihinde Gazze sınırında ABD’nin elçiliğini Kudüs’e taşımasını protesto eden masum Filistinlilere saldırarak orantısız güç kullanması sonucu 60 kişiyi öldürmesi ve iki binden fazla kişiyi yaralaması ve İsrail meclisinde 19 Temmuz 2018’de kabul edilen Yahudi ulus devlet yasası ile Filistinlilerin kendi kaderlerini tayin hakkının yok sayılması gibi pek çok konudan dolayı yargılanması gündemdedir.
Filistin’in karara yönelik tepkisi
Filistin tarafı bu kararı büyük bir zafer olarak kabul ederken, İsrail’in şimdiye kadar uluslararası kuruluşlar tarafından aleyhinde alınan tüm kararlara rağmen herhangi bir yaptırıma maruz kalmaması ve nihayetinde bu kararları bir şekilde etkisizleştirmesi nedeniyle süreci ihtiyatla takip etmektedir. Ayrıca İsrail’in 1948’den beri Filistin topraklarını işgal altında tutmasına ve o tarihten itibaren pek çok savaş ve insanlık suçu işlemesine rağmen sadece belirlenen tarihten itibaren bu suçların soruşturulabilir olmasından da memnun değildir. Buna rağmen özellikle son dört yılda, uluslararası platformlarda büyük sıkıtılar çekmeleri ve artık adalet kurumuna güvenlerinin tükendiği bir dönemde gelen bu karar, bütün kayıplarını telafi etmese de, en azından İsrail’in işlediği suçlardan dolayı yargılanacak olması ve muhtemelen bu suçlara konu olayların emirlerini veren siyasetçi veya askerlerin hüküm giyecek olması bile onları ziyadesiyle bahtiyar etmiş gözükmektedir.
İsrail’in tepkisi
İsrail ise tahmin edileceği gibi karara çok sert tepki tepki göstererek, bu kararı tanımadığını açıklamıştır. Özellikle Başbakan Netanyahu’nun konuyla ilgili yaptığı açıklamada, mahkemenin kararını hukuki değil siyasi bulduğunu ifade etmesi ve bu nedenle de mahkemenin yargı kararlarına karşı vatandaşlarını ve askerlerini koruyacaklarını söylemesi, konunun İsrail tarafında nasıl algılandığını göstermektedir. Ayrıca kararı uluslararası kuruluşların İsrail karşıtı tutumlarının bir tezahürü olarak yorumlayan Netanyahu, mahkemenin bu kararını da daha önce işlerine gelmeyen pek çok olayda başvurdukları gibi pür anti-semitizm olarak yaftalayarak, kararı itibarsızlaştırmaya çalışmıştır.
Mahkemeyi töhmet altında bırakma girişimleri
Bununla yetinmeyen İsrail, mahkemeyi ve mahkemenin üyelerini töhmet altında bırakmak için bazı fotoğraflar yayınlayarak, sözde kararın tarafgir olduğunu göstermeye çalışmıştır. Ancak algı operasyonu kapsamında servis edilen fotoğrafların, mahkeme başsavcısı Fatou Bensouda ve ekibinin Filistinli yetkililerle yapmış olduğu resmi toplantılarda çekilen fotoğraflar olduğu ortaya çıkmıştır. Ayrıca Haziran ayında görev süresi dolacak savcının yerine İsrail’in tezlerine yakın birisinin seçilmesi için de yoğun kulis çalışmasına başlamıştır. Bu kapsamda, Roma Statüsünü kabul eden 123 ülkenin temsilcileri tarafından yapılacak oylamada, İsrail tezlerine yakın olmadığı bilinen İrlanda ve İspanya’nın adayları karşısında daha pragmatik görülen İngiltere’nin adayı Karim Khan’ı destekleyen İsrail, mahkemenin yargı yetkisinin kabul etmemesine rağmen savcısını belirlemek için kapalı kapılarda yoğun çaba sarf etmektedir.
İsrail’in kararı kaldırmak için destek arayışları
İşini şansa bırakmak istemeyen İsrail, yeni savcının soruşturma açıp açmayacağını beklemek yerine, mahkemenin aldığı bu kararı geri aldırarak, soruşturma ihtimalini tamamen ortadan kaldırmaya gayret etmektedir. Bunun için kendine yakın ülkeler nezdinde girişimlerde bulunmuş ve şimdiye kadar da; ABD, Kanada, Almanya, Avusturalya ve Macaristan’dan bu konuda destek almıştır. Gerçi bu konuda İsrail’i destekleyen ABD de, İsrail gibi Roma Statüsü’ne tabi olmasa da, uluslararası sitemdeki ağırlığı nedeniyle diğer üye ülkeleri etkileme kapasitesine sahiptir. Fakat Biden yönetiminin göreve başlarken ilan ettiği hukuk, demokrasi ve insan hakları merkezli yönetim sözü, ABD’yi de bu konuda zora sokmaktadır. Keza şimdiye kadar yapılan açıklamalarda da bu konuda net bir mesaj verilmemiş olup, Trump döneminde olduğu gibi her halükârda İsrail’in yanında olunduğuna dair bir işaret bulunmamaktadır. Dolayısıyla henüz İsrail istediği desteği bulup, kararı ortadan kaldıracak konuma gelmemiştir. Özellikle Almanya’nın menfi tutumuna rağmen Avrupa Birliği’nin bu konudaki ilkeli tutumu, İsrail’i bu sefer gerçekten zor duruma sokmuştur.
İsrail’in itiraz gerekçesi
Aslında diğer ülkelerin bu konuda İsrail’in karşısında olmasını sağlayan en önemli faktör, İsrail’in karara yönelik yaptığı itirazda üzerine atılı suçları işlediğini ret etmek yerine, kendisinin Roma Statüsü’ne tabi olmadığı ve Filistin’in de bir devlet olmadığı gerekçesiyle mahkemenin bu konuda yargılama yapma yetkisinin olmadığını ileri sürmesidir. Zaten yıllardır sürdürdüğü işgal ve insan hakları ihlalleri nedeniyle, bunu saklama imkânı olmayan İsrail, böyle bir savunma yaparak suçlamaları da zımni olarak kabul etmiştir.
İsrail medyasının kararı ele alış biçimi
Mahkemenin kararının ardından İsrail medyasında konuyla ilgili pek çok haber yapılmıştır. Bu haberlerin çoğunda, Netanyahu’nun pozisyonuna benzer bir tutum görülürken az da olsa bazı gazeteler kararın yerinde olduğunu ve özellikle son yıllardaki sağ ve muhafazakar kanat iktidarların Filistinlilerin haklarını tamamen yok saydığını ve bu sebeple sorumluların hesap vermesinin gerektiğini ifade etmişlerdir. Buna mukabil bazı yorumcular da, İsrail’in İbrahim Anlaşması kapsamında bazı Arap ülkeleriyle normalleşmeye başlamasını kast ederek, bu kararın Ortadoğu’daki mevcut barış ortamını tehlikeye soktuğunu iddia etmişlerdir. Muhtemelen Filistinlilerin bu normalleşmenin dışında tutulduğundan haberi olmayan bu yorumcular, İsrail’in uyguladığı işgal politikasının ve insan hakları ihlallerinin her halükârda suç olduğundan haberdar değillerdir.
Öç alma planı devrede
Fakat 13 Şubat’ta Jerusalem Post’ta yayınlanan haber şimdiye kadar ki en ilginç olandır. Zira eski bakan Ze’ev Elkin’e dayandırılan habere göre, İsrail hükümeti bu kararın hayata geçip yargılama yapılması halinde, Filistinlilere karşı uygulanmak üzere bazı karşı hamleler planlamaktadır. İsrail vatandaşlarının ve askerlerinin hüküm giymesi, seyahatlerinin tutuklanma korkusuyla engellenmesi veya tutuklanmaları halinde, buna muhatap kalacak her İsrailliye karşılık seçilecek Filistinlilere de benzer şekilde muamele edilerek, seyahatlerinin kısıtlanması, haklarında dava açılması veya tutuklanmalarını içeren plan, eğer gerçekten doğruysa adeta İsrail’in hukuksuzluğunun en somut delili niteliğindedir.
Sağduyulu sesler de var
Tüm bu yanlı haberlere rağmen İsrail’de, devletin yaptıklarının yanlış olduğunu gören ve bunları her platformda haykıran kişi ve kuruluşlar da bulunmaktadır. Bunların en önemlisi kuşkusuz işgal altındaki Filistin topraklarındaki insan hakları ihlallerini takip eden, hak temelli bir sivil toplum örgütü olan B’Tselem ve onun yöneticisi Hagai El-Ad’dır. Zira ısrarla İsrail’in bir demokrasi olmadığını aksine tam bir apartheid rejim olduğunu ifade eden El-Ad, bu konuda ülke içerisindeki fanatiklerden pek çok kez ölüm tehdidi alsa da söyleminden vazgeçmemiştir. Hatta verdiği ifadelerle İsrail’in BM İnsan Hakları Konseyi’nde yaptırıma maruz bırakılmasının ardından Uluslararası Ceza Mahkemesinin kararında da etkili olmuştur.
İsrail’in seçimi
Dolayısıyla İsrail’in, inkâr dahi edemediği ancak sorumluluktan kaçmak için ısrarla üstünü örtmeye çalıştığı insanlığa karşı işlemiş olduğu suçlardan dolayı yargılanması kaçınılmaz gözükmektedir. Her ne kadar kendi istediği savcıyı seçtirmeye çalışsa da, mahkeme kararını iptal ettirmek için türlü numaralara başvursa da, bunun acısını Filistinlilerden çıkarmak için olmayacak planlara başvursa da, artık mızrak çuvala sığmamaktadır. Şimdi sıra aklı selim İsraillilerdedir. Zira bu suçların sorumlularını kendi elleriyle adalete teslim ederek, ülkelerini temize çıkarmak ve Filistinlilerin gasp edilmiş haklarını tanıyarak, barış içerisinde bir gelecek inşa etmek onların elindedir. İnşallah bu karar böyle bir sonuca vesile olacaktır.