Hatırlanacağı üzere geçen hafta Biden yönetiminin Filistin için bir restorasyon dönemi olup olmayacağını ele almıştık.
Hatırlanacağı üzere geçen hafta Biden yönetiminin Filistin için bir restorasyon dönemi olup olmayacağını ele almıştık. ABD’deki başkan değişiminin bu meseleyle ne alakası olduğunu düşünenler için; İsrail’in, Trump döneminde yetmiş yıllık hayallerine kavuştuğunu ve ABD’nin süper güç rolünü arkasına alan İsrail’in, Filistinlileri hesaba katmadan bölgedeki diğer bazı Arap ülkeleriyle normalleşmeye başlayarak izolasyonunu kırmaya başladığını hatırlatmakta fayda var.
İsrail’in Trump’a dayalı politikası
Ayrıca ortaya atılan sözde Yüzyılın Planı ve akabindeki İbrahim anlaşmasıyla İsrail-Filistin meselesinin temelinde yer alan; Kudüs’ün statüsü, 1967 öncesi sınırlar, Filistinli mültecilerin geri dönüş hakkı ve Yahudi yerleşimciler meselesinin de masadan kaldırıldığını söylemek mümkündür. Bu dönemde İsrail, ABD nezdinde Trump’a ve Cumhuriyetçi Partiye dayalı bir politika takip etmiş ve şimdiye kadarki geleneksel partiler üstü politikasından sapmıştır. ABD siyasetinde etkili olan Yahudi diasporasının önemli lobi kuruluşları bile Demokrat Partiyle köklü ilişkileri olmasına rağmen, bu süreçte genellikle Cumhuriyetçilerle iş tutmuşlardır. Bu tercihte Trump’ın ülke ekonomisini düzlüğe çıkarması ve Kovid-19 salgınına kadar bir dönem daha seçilmesinin kuvvetle muhtemel olması da etkili olmuştur. Ancak küresel salgın Trump’ın kaderini değiştirmiş ve ABD’deki Yahudilerin çoğunluğu da beklentinin aksine Biden’a oy verince, Trump iktidarı sonlandırılmıştır.
Yeni dönemde ABD başkanı Biden’ın ve kabinesine aldığı bazı siyasetçilerin bölgeye ve özel olarak Filistin’e dair söylemleri Filistinliler tarafından ihtiyatlı bir iyimserlikle karşılanırken, bu söylemlerin İsrail tarafında ise görece bir tedirginlikle karşılandığını söylemek yanlış olmayacaktır. Öncelikle bu söylemlere bir göz atıp ardından bunların önümüzdeki dönemde ABD-İsrail ilişkilerini nasıl etkileyebileceğine dair tahminlerde bulunalım.
Sözde Yüzyılın Planı ne olacak?
İlk olarak Biden yönetiminin tartışmalı sözde Yüzyılın Planı hakkındaki görüşlerine göz atmak faydalı olacaktır. Zira bu plan Trump tarafından o kadar parlatılmıştır ki, adeta eğer bu plan da işe yaramazsa bir daha bu meseleyi çözüme kavuşturmanın mümkün olmayacağı algısı yerleşmiştir. Ancak, planın ortaya çıkmasıyla çözüm olarak sunulanın sadece İsrail’in istedikleri ve dayattıkları olduğunun anlaşılması planın ölü doğmasına sebep olmuştur. Plan bu haliyle Filistinliler tarafından kabul edilmemiştir. Buna rağmen içinde Filistinlilerin yer almadığı komisyonlar kurulup; sınırlar, Yahudi yerleşimciler, Kudüs’ün statüsü ve savunma ve güvenlik konularında adımlar atılmaya başlanmıştır. Hatta İsrail’in Temmuz 2020 itibariyle Batı Şeria’yı ilhaka hazırlanmasının da bu planın bir sonucu olduğu değerlendirilmektedir. Nihayetinde Biden yönetimi Trump’ın mirası olarak algılanan ve bu vasfı nedeniyle de mesafeli yaklaşılan bu planı ortadan kaldırmayı ve içerisinde Filistinlilerin de yer alacağı yeni bir süreci başlatmak istediğini duyurmuştur. Henüz buna dair somut bir ilerleme olmasa da, bu yöndeki niyet beyanı dahi önemli kabul edilmektedir.
İbrahim Anlaşmasının geleceği
Diğer bir konu ise, Ağustos 2020’de Trump tarafından İsrail ile Birleşik Arap Emirlikleri’nin normalleşeceğine dair haberle duyurulan ve ardından Bahreyn, Sudan ve Fas’ın da sürece dahil olduğu İbrahim Anlaşması’dır. Biden yönetiminin de İbrahim Anlaşmasını desteklediği bilinmektedir. Ancak bu desteğin Trump yönetiminde olduğu gibi, ilgili ülkeleri zorlayan veya rüşvet vari tekliflerle ikna eden bir şekilde olmayacağı anlaşılmaktadır. Ayrıca üslubun yanı sıra yöntemde de bir farklılık olacağı öngörülmektedir. Zira İsrail’in Filistinliler hariç diğer Arap ülkeleriyle normalleşmesinin barış için yeterli olmayacağını düşünen yeni ABD yönetimi, bu sürece Filistinlilerin de dahil olmasını arzu etmektedir. Dolayısıyla İsrail’in Filistin’i baypas ederek bir sonuca ulaşma planının sekteye uğrayacağı söylenebilir.
Filistin’e yönelik yardımların durumu
Önemli farklılıklardan birisi de, İsrail’in yoğun kulisi sayesinde Trump yönetimince kesilen Filistin’e yönelik finansal yardımların tekrar başlatılacağının, Washington’daki Filistin temsilciliğinin yeniden açılacağının ve Birleşmiş Milletler Filistin Mültecilere Yardım Ajansı (UNRWA)’na yönelik dondurulan yardımların yeniden başlatılacağının açıklanmasıdır. Bu konular Filistin yönetiminin ayakta durmasını sağlayan önemli enstrümanlardan olduğu için İsrail tarafından özel önem atfedilmiş ve yardımların kesilmesi önemli bir başarı olarak lanse edilmiştir. Gelinen noktada durumun eskiye dönecek olması İsrail için önemli bir mevzi kaybı olacaktır.
BAE ve Suudi Arabistan’la ilgili kararlar
Bunların yanında doğrudan İsrail ile ilgili gibi gözükmese de, son dönemde bölgede oluşan İsrail merkezli güvenlik mimarisinin en önemli aktörleri olan Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan’ı doğrudan etkileyen kararların da yeni yönetimin İsrail politikasının emaresi olarak yorumlanmaktadır. Zira İbrahim Anlaşmasının bedeli olarak Trump yönetimince onaylanan BAE’ye yönelik silah satışlarının yeni yönetim tarafından askıya alınması ve Suudi Arabistan’ın Yemen’e müdahalesine verilen desteğin sonlandırılarak, Suudi Arabistan’ın Yemen’de savaştığı Husilerin terör listesinden çıkarılacağına yönelik haberler, İsrail’in bölgedeki yeni müttefikleriyle ABD yönetiminin daha farklı bir ilişki tesis etmeyi planladığını göstermektedir. Bu durum ise İsrail’in bölgede kurmaya çalıştığı yeni eksene zarar verme kapasitesine sahip olup, bu haliyle İsrail-ABD ilişkilerindeki gerginliği arttırma potansiyeli taşımaktadır.
Nükleer Anlaşma’ya dönüş
Buna benzer bir diğer konu ise, Biden yönetiminin Trump’ın 2018’de tek taraflı olarak çıktığı İran nükleer anlaşmasına yeniden dönme yönündeki arzusudur. Ancak bu konu İsrail için yeni ABD yönetiminin Filistin’e yönelik açılımından daha fazla ciddiye alınmakta ve yekvücut olarak karşı durulmaktadır. Zira Filistinlilere karşı askeri ve ekonomik olarak mutlak üstünlüğü olan İsrail, Filistin’den tehdit algılamazken, söz konusu İran olduğunda ise yeniden soykırıma uğramak korkusu tetiklenmekte ve varoluşsal bir tehdit algılanmaktadır. Gerçi bunda sık sık İranlı yöneticilerin yaptığı, “İsrail’in ortadan kaldırılması gerektiğine” yönelik irrasyonel açıklamalar ve tehditler etkili olmakla birlikte, bu konunun İsrail tarafından ziyadesiyle araçsallaştırıldığı da muhakkaktır. Çünkü İsrail, kendisi nükleer silaha sahip olmasına rağmen bölgede başka bir ülkenin nükleer silaha sahip olmasını istememekte ve bunu engellemek için de geçmişte de rastlandığı üzere, önleyici müdahale kapsamında askeri operasyon yapmaktan kaçınmamaktadır.
İsrail’in bu konudaki hassasiyetine rağmen Biden yönetiminin etkili aktörleri olan dışişleri bakanı Antony Blinken ve ulusal güvenlik danışmanı Jack Sullivan ise, 2015 yılında imzalanan anlaşmadaki rolleriyle paralel olarak, İran’ın nükleer silaha erişmesini engellemenin yegâne yolunun bu anlaşma olduğu ileri sürmektedirler. Dolayısıyla önümüzdeki dönemin en önemli tartışma ve gerginlik konusu bu mesele olacaktır. Bir tarafta ABD yönetimi bölgedeki dengeyi sağlamak için İran’ı da uluslararası sisteme entegre etmek isterken diğer taraftan İsrail, içerisinde İran’ın olduğu hiçbir planı kabul etmemektedir.
Biden’ın Netanyahu ile görüşmekten imtina etmesi
Yukarıda anlatılan görüş ayrılıklarından olsa gerek, daha önceki teamüllerin aksine Biden göreve başladığı 20 Ocak’tan şimdiye kadar İsrail Başbakanı Netanyahu ile görüşmemiştir. Dışişleri ve savunma bakanlarıyla ulusal güvenlik danışmanı İsrailli muhataplarıyla görüşmüş ve iş birliğini teyit etmişlerdir ancak Biden’in henüz Netanyahu ile görüşmemiş olmasının ardında ne gibi gerekçeler olduğu merak edilmektedir. Bu sorunun cevabını biraz geçmişte aramak yerinde olacaktır. Zira hatırlanacağı gibi Obama döneminde de, İsrail’de seçim sürecine girildiğinde herhangi siyasi liderin kayrıldığına yönelik intiba oluşmaması için resmi kabuller ve ziyaretler ötelenmişti. Şimdi de İsrail’de bir seçim süreci işlemekte olduğundan, Biden’ın Netanyahu ile görüşerek, seçimlerde onun elini kuvvetlendirecek bir koz vermek istemediği ileri sürülmektedir. Aynı zamanda Netanyahu ile Trump arasındaki normalin ötesindeki yakınlık ve ABD seçimleri sürecinde Netanyahu’nun alenen Trump’a destek vermesi de, bu görüşmeyi engelleyen sebeplerden sayılabilir.
Centcom kararı ve UCM’ne yönelik tepki
Trump döneminin son günlerinde İsrail’in Avrupa Komutanlığı yetki sahasından çıkarılarak bölgedeki diğer Arap ülkeleriyle birlikte olacak şekilde Merkez Komutanlığı yetki sahasına alınması kararına dair herhangi bir tasarrufta bulunulup bulunulmayacağı henüz belli değilken, Uluslararası Ceza Mahkemesinin yargılama yetkisinin Filistin toprakları üzerinde de geçerli olduğuna dair karara ABD yönetiminden verilen düşük profilli tepkinin de, yeni dönemde ABD ile İsrail arasındaki ilişkilerin, geçmiş dönemim aksine daha mesafeli geçeceğine dair bir izlenim bırakmaktadır.
Politika değişikliği kaçınılmaz
Sonuç olarak, Biden yönetimindeki ABD’nin İsrail politikasının, Trump dönemindeki gibi olmayacağı anlaşılmaktadır. Bölgede sadece İsrail ve beraberindeki ülkelerin kollandığı bir süreç yerine daha dengeli bir tablonun arzulandığı anlaşılmaktadır. İran’a yönelik olumlu yaklaşım da bunun tezahürüdür. Biden’ın kişisel olarak İsrail’e yönelik olumsuz bir ajandası olmamasına rağmen, özellikle Netanyahu ile diyaloğunun diğer müttefik ülkelerin liderleriyle olan münasebetten farklı olması beklenmektedir. Bunun arkasında Netanyahu aleyhinde devam eden yolsuzluk davalarının büyük rolü olduğu gibi, Netanyahu ile Trump arasındaki yakın ilişkinin de etkili olduğu düşünülmektedir. Buna rağmen ABD’nin İsrail’in güvenliğini riske atacak herhangi bir girişimde bulunulması da beklenmemektedir. Hatta Blinken’in son yaptığı açıklamada, İran ile yeniden nükleer anlaşmaya dönmek için önce İran’ın uranyum zenginleştirmekten vazgeçmesi gerektiği söylemesi, Biden yönetiminin muhtemel İsrail politikasının nasıl şekilleneceğine dair ip uçları vermektedir. Bu doğrultuda, yeni dönemde İsrail’in bölgesel etkisinin biraz azalması buna mukabil bir anlaşmaya varılması halinde İran’ın etkisinin tedricen artması söz konusu olabilecektir.