İsrail'in muhtelif tarihlerde parselliği dokuz sahada toplamda 1 trilyon m³'ün üzerinde doğalgaz ve 2 milyar m³ civarında da petrol bulunduğu tahmin edilmektedir.
İsrail 30 km’lik sahil kesimiyle Akdeniz’de en dar kıyı şeridine sahip ülkelerden biridir. Buna rağmen bu dar alana sıkıştırdığı Hayfa ve Aştod gibi yüksek kapasiteli limanlarıyla özellikle dış ticaretinin çok büyük bir kısmını deniz yoluyla yapmaktadır. Kuruluş evresinde çevresindeki Arap devletleri tarafından düşman olarak görülen ve izole edilen İsrail’in bundan başka çaresi olmadığı için mecburen deniz yollarının kullanılması gerekmiş olup, hava yoluyla yapılan ticaret ise pahalılığı nedeniyle fazla tercih edilmemiştir.
Ancak İsrail için denizin önemi özellikle 2011 yılından sonra katlanarak artmıştır. Zira o tarihe kadar enerji ihtiyacı bakımından tamamen dışa bağlı olan İsrail’in, Doğu Akdeniz’deki kendisine ait münhasır ekonomik bölgelerde keşfettiği doğalgaz ve petrol sayesinde kaderi değişmiştir. Bu keşifler İsrail’i doğalgazda dışa bağımlılıktan kurtarıp bir enerji ihracatçısı ülke haline getirirken, az miktarda olsa keşfedilen petrol rezervleri ise dışa bağımlılığını azaltmıştır.
İsrail’in muhtelif tarihlerde parselliği dokuz sahada toplamda 1 trilyon m³’ün üzerinde doğalgaz ve 2 milyar m³ civarında da petrol bulunduğu tahmin edilmektedir. Bu rezervlerin ekonomik değeri ise; yatırımlar, vergiler ve satış gelirlerinden oluşmak üzere yaklaşık olarak 100 milyar dolar civarındadır. Bu rakama henüz büyük kısmı işletilmeye başlamamış olan Leviathan sahasından çıkarılacak olan hidrokarbon kaynaklarının tutarları eklenmemiştir. Dolayısıyla 2019 yılı rakamlarına göre 390 milyar dolarlık bir GSMH’ye sahip olduğu bilinen İsrail için bu rakam büyük bir kazanımdır.
İsrail, Doğu Akdeniz’den çıkarmaya başladığı doğalgazın şimdilik büyük bir kısmını ülke içerisinde, elektrik üretiminde kullanmaktadır. Doğalgazın uygun pazarlara ulaştırılması için ihtiyaç duyulan boru hattı projesi bir türlü hayata geçirilemediği için henüz sadece Mısır ve Ürdün’e satış yapılmaktadır. Mısır’ın sahip olduğu ispatlanmış rezervler ve devam eden arama çalışmaları hasebiyle İsrail’den daha fazla hidrokarbon kaynağa sahip olmasına rağmen, İsrail’den doğalgaz satın alması bir siyasi tercih olduğu için bu satışın konjonktürel olduğunu söylemek mümkündür. Dolayısıyla geriye sabit alıcı olarak sadece Ürdün kalmaktadır ki, Ürdün’ün de bu ihtiyacını diğer Arap ülkelerinden karşılaşması için herhangi bir engel bulunmamaktadır.
İsrail’i dışa bağımlılıktan kurtararak ihracatçı bir ülke haline getiren doğalgazın yukarıda bahsedilen ekonomik değeri kadar katkıyı sağlaması için, gazın daha istikrarlı pazarlara ulaştırılması elzemdir. İşte İsrail ile Türkiye’nin yolu bu noktada kesişmektedir. Zira Türkiye Doğu Akdeniz’den çıkartılan doğalgazın boru hatlarıyla Avrupa’ya ulaştırılması için en kısa ve en ekonomik alternatifi sunmaktadır. Zira hemen Kıbrıs’ın güneyinde yer alan bu sahalardan önce Kıbrıs’a ve oradan da Türkiye’ye çekilecek yaklaşık 500 km’lik boru hattının maliyeti 2-2,5 milyar dolardır. Halihazırda Türkiye’yi kuzeyden güneye ve doğudan batıya kat eden boru hatları bulunması ve bu hatların Avrupa’ya iştiraklenmesinin de ilave bir maliyet yüklememesi nedeniyle öngörülen toplam maliyetin 3 milyar dolar civarında olması beklenmektedir.
Buna mukabil, Doğu Akdeniz Boru Hattı olarak isimlendirilen Türkiye’siz opsiyon ise hem daha uzun hem de pahalıdır. Bahse konu hattın uzunluğunun 2000 km’yi bulması ve büyük kısmının Akdeniz’in en derin yerlerinden geçirilmek zorunda olunması nedeniyle, maliyetin 7,5-8 milyar dolar civarında olacağı öngörülmektedir. Ayrıca bu hesaba ilave edilecek işletme ve bakım/tutum masraflarıyla birlikte toplam maliyetin 10 milyar dolar civarına çıkması beklenmektedir.
Bilindiği gibi Türkiye ile İsrail arasında 2016 yılında imzalanan normalleşme anlaşmasının en önemli motivasyonlarından biri, Doğu Akdeniz doğalgazının Avrupa’nın taşınması için ihtiyaç duyulan boru hattının yapımı konusunda iş birliği yapılması ihtimaliydi. Hatta bu kapsamda iki ülke heyetleri muhtelif görüşmeler yapmışlar ve tarafların 2017’nin ikinci yarısında işe başlanması ve 2019 başı itibariyle ilk gazın Türkiye’ye ulaşması ve oradan da Avrupa transferi hususunda anlaştıkları bildirilmiştir. Ancak daha sonra gelen haberlerde İsrail tarafının, gazın Türkiye’ye satış fiyatı, üçüncü ülkelere satış izni ve yatırım maliyetinin bölüşüm konusundaki taleplerinin kabul edilmez olduğu ve bu nedenle sürecin uzadığı vurgulanmıştır.
2017 başından itibaren İsrail’in Trump’ın aşkın desteği sayesinde elde ettiği dış politika kazanımları, İsrail’i Türkiye ile normalleşme konusundaki pozisyonundan uzaklaştırarak motivasyonunun azalmasına sebep olmuştur. Ardından Türkiye’nin Rusya ile uçak düşürme hadisesi nedeniyle gerilen ilişkilerinde sağlanan normalleşme ile Trump’ın Kudüs kararı ve buna bağlı olarak ABD elçiliğinin Kudüs’e taşınması ise Türkiye’nin de İsrail’e yönelik yaklaşımında soru işaretlerine yol açmıştır. Nihayetinde 14 Mayıs 2018’deki elçilik açılış töreni esnasında Gazze’de bu kararı protesto eden Filistinlilerin katledilmesi Türkiye’nin sabrını taşırmıştır. Yapılan istişare sonucunda, İsrail askerlerinin Gazze sınırdaki silahsız Filistinlilere yönelik şiddetini sosyal medya hesabından maksadını aşan bir şekilde savunan İsrail büyükelçisinden ülkeyi terk etmesi istenmiştir.
Böylelikle süreç başladığı yere dönmüş ve o tarihe kadar yapılan görüşmeler ve planlar boşa gitmiştir. Bir dönem İsrail’in olduğu gibi enerji konusunda büyük oranda dışa bağımlı olan Türkiye’nin enerji tedariğinde kaynak çeşitliliği yapması umulan Doğu Akdeniz doğalgazının siyasi sebeplerle masadan kalkması üzerine her iki tarafta farklı arayışlara girmiştir. Türkiye Rusya ile ilişkilerini normalleştirmesine rağmen Katar ve Cezayir gibi ülkelerden daha fazla LNG alarak, Rus ve İran gazına bağımlılığını azaltmaya çalışırken, İsrail ise GKRY ve Yunanistan’a yaklaşarak Türkiyesiz boru hattı alternatifine ağırlık vermiştir.
Bu ülkelerle imzalanan prensip anlaşmalarına Mısır ve İtalya’nın da dahil edilmesiyle 2019 yılı başında Doğu Akdeniz Gaz Forumu şekillendirilmeye başlanmış ancak hattın inşasına yönelik herhangi bir ilerleme sağlanamamıştır. Türkiye, Lübnan ve Suriye gibi kıyıdaş ülkelerin dışarıda tutulduğu DAGF’na kıyıdaş olmayan Ürdün’ün yanı sıra, BM’de bağımsız bir devlet olarak kabul edilmesi engellenen Filistin’in üye yapılması ise yaşanan kafa karışıklığını göstermesi bakımından manidardır. Zira Türkiye’ye karşı oluşturulduğu aşikar olan bu yapıya Filistin’in kabul edilmiş olması, Türkiye’yi ziyadesiyle memnun eden bir gelişme olmuştur.
Bu gelişmenin ardından Türkiye’nin en uzun kıyı ülkesi olarak Doğu Akdeniz’de kendi hak ve menfaatlerini korumak için girişimlerde bulunmaya başlaması ve bu kapsamda satın alınan yeni sismik arama ve sondaj gemilerinin bölgeye yollanması, bölgedeki hesapları değiştirmiştir. Böylelikle denklemin dışında tutulmaya çalışılan Türkiye, donanmasının yanı sıra milli sismik arama ve sondaj gemileriyle, Türkiye’nin ve KKTC’nin münhasır ekonomik bölgelerinde çalışmalara başlamıştır. Akabinde Türkiye’nin Mavi Vatan doktrinin bir sonucu olarak Kasım 2019’da Libya’nın meşru hükümetiyle imzalanan deniz yetki alanlarının sınırlandırılması ve münhasır ekonomik bölge anlaşması, Türkiye karşısında oluşturulan cephenin hesaplarını alt üst etmiştir. Zira bu anlaşma ile Türkiye Doğu Akdeniz’e bir set çekmiş ve kendisinin dışında tutulduğu Doğu Akdeniz Boru Hattı projesini uygulanamaz hale getirmiştir.
Devamı haftaya…