Türkiye ile Libya arasında deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasına yönelik mutabakatın imzalanmasından sonra İsrail'in başını çektiği ve diğer ülkelerin de kendi çıkarları doğrultusunda iştirak ettiği bu cephe, enerji ve ekonomi merkezli bir birliktelik olmanın ötesine geçerek askeri ve siyasi bir pakt haline gelmiştir.
Türkiye ile Libya arasında deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasına yönelik mutabakatın imzalanmasından sonra İsrail’in başını çektiği ve diğer ülkelerin de kendi çıkarları doğrultusunda iştirak ettiği bu cephe, enerji ve ekonomi merkezli bir birliktelik olmanın ötesine geçerek askeri ve siyasi bir pakt haline gelmiştir. Öncelikli amaçlarının Türkiye’nin anlaşma yaptığı meşru Libya hükümetini devirerek, anlaşmayı ortadan kaldırmak olduğu anlaşılan bu ülkeler arkalarına ABD, AB, Fransa ve BAE’nin desteğini alarak; Doğu Akdeniz’in en uzun kıyılarına sahip ve geçmişte önemli bir denizci ülke olan Türkiye’yi kıyılarına hapsedip, bir kara devleti haline getirmeye gayret etmişlerdir.
Bahse konu ülkelerin tek amacı, Türkiye’nin Doğu Akdeniz hidrokarbon kaynaklarından faydalanmasını engellemek değildi kuşkusuz. Bunun yanı sıra, Türkiye’nin Akdeniz’deki aktivasyonunu sınırlayarak, son dönemlerde Kuzey Afrika’da artan etkinliği sürdürülemez hale getirip, deniz yoluyla Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerine erişimi engellemenin de bir diğer gerekçe olduğu anlaşılmaktadır. Zira Doğu Akdeniz’le hiçbir alakası olmayan Fransa ile BAE’nin bu süreçte mezkûr ülkelere verdiği desteğin başka bir izahı bulunmamaktadır.
Doğu Akdeniz Boru Hattı için anlaşma imzalanıyor
Bu kapsamda İsrail, Türkiye-Libya anlaşması ile artık doğu Akdeniz Boru Hattının imkânsız hale geldiğinin bilmesine rağmen, 2 Ocak 2020 tarihinde Yunanistan ve GKRY ile bahse konu boru hattının inşa edilmesine yönelik bir anlaşma imzalamıştır. Buna mukabil Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay konuyla ilgili yaptığı açıklamada, “Türkiye bölgede kendi çıkarlarına aykırı hiçbir faaliyete izin vermeyecektir. Türkiye’yi göz ardı eden hiçbir planın uygulanma şansı yoktur” diyerek Türkiye’nin konuyla ilgili pozisyonunu deklere etmiştir. Bunun üzerine Türkiye, Libya ile anlaşmasını muhafaza edebilmek için Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilen meşru hükümete desteğini arttırarak donanmasını bölgeye sevk edip, ABD, Rusya, Fransa, BAE, Mısır ve İsrail’den destek alan darbeci Hafter’in Libya’yı tahakküm altına almasına engel olmuştur.
İnsani yardım diplomasisi devrede
Türkiye ile İsrail arasında süregelen gerginliğe rağmen Türkiye’nin Nisan ayında Filistin’in yanı sıra İsrail’e de korona salgınıyla mücadele için tıbbi malzeme göndermesinin hemen ardından 11 Mayıs’ta yaşanan bir gelişme ise, İsrail’in Türkiye karşıtı cephede yer alıp almadığına dair soru işaretleri oluşmasına sebep olmuştur. Zira aralarında Yunanistan, GKRY, Fransa, BAE ve Mısır’ın bulunduğu beş ülkenin yayınladığı ortak deklarasyonda; Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki hak ve menfaatlerini korumak için sürdürdüğü faaliyetlerin illegal olduğunu ileri sürerek Türkiye’yi kınamalarına İsrail iştirak etmemiştir. İsrail tarafından yapılan açıklamada, bu deklarasyona katılmamasının gerekçesi olarak, “İsrail’in sadece Doğu Akdeniz Gaz Forumu üyesi olduğu ve bu deklarasyonun Libya’daki anlaşmazlık ile ilgili olduğu ve İsrail’in bu konuda dahli olmadığı” belirtilmiştir.
İsrail’deki kafa karışıklığı
Fakat bu açıklamaya rağmen İsrail tarafı, bölgedeki yeni müttefikleri Yunanistan ve GKRY’ni de tamamen terk etmemişler ve doğrudan Türkiye ile karşı karşıya gelmemeye özen göstererek, bu ülkelerle iş birliklerine devam etmişlerdir. Bu kapsamda İsrail ile Yunanistan arasındaki ilişkilerin 30. Yılı münasebetiyle liderler arasında çevrim içi bir etkinlik yapılmış olup bunun ardından Yunan Başbakanı Kyriakos Mitsotakis geniş bir heyetle İsrail’i ziyaret etmiştir. Taraflar arasında imzalanan muhtelif anlaşmalardan sonra yapılan ortak açıklamada, “Tüm ülkelerin Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Anlaşması (UNCLOS)’da belirlenen kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölgelerin belirlenmesine dair hükümlere uyması ve diğer devletlerin egemenlik haklarına saygı gösterilmesi çağrısında bulunuyoruz. Doğu Akdeniz ve Ege Denizi'nin istikrarını tehlikeye atacak, uluslararası hukuku ihlal edecek ve iyi komşuluk ilişkilerine ters düşecek şekilde bu hakları ihlal etme girişimlerine şiddetle karşı çıkıyoruz” denilerek, Türkiye’nin adı zikredilmeden mesaj verilmiştir.
Buna ilave olarak, Türkiye’nin İHA’lar sayesinde bölgede artan hava hakimiyetinden rahatsız olan Yunanistan’ın talebi üzerine İsrail ile Yunanistan arasında yapılan bir anlaşmaya istinaden, Adalar Denizi ve Doğu Akdeniz’deki keşif ve gözetleme görevlerinde kullanılmak üzere İsrail yapımı Heron’lar bölgeye sevk edilmiştir.
İsrail medyasında Türkiye karşıtlığı
Görüleceği üzere İsrail bu süreçte Türkiye’yi doğrudan karşısına almak istememekte ancak Türkiye’nin sorun yaşadığı Yunanistan ve GKRY ile de ilişkilerini tahkim etmektedir. Hatta bazı İsrailli düşünce kuruluşlarının raporlarında, İsrail’in muhataplarını bir araya getirmesi gerektiği ileri sürülmekte ve bu konuda hükümete tavsiyede bulunulmaktadır. Buna mukabil Türkiye, özellikle de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ndan haz etmeyen bir kesim ise, söz konusu bölgesel ittifakın ABD’nin hava ve deniz unsurlarının da katılımıyla genişletilmesi ve ancak bu sayede Türkiye’nin bölgedeki kuvvet üstünlüğünün dengelenebileceğini ileri sürmektedirler.
Ancak Temmuz ve Ağustos aylarında yaşanan gelişmeler, İsrail’in Türkiye karşıtlığı hususunda sesini yükseltmesine sebep olmuştur. Zira Aya Sofya’nın aslına rücu ettirilerek camiye çevrilmesi ve açılış merasiminde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Mescid-i Aksa’nın da bir gün Aya Sofya gibi özgürleştirileceğini söylemesi, İsrail’de tepkiyle karşılanmıştır. Bunun ardından Filistinli tarafları birleştirmeye çalışan Türkiye’nin çabaları kapsamında; Şubat ayından sonra Ağustos ayında da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın üst seviye bir Hamas heyetini kabul etmesi üzerine İsrail’in propaganda trolleri Türkiye aleyhinde kampanyaya başlamışlardır. Türkiye’nin Hamas üyelerine pasaport verdiği ve bu sayede Hamas’ın İsrail’e sızarak saldırılarda bulunmasına imkân sağladığı ve İstanbul’un Hamas’ın siber harekat merkezi haline geldiği gibi iddialarla Türkiye’yi suçlayan bu kesimlerin amacı ise kısa sürede anlaşılmıştır. Zira ABD dışişleri bakanlığı tarafından yapılan açıklamada, Türkiye’nin ABD tarafından terör örgütü olarak kabul edilen Hamas üyelerini kabul etmesi ve onlara pasaport verilmesi kınanmıştır.
Bu gelişmenin ardından Türkiye’nin, 13 Ağustos’ta Trump tarafından açıklanan İsrail ile BAE arasındaki normalleşme anlaşmasını eleştirerek, BAE’yi Filistinlilere ihanetle suçlaması, İsrail’in Türkiye aleyhindeki söylemini arttırmasına sebep olmuştur. Bu kapsamda özellikle Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki faaliyetlerini öne çıkaran İsrail medyası, Türkiye’yi bölgedeki gerginliğin kaynağı olarak lanse etmeye çalışarak, AB ve ABD tarafından yaptırım uygulanmasını sağlamaya gayret etmiştir. Hatta bu kapsamda üyesi olmamasına rağmen, Türkiye’nin NATO üyeliğini de tartışmaya açarak, Türkiye’nin Batı’dan ve NATO’dan uzaklaştığını iddia ederek, hukuken mümkün olmasa da Türkiye’nin NATO’dan çıkarılması gerektiğini dillendirmişlerdir.
İsrail’den yumuşama sinyalleri
Ancak tüm uğraşlarına rağmen ne AB’den ne de ABD’den Türkiye aleyhinde bir yaptırım kararı gelmemesi üzerine İsrail, Türkiye karşıtlığından vazgeçmese de adımlarını daha dikkatli atmaya başlamıştır. Bunun en önemli işareti ise, Ekim ayında Atina’da bir araya gelen Yunanistan, GKRY ve İsrail dışişleri bakanlarının Doğu Akdeniz’deki iş birliği imkanlarını artırmaya yönelik olarak savunma ve güvenlik konularında yeni anlaşmaların imzalandığı törende görülmüştür. Zira Yunan Dışişleri Bakanı Nikos Dendias’ın Türkiye aleyhindeki sözlerine rağmen, konuşmasında Türkiye’yi zikretmeyen İsrail Dışişleri Bakanı Gabi Ashkenazi, bu üç ülke arasındaki ekonomi ve güvenlik konularındaki iş birliğinin bölgeye istikrar getireceğini ifade ederek özellikle Doğu Akdeniz Boru Hattı üzerinde durmuştur.
Kasım ayı sonunda tekrar normalleşme görüşmelerinin yapıldığına dair haberlerin çıkması ve Türkiye’den dışişleri bakanı ve Cumhurbaşkanı seviyesinde yapılan iş birliği çağrılarının, İsrail’de karşılık bulduğu görülmüştür. Henüz taraflar arasında geçmişte yaşanılan hadiseler nedeniyle bir güven eksikliği bulunsa da, Türkiye tarafından İsrail ile deniz sınırlarının belirlenmesine yönelik yapılan gayri resmi teklifle, İsrail’in deniz yetki alanlarının mevcut halinden 16 bin km² daha fazla olacak olması İsrail’in kafasını karıştırmış gözükmektedir. Keza bu sayede Afrodit sahasının tamamının da İsrail’e geçecek olması, teklifin göz ardı edilmesini engellemektedir. Buna rağmen İsrail, son dönemde çok yakın ilişkiler geliştirdiği Yunanistan ve GKRY’ni de küstürmek istememektedir.
Gelinen noktada Doğu Akdeniz, İsrail ile Türkiye arasında yaşanan gerginliğin merkezinde olmamakla birlikte, özellikle İsrail tarafından Türkiye karşıtlığı maksadıyla araçsallaştırılmıştır. Doğu Akdeniz’de Türkiye ile ne tek başına ne de konjonktürel müttefikleri Yunanistan ve GKRY ile birlikte başa çıkma imkânı olmayan İsrail’in, bütün çabalarına rağmen Türkiye’ye yönelik yaptırımları hayata geçirememesi üzerine daha rasyonel bir tavır takındığı görülmektedir. Bu kapsamda Türkiye’nin yaptığı teklifi henüz kabul etmemiş olsa da, Türkiye ile muhtemel bir anlaşma sayesinde kazanacağı ilave deniz alanlarının da göz ardı edilmediği anlaşılmaktadır.
Ayrıca İsrail’in Yunanistan ve GKRY ile yaptığı boru hattı anlaşmasının da bir türlü ilerlemediği göz önünde bulundurulduğunda, Türkiye ile yapılacak muhtemel bir anlaşmanın bu konuda da yeni imkanlar sunacağı açıktır. Kaldı ki Türkiye ile Libya arasındaki anlaşma gereğince, bu hat üzerinde Türkiye’nin izin vermeyeceği hiçbir projenin de hayata geçirilmesi de mümkün gözükmemektedir. Dolayısıyla, Doğu Akdeniz’deki olası bir anlaşma, Türkiye ile İsrail arasındaki bütün sorunları çözmeye matuf olmasa da, en azından Türkiye karşıtı ekseni bölerek, önümüzdeki dönemde Mısır ile de bir anlaşma yapılmasının kapısını aralayacaktır.