Kudüs'ün statüsü, İsrail-Filistin çatışmasının merkezinde yer alan ve diğer konularda anlaşma sağlansa bile çözümlenmesi konusunda fazlaca ümit bulunmayan bir meseledir.
Kudüs’ün statüsü, İsrail-Filistin çatışmasının merkezinde yer alan ve diğer konularda anlaşma sağlansa bile çözümlenmesi konusunda fazlaca ümit bulunmayan bir meseledir. İsrail-Filistin meselesinin temel konuları olan; 1967 öncesi sınırlara dönülmesi, Filistinli mültecilerin geri dönüş hakkı ve Yahudi yerleşimcilerin kaldırılması hususunda muhtemel çözümler öneren süreçler bulunmakla birlikte, söz konusu Kudüs’ün statüsü olduğunda şimdiye kadar herhangi bir adım atılmadığı gibi tarafların ortak bir çözüm için taviz vermeye yanaştıkları da görülmemiştir. Zira Kudüs, İsrail tarafından başkent olarak kabul edildiği gibi, Birleşmiş Milletler tarafından yürütülen iki devletli çözüm planına göre de, muhtemel bir Filistin devletinin başkenti olarak kabul edilmektedir. Ancak Kudüs üzerindeki iddialar sadece siyasi boyutta değildir.
Kudüs’ün kutsallığı
Kudüs’ü bu kadar ayrıcalıklı kılan yegane gerekçe ise, Kudüs’ün her üç semavi din için kutsal sayılması ve özellikle Müslümanlar ve Yahudilerin Kudüs üzerindeki hak iddialarıdır. Zira, Kudüs’te bulunan Mescid-i Aksa’nın Müslümanların ilk kıblesi olmasının yanı sıra, Miraç hadisesinde zikredilmesi ve Kubbet-ül Sahra’nın da Mescid-i Aksa külliyesinde bulunması, buranın Müslümanlar için kutsal olarak kabul edilmesine yeterli gözükmektedir. Buna mukabil Yahudiler de, M.S. 70 yılında Romalılar tarafından yıkılan ve kendileri için kutsal sayılan ikinci tapınağın Mescid-i Aksa’nın bulunduğu yerde olduğunu ileri sürmektedirler. Dolayısıyla Kudüs’ün statüsünü belirlemeye/değiştirmeye yönelik girişimler, diğer konuların halline yönelik adımlardan daha fazla sancılı olmaktadır. Şimdi kısaca İsrail’in yakın dönemde Kudüs’ün statüsünü değiştirmeye yönelik girişimlerine göz atalım.
İsrail’in Kudüs’ün statüsünü yönelik girişimleri
I.Dünya Savaşı’nda Osmanlı İmparatorluğu’nun mağlup olması üzerine 1917’de bölgeden çekilmesiyle bölgenin yönetimini devralan İngiliz manda yönetimi, aradan geçen süre zarfında Filistinliler ile Yahudiler arasındaki çatışmalara engel olamayınca konuyu çözüm için Birleşmiş Milletler gündemine taşımış ve BM’de 1947 yılında kabul edilen 181 sayılı taksim kararıyla Kudüs’ün uluslararası bir statüde olması öngörülmüştür. Taksim planının kabul edilmemesi nedeniyle bu statü hiç hayata geçirilememiştir. Ardından 14 Mayıs 1948’de İsrail devletinin ilan edilmesiyle başlayan ilk Arap-İsrail savaşından sonra Kudüs, fiilen doğu-batı olarak ikiye bölünmüştür. Kudüs’ün, Mescid-i Aksa’nın içerisinde yer aldığı doğu bölümü 1967 savaşına kadar Ürdün’ün himayesinde kalmıştır. Bu tarihten itibaren Gazze ve Batı Şeria’yla birlikte Doğu Kudüs de İsrail işgali altına girmiştir.
Ancak Birleşmiş Milletler’in 1967 yılındaki 242 ve 1973 yılındaki 338 sayılı kararları bu işgali ret etmiş ve İsrail’in 1967 öncesi sınırlara çekilmesine hükmetmiştir. Buna mukabil İsrail, 1980’de Kudüs’ü ebedi başkenti olarak ilan etmiş ama Birleşmiş Milletler de aynı tarihte aldığı 478 sayılı kararla, İsrail’in bu ilanını geçersiz saymış ve üye ülkelere de bu kararı tanımamaları gerektiğini bildirmiştir.
Bu karara rağmen İsrail bu konudaki ısrarından vazgeçmemiş ama süreci de zamana yaymıştır. 1994 yılında Ürdün ile imzalanan barış anlaşmasında Doğu Kudüs’te bulunan Mescid-i Aksa’nın himayesi Ürdün Krallığı Evkaf Bakanlığı’na devredilmiş olup, aynı zamanda Oslo Barış Anlaşmaları kapsamında Filistinlilerle yaşanan yumuşama süreci, Kudüs’ün statüsü üzerindeki tartışmaları ötelemiştir. Fakat Oslo’da imzalanan anlaşmalardaki ABD’nin arabulucu rolüne rağmen ABD Kongresinin 1995’te, bu rolle bağdaşmayacak şekilde Kudüs’ün İsrail’in başkenti olduğuna dair tasarıyı kabul etmesi, Kudüs’ün statüsüne yönelik gelecekteki hamlelerin yolunu açmıştır. Her ne kadar ABD başkanları bu kanunu, ABD’nin ulusal güvenliğini gerekçe göstererek uygulamamış olsalar da, nihayetinde bir gün bu kanunun gündeme gelmesi kaçınılmazdı.
Trump faktörü
ABD başkanı Trump’ın koltuğa oturmasının ardından bürokratik teamüllere uyarak, 1995 tarihli Kudüs kanunun uygulamasını erteleyen kararnameyi iki kere imzalamasından sonra Aralık 2017 dönemine tekabül eden kararnameyi imzalamayacağını açıklaması, bugün yaşadığımız sürecin başlangıcıdır. Zira 6 Aralık 2017’de yaptığı açıklamada, ABD’nin Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak kabul ettiğini belirtmiş ve doğu-batı şeklinde bir ayrıma dahi gerek duymamıştır. Birleşmiş Milletler kararları ve uluslararası hukukun yok sayılması anlamına gelen bu karar, Türkiye’nin girişimleriyle İslam İşbirliği Teşkilatı ve Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda alınan kararlarla yok sayılsa da, nihayetinde Trump yönetimi tüm bu gelişmelerden bağımsız olarak Tel Aviv’de bulunan büyükelçiliğini Kudüs’e taşımıştır. Hem de Filistinlilerin Nekbe (felaket) olarak tanımladıkları İsrail’in kuruluş tarihi olan 14 Mayıs 2018’de yapılan ayinimsi bir merasimle…
Devamı yarın..