Bazı iktisatçılar ve gazeteciler, Hükümetin mevcut düşük faiz yüksek kur politikasını sürdüremeyeceğini ve önünde sonunda bazı önlemler almak zorunda hissedeceğini savunmaktadır.
İçinde bulunduğumuz iktisadi krizin dayandığı üç temel nokta vardır: İlki Türkiye’nin geleneksel aşırı dış borç birikimine dayalı kriz döngüsü ve onun sonucunda girdiğimiz en hakiki yerli ve milli kriz olan 2018 Krizi’dir. İkincisi, 2020 yılında başlayan ve hâlâ devam eden Korona Salgını’dır. Üçüncü nokta ise Hükümetin bir istikrar politikası uygulamayı (siyasi nedenlerle) reddetmesi ve tersine popülist para politikası uygulamasıdır. Bu üç temel noktanın sonucunda, karşımızda genel adı stagflasyon olan bir iktisadi sorunlar yumağı çıkmıştır.
HÜKÜMET NEDEN BU POLİTİKAYI UYGULUYOR?
Bazı iktisatçılar ve gazeteciler, Hükümetin mevcut düşük faiz yüksek kur politikasını sürdüremeyeceğini ve önünde sonunda bazı önlemler almak zorunda hissedeceğini savunmaktadır. Ben ise aksi kanaatteyim. Hükümet bu politikayı, yani düşük faiz ve yüksek kur politikasını, bilinçli olarak ve belli bir maksat güderek uygulamaktadır. Bu maksat iktisadi değil ama siyasidir. İsterseniz bunu şöyle açıklayayım: Türkiye’de son açıklanan enflasyon oranı da son açıklanan işsizlik oranı da aynıdır: Yüzde 21. Bu durum uzun zamandır da katlanarak devam eden bir problemi gösteriyor. Aynı anda hem yüksek işsizlik hem de enflasyon. Faiz indirimine başlamadan önce enflasyon yüzde 17’de ve işsizlik de yüzde 26’daydı. Dünyada pandemi ve pandemiye karşı uygulanan politikalar sebebiyle meta fiyatları hızla artmaktaydı. Üstüne üstlük Türkiye ciddi bir döviz sıkıntısı içindeydi. Hükümet bu durumu çözmek için ne yapabilirdi? Kısa dönemde mevcut durumda gözümüze iki yol çarpmaktaydı.
Birinci yol, Naci Ağbal ve Lütfi Elvan ikilisiyle temsil edilen geleneksel ve tutucu istikrar politikası uygulaması idi. Eğer bunu sıkı bir şekilde uygulasaydı politika faizini yüzde 24’e çekmesi, başta Kanal İstanbul olmak üzere belli başlı büyük altyapı yatırımlarını durdurması veya ileriye ertelemesi, kamuda çok sıkı tasarruf tedbirleri ile giderleri düşürmesi gerekecekti. Bunun sonunda 2022 yılı tamamında yüzde 30’lara fırlamış bir işsizlikle karşılaşacaktı. Karşılığında ise dolar 8 TL civarında kalacak, enflasyon da 2022 yılı sonunda ancak yüzde 11-12 seviyesine inmiş olacaktı. Büyüme ise Türkiye’nin doğal büyüme oranının çok altında kalacaktı. Benim hesaplarıma göre böyle bir politikanın sonucunda 2023 seçimlerine gidilirken işsizlik belki bir ihtimal yüzde 20’lere düşebilecekti ama enflasyonun yüzde 10‘lar seviyesinde kalmaya devam edecekti. Yani bütün bir 2022 yılı boyunca, yüzde 30’lar civarında seyredecek bir işsizlik. Enflasyonu yüzde 17’den yüzde 10’a çekmenin maliyeti işsizliğin yüzde 26’dan yüzde 30’a çıkmasıydı. 2023 yılı ile birlikte doğru düzgün bir politika uygulanması da mümkün olmayacaktı, çünkü Haziran’da seçimler gelmekteydi. Eğer bu politika uygulansaydı Hükümetin seçimleri kaybetme ihtimali çok yüksekti.
İkinci yol, enflasyonu düşürmekten vazgeçip işsizliği düşürmeye çalışmaktı. Bunun yolu da, faiz düşürüp ekonomiyi paraya boğmakla başlayabilirdi. Bu politikanın başlangıç aşamasıydı. Faiz indirimini kurlarda sert artış takip edecekti. Tabii ki, bu politikanın sonucu da, hayat pahalılığının daha artmasıydı. Nitekim de öyle oldu: Enflasyon yüzde 17’den yüzde 21’e fırladı ve bu gidişle 2022 yılında yüzde 35-40 arasına zıplayacaktır. Pekiyi, İşsizlik ne oldu? İşsizlik yüzde 26’dan yüzde 21’e düştü. Ancak hayat pahalılığı halâ daha çok yüksektir. Hükümetin amacı, bu politikayı uygulayarak seçimleri kazanmaktır, daha sonra esas istikrar önlemlerini seçim akabinde uygulayacaktır. Ancak hayat pahalılığı en az işsizlik kadar oy götürür. Hükümet, açıktan para basarak yol açtığı bu yüksek riskli ortamda oylarını koruyup seçimi kazanabilmek için genişletici maliye politikası da uygulamalıdır. Bu ise başta asgari ücret olmak üzere, memur ve emekli maaşlarına en az yüzde 40 zam yapması demektir. Bu ücret zammının etkisi enflasyona gecikmeli olarak yansır. Bu da takriben 6 ile 9 ay arasında bir süreye karşılık gelir. Ek olarak, çiftçi ve esnafın birikmiş borçlarını silmesi veya en azından kolaylaştırması da zorunludur. Buradan yola çıkarak, ben, Hükümetin ciddi bir ücret zammı ve borç kolaylaştırmalarından sonra 2022 Haziran ayında erken seçime gideceğini öngörüyorum. Çünkü bu kadar riskli ve ekonomiye uzun dönem maliyeti yüksek bir politika, ancak bu şekilde (iktisadi değil ama siyasi) mantığa uygun görülebilir. Hedeflenen 2022 Haziran’ına kadar işsizliğin yüzde 15 altına çekilmesidir. Yine ben, eğer bu politika uygulanırsa, Cumhur İttifakı’nın seçimi yüzde 55’e yakın bir oyla kazanacağını öngörüyorum. Pekiyi seçimden sonra ne olacak ya da ne olmalı?
SEÇİMDEN SONRA HETERODOKS İSTİKRAR POLİTİKASI VE PARA KURULU
Seçimi kim kazanırsa kazansın, karşılaşacağı manzara aynıdır: 2022 Haziran ayında yüzde 15’lerde bir işsizlik ve yüzde 35-40 civarında bir enflasyon. Muhtemelen 1 dolar da 20 TL civarında olacaktır. Gelen iktidarın, artık kimse, Kemal Derviş’ten bu yana uygulanan “Ortodoks istikrar programlarıyla” bir sonuç alabilmesi zordur. Bütün ekonomi politikası stratejisinin değişmesi gerekecektir. Bu tarz büyük strateji değişiklikleri halk desteği olmadan olmaz. Bu yüzden de seçim sonrasında yeni seçilmiş hükümet ancak bu tarz bir politikayı başarıyla uygulayabilir. “Hocam, Ortodoks istikrar politikası nedir?” İktisat biliminde kuru ve faizi piyasaya bırakıp sıkı para ve sıkı maliye politikası ile uygulanan istikrar politikaları Ortodoks olarak tanımlanır. Bunun alternatifi ise heterodoks istikrar politikasıdır ki, bu politikaların temelinde sıkı maliye politikası ile birlikte kurların belli bir süre için sabitlenmesi bulunur. Örneğin, 2022 Haziran’ında iş başına gelecek yeni Hükümet ilk önce dolar kurunu diyelim ki 20 TL’den 22 TL’ye çıkarıp orada bir yıl boyunca donduracaktır. Bununla birlikte sıkı maliye politikası da uygulanmalıdır. Sıkı maliye politikası kamunun harcamalarını kısıp vergileri arttırmasıyla gerçekleşir. Benim tercihim, burada, vergi artırımından çok, kamunun gereksiz birçok harcamasının kısılması ve büyük alt yapı projelerinin ertelenmesidir. “Pekiyi Hocam, sıkı para politikası uygulanmayacak mı?” Hayır, kurları sabitlediğinizde artık bağımsız bir para politikası uygulayamazsınız. Dışarıdan yabancı sermayeyle döviz geldiğinde Merkez Bankası piyasadaki fazla dövizi sabit kurdan satın alır ve piyasaya TL arz eder. Tersine, dışarıya döviz çıktığında da, Merkez Bankası döviz satar ve TL çeker. Bu işlemdeki amacı, döviz kuru sabit olduğu için döviz piyasasını dengeleme görevini üstlenmesidir. Başlıkta geçen para kurulu kavramı da Merkez Bankası’nın da içinde bulunduğu ve muhtemelen tarafsız bazı gözlemcilerin de içinde olacağı bir kurula atfen söylenmektedir. Döviz karşılığında TL arz etme işlemi bu kurul tarafından ele alınır. Yani herkesin anlayacağı bir şekilde söylemek gerekirse, piyasadaki TL miktarı döviz rezervlerine bağlı olacaktır.
Böyle bir politikanın amacı devalüasyon – enflasyon spiralini kırmak, hem kur hem de enflasyondaki artış beklentilerini sonlandırmaktır. Temel politika aracımız da sıkı maliye politikası olacaktır. Heterodoks istikrar politikasının sonuç alabilmesi için, muhakkak dış finansal piyasalara güven vermek ve onlarla eşgüdüm içinde olmak gerekir. Bunun sebebi basittir: Herhangi bir güvensizlik ortamında ülkedeki fonlar dövize çevrilip dışarıya kaçırılır. Merkez Bankası döviz satarak durumu belli bir müddet idare edebilir ancak döviz rezervlerimiz yeterli olmadığı için bu durumda sistem 2-3 ay içinde çökebilir. Sonuç olarak böyle bir istikrar politikasına IMF desteği de ciddi bir gereklilik olarak ortaya çıkmaktadır. Belki dünyaca tanınmış bir iktisatçı da, programın uygulanması için yetkili kılınabilir.
Böyle bir istikrar programı ile enflasyon ve işsizlik yüzde 10-12 arasına bir senede çekilir fakat daha bu işin başlangıcıdır. İş esas bundan sonra başlayacaktır. Yani, ortalama yüzde 7 büyümeyi istikrarlı olarak sürdüren, cari açık yerine cari fazla veren yüzde 3-5 arası işsizliği ve yüzde 7-8 enflasyonu olan bir ekonomi. Bunlar uzun vadeli (diyelim ki 10 sene) bir sanayi, kamu üretimi, tarım, dış ticaret, teknoloji ve eğitim politikaları bütünüyle sağlanır. Bunları planlayacak ve yürütecek DPT gibi bir kuruma da şiddetle ihtiyaç bulunmaktadır.
Pazartesi günü bu süreci ayrıntısıyla inceleyelim.
Hayırlı Cumalar.