Irak'ta 10 Ekim'de yapılan seçimlerin üzerinden iki ay geçmesine rağmen siyasi belirsizlik sürüyor.
Irak’ta 10 Ekim’de yapılan seçimlerin üzerinden iki ay geçmesine rağmen siyasi belirsizlik sürüyor.
Ne kadar sürede nasıl bir hükümetin kurulacağı, kurulacak hükümetin güven oyu alıp almayacağı belli değil.
Bu siyasi belirsizlik ortamında ülkedeki iç karışıklık ve kaos da giderek tırmanıyor.
Bu durum, bölge üzerinde hesapları olan küresel ve bölgesel güçlerin sayısız kirli oyunlarını sahneye koymalarına zemin sağlıyor.
Seçimin galibi Sadr Hareketi lideri Mukteda Sadr sık sık, dış müdahale olmaksızın ülkede "ulusal çoğunluk hükümeti" kurmak istedikleri yönünde açıklamalarda bulunuyor.
Sadr’ın dış müdahaleden kastı İran ve ABD.
Ancak her iki ülke de Irak üzerindeki hesaplarından vazgeçeceğe benzemiyor.
Seçimlerde yüzde 70 oy kaybıyla en büyük hezimeti yaşayan İran destekli Hadi Amiri liderliğindeki Fetih Koalisyonu, seçim sonuçlarını tanımayacakları yönündeki tutumunu sürdürüyor.
Bu gruba bağlı silahlı Şii Haşdi Şabi milisleri sahada oldukça hareketli durumda.
Seçimlerle ilgili en büyük hayal kırıklığını yaşayanlardan biri de kuşkusuz PKK.
Zira terör örgütünün desteklediği 7 adaydan hiçbirisi parlamentoya giremedi.
Seçimlerde büyük hezimet yaşayan bu iki grup sahadaki iş birliklerini arttırmaya ve siyasi kaosu tırmandırmaya çalışıyor.
PKK gibi bir diğer terör örgütü DEAŞ da son dönemde faaliyetlerine hız vermeye başladı.
DEAŞ’ın özellikle son iki haftadan bu yana saldırılarını yoğunlaştırdığı alanlar ve bu saldırılarla ilgili gelen bilgiler yazının başlığına konu olan “Irak’ta yeni oyunlar”a işaret ediyor.
Malum, ABD’nin Suriye’de “müttefikim” dediği PKK’nın uzantısı PYD/YPG güya DEAŞ’ın en büyük düşmanı.
Ancak son dönemde Suriye’de DEAŞ ile YPG arasında herhangi bir çatışma yaşanmadığı gibi uluslararası medyada bu iki terör örgütü arasındaki iş birliğine dair sık sık haberler çıkıyor.
Aynı şekilde Irak’ta da DEAŞ ile PKK arasında herhangi bir çatışma söz konusu değil.
DEAŞ, son dönemde en büyük saldırılarını, seçimlerde Sadr Hareketi’nden sonra oylarını ve sandalye sayısını en çok arttıran Kuzey Irak’taki Barzanilerin partisi KDP ve ona bağlı peşmerge güçlerine yöneltmiş durumda.
DEAŞ’ın son iki hafta içinde düzenlediği saldırılarda toplam 20 peşmerge ile 3 sivil hayatını kaybetti.
En büyük saldırılarından birisi geçtiğimiz Mahmur’da gerçekleşti.
Bu saldırıda 10 peşmerge yaşamını yitirdi
Mahmur, PKK’nın konuşlu olduğu ve kamplarının bulunduğu noktalardan birisi.
KDP’nin PDK Mahmur Sorumlusu Ebdullah Tahir, Erbil merkezli Basnews gazetesine yaptığı açıklamada, DEAŞ’ın peşmergeye saldırı düzenlediği nokta ile PKK’nın konuşlu bulunduğu alan arasındaki mesafenin 100 metre kadar olduğunu, saldırı sonrasında peşmerge güçlerinin DEAŞ’a yönelik karşı saldırılarının PKK tarafından engellendiğini belirterek, her iki terör örgütü arasındaki iş birliğine dikkat çekti.
PKK’nın, DEAŞ’ın KDP güçlerine yönelik saldırılarından çok yönlü umdukları var.
Birincisi Türkiye’nin Kuzey Irak’ta Pençe operasyonlarıyla ağır darbeler vurduğu PKK, bu operasyonlardan korunmak için sivil yerleşim alanlarına sığınmaya çalışıyor ancak özellikle son bir yıldan bu yana peşmerge güçleri, PKK’nın sivil yerleşim alanlarına daha fazla zarar vermemesi için birçok noktada üsler kurarak konuşlanmış durumda.
PKK, bu durumu KDP’nin Türkiye ile iş birliği yapması olarak değerlendirerek Barzanilere karşı iyice düşman kesildi.
Hatta geçtiğimiz aylarda PKK’nın birçok noktada düzenlediği saldırılarda 10’u aşkın peşmerge yaşamını yitirdi.
Şimdi DEAŞ’ın bu saldırıları sonrası PKK, peşmerge birimlerinin söz konusu sivil yerleşim alanları çevresindeki güçlerini çekerek enerjisini DEAŞ ile mücadeleye yoğunlaştırmasını umuyor.
PKK’nın yayın organı ANF’de önceki gün yer alan “KDP, DEAŞ'ın saldırdığı yerlere değil gerilla alanlarına sevkiyat yapıyor!” başlıklı haber terör örgütünün bu beklentisini açık eder mahiyette.
Bir diğeri de PKK öteden beri Kuzey Irak’ta güç mücadelesine giriştiği KDP’nin, DEAŞ’ın bu saldırılarıyla zayıflamasını umuyor.
Bu planın bir parçası.
DEAŞ’in yoğunlaşan saldırılarının bir başka boyutu var ki o da en az bunun kadar Türkiye’yi ilgilendiriyor.
O da Kerkük ile ilgili.
Malum Kerkük, Irak’ta statüsü netleşmemiş önemli bölgelerden birisi.
Daha önce IKBY’nin denetiminde olan bölge 2017’deki “bağımsızlık referandumu” sonrası Irak merkezi yönetiminin eline geçmişti.
Geçtiğimiz aylarda Erbil ve Bağdat arasında varılan bir anlaşmayla Kerkük’ün güvenliğinin ortak sağlanması kararlaştırıldı ancak gerek Türkmenlerin tepkisi gerekse de Ankara’dan yapılan uyarılar sonrası bunun hayata geçirilmesi durduruldu.
Yani peşmerge güçleri Kerkük’e girmedi, kentin çevresindeki birkaç noktada konuşlandılar.
Ancak son günlerde hareketlendirilen DEAŞ, Kerkük’te Kürtlerin yoğunluklu olduğu bazı köylere de saldırtılarak peşmerge güçlerinin bu köylere girmesi sağlandı.
Oldu-bittilere getirilerek peşmergenin Kerkük’e yerleşmesine Türkiye’nin rıza göstermeyeceği biliniyor.
Şimdi DEAŞ’ın Kerkük’e saldırılarıyla peşmerge güçleri iç kısımlara çekilerek 2017’deki “bağımsızlık referandumu”nda olduğu gibi Erbil de Ankara karşı karşıya getirilmek isteniyor.
Erbil ile Ankara’nın açılmasıyla da KDP ve PKK arasındaki gerilimin sonlandırılması ve aralarında iş birliği sürecinin başlatılması hedefleniyor.
Suriye’de terör örgütü YPG’nin ana omurgasını oluşturduğu DSG adlı yapılanmanın başındaki Mazlum Kobani kodadlı Ferhat Abdi Şahin adlı teröristin, “DEAŞ saldırılarını püskürtmek için ulusal birlik stratejik bir gereklilik haline geldi” şeklindeki açıklaması da bu hesapları ele veriyor.
Ve tüm bu gizli planlar, kirli hesaplar fazlasıyla Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “terör örgütlerini sevk ve idare ediyor” dediği Brett McGurk kokuyor.
O açıdan Irak’taki gelişmeleri bu hassasiyetlerle takip etmekte ve bu planları bozmaya yönelik hareket etmekte yarar var diye düşünüyorum.