Son açıklanan verilere göre Türkiye'de yaşayan hane halklarının en zengin yüzde 20'sinin toplam geliri, ülkenin toplam gelirinin yüzde 48'ini bulmakta olduğunu belirtmiştim.
Cumartesi günkü yazımda bir ekonominin büyürken eşitsizliğin neden artabileceği sorusuna yanıt aramıştım. Sonuçta üç temel noktadan bahsetmiştim: piyasalarda eksik rekabetin varlığı, sektörel orantısız büyüme ve enflasyon. Bu üç durumda eğer ekonomi büyüyorsa, büyüme ile birlikte gelir dağılımında adalet de bozulmaktaydı. Pekiyi adaleti kim yeniden sağlayacak? Tabii ki devlet! Biz Türk milleti olarak yöneticilerimizi yabancı elçileri ve devlet başkanlarını ağırlamaları, hiç alakasız insanlara ziyafet vermeleri, bilmem kaç tane zırhlı araçtan konvoyla dolaşmaları ve nutuk atmaları için seçmiyoruz. Devletin en önemli vazifesi adaleti ve asayişi tesis etmesidir. İktisadi anlamda bu gelir dağılımında adalet ve kaynak tahsisinde etkinlik anlamına gelir.
Son açıklanan verilere göre Türkiye’de yaşayan hane halklarının en zengin yüzde 20’sinin toplam geliri, ülkenin toplam gelirinin yüzde 48’ini bulmakta olduğunu belirtmiştim. En fakir yüzde 20’nin gelir toplamı ise ülke gelirinin yüzde 6’sı idi. Bu fark çok büyük bir farktır. Ancak bundan daha vahimi orta alt, orta ve orta üst gelir gruplarını içeren hane halklarının yüzde 60’ını oluşturan çoğunluğun gelirden aldığı payın yüzde 46’ya düşmesidir. Normal şartlarda bu oranın yüzde 50’nin üstünde olması gerekir. Çünkü bir kapitalist ekonominin de, bir demokrasinin de sürdürülebilmesi için orta sınıfların güçlü olması gerekir. Ancak mevcut halde çok zengin bir azınlık servet ve gücünü arttırırken orta sınıflar orta sınıf olmaktan çıkıp fakirleşmektedir. Böyle durumlarda piyasa ekonomisi tekelci kapitalizme, demokrasi de oligarşiye dönüşür.
“Pekiyi Hocam, TCG Anadolu gemisini yaptık, Kızılelma insansız savaş uçağını yaptık, KAAN milli savaş uçağının prototipi tamamlandı, ALTAY tankı yolda. Dünya krizde iken Türk ekonomisi büyüyor. Bu halde neden eşitsizlik artıyor?” Bu soru önemli çünkü insanlar elmalarla armutları karıştırmakta gayet mahirdirler. Öncelikle silah sanayiindeki gelişimeler takdir edilmeli, desteklenmelidir ve hepimiz bununla gurur duymalıyız. Ancak bu eşitsizlik yaratan büyümeye engel değildir. Hükümetin asli görevi büyümeyi sağlarken buradan elde edilen gelir artışının herkese hakkaniyetli bir şekilde yansımasını sağlamaktır. Ülkenin gelecekte ihtiyaç duyacağı sektörlere yatırımı teşvik eden, ülkeyi daha müreffeh ve insanları hep birlikte daha zengin yapacak sanayileşme, teknoloji ve kalkınma politikaları geliştiren bir hükümete ihtiyaç vardır. Bu da planlama ile olur.
Eşitsizliği arttıran büyümenin sebepleri nelerdi? Piyasalarda eksik rekabetin varlığı, sektörel orantısız büyüme ve enflasyon. İsterseniz bu üç durumu sırayla açıklayalım.
EKSİK REKABET VE EŞİTSİZLİK
Bir sektörde eksik rekabet olduğunda bu genelde firmalara iki açıdan fayda sağlar: Ürettikleri malları fahiş kârlarla satma ve çalıştırdıkları işçileri düşük ücretle istihdam etme imkânı... Yani eksik rekabet sonucunda tüketiciler toplamda daha az malı daha pahalıya satın almakta ve yaşam standartları düşmekte iken, bu firmalarda çalışan emekçiler ürettikleri katma değerin çok altında bir ücret elde edebilmektedirler. Milyonlarca tüketici ve emekçinin cebinden çıkan paralar bir kaç bin firma sahibi ve onların hissedarı rantiyelerin cebine girmektedir. Ne güzel İstanbul be! Bu sözlerim Rekabet Kurumuna, çünkü eksik rekabeti belirleyip tüketicinin ve emekçinin hakkını savunması gereken kurum orasıdır.
Eksik rekabet sadece tekel değildir, zaten tekeller çok nadir bulunan piyasa tipleridir. Öte yandan sanayi sektörlerinde oligopoller yaygındır. Oligopollerde, yani az satıcının bulunduğu piyasalarda, tekeldeki kadar olmasa bile yine fahiş kârlarla çalışma imkânı yüksektir. Öte yandan bu sektörlerde emekçilerin karşı karşıya bulunduğu durum da oligopsondur. Yani az alıcının bulunduğu piyasa… Özellikle emek piyasalarında firmalar birlikte hareket ederek ücretleri düşük tutmaktadırlar. Burada emekçinin hakkını koruması için sendikalar önemlidir ama bizdeki sendikalar gerçek anlamda sendika değildir. Bizdeki sendikalar işçilerin haklarını koruyan birliklerden ziyade farklı partilerin işçi kolları gibi çalışırlar. İşverenlerle değil birbiriyle mücadele ederler. Sendika ağaları ise bağlı oldukları partiden milletvekili olmayı temel amaç edinmişlerdir. Devletimizin, bu durumda, sosyal devlet niteliğinin daha ön plana çıkması gerekir. Bu sözlerim de Çalışma Bakanlığı’na… Çalışma Bakanlığı ensesi kalın işverenin değil emekçinin yanında olmalıdır.
Benzeri bir durum çiftçilerimiz için geçerlidir. Yerli ve yabancı sanayici ve tüccarlar çiftçinin elindeki mahsulü ucuza kapatmak için alıcı karteli oluştururken, Rekabet Kurumu bu duruma hiç el atmamaktadır. En güzel örnek fındık üreticisidir. Türkiye dünyada üretilen fındığın yüzde 70’ine yakınını üretirken dünyada en pahalı fındığı tüketen yine Türk milletidir. Yabancı firmaların taşeronu birkaç tüccar alıcı karteli oluşturup fındığı maliyeti altında toplarken, fındık üreticisi zarar etmekte, yurt içinde kalan çok az fındığı da yine tüccar ve marketler tüketiciye fahiş kârla satmaktadırlar. Ne devlet desteği vardır, ne etkin bir kooperatifleşme ne de yabancıların at oynatmasını engelleyen bir irade. Bu sözlerim hem Rekabet Kurumu hem de Tarım Bakanlığınadır.
Rekabetsizlik ve eşitsizlik konusunda son ekleyeceklerim ise Türkiye’nin 40 yıldır bir mucizevi çözüm olarak –yanlış- uyguladığı özelleştirmelerdir. Özelleştirme rekabet arttırmak için yapılır, kamu firmalarını özel tekellere değerinin altında satmak için değil. Bu uygulamaların geçmişe dönük olarak araştırılması, regülasyona gidilmesi ve gerekirse kamulaştırmanın uygulanması gerekir.
SEKTÖREL ORANTISIZ BÜYÜME VE GELİR DAĞILIMINDA ADALETSİZLİK
Sektörel orantısız büyüme ile kastedilen ülkenin üretim ve finansman kaynaklarının belli bazı sektörlere yoğun olarak aktarılmasıdır. Bu sektörler hızla büyürken diğer sektörler yavaş büyümekte veya küçülmektedir. Ülkemizde son yirmi yılda inşaat, ticaret ve hizmetler sektörüne orantısız kaynak aktarılmıştır. Burada devletin “sanayisizleşme” politikalarının yanı sıra Türkiye’nin geleceğini yabancı sermaye yatırımlarına bağlama stratejisi de etkili olmuştur. Orantısızlık ne şekilde olursa olsun verimsizlik ve etkinsizlik üretir. Bu da herkesin mutlak olarak fakirleşmesine yol açar. Öte yandan politikacılar içeride mal çeşitliliği sağladığı ve kısa dönemde sahte bir refah artışı yarattığı için ithalata gaz vermeyi, hızlı istihdam ve gelir artışı yarattığı için inşaat ve hizmetler sektörünü desteklemeyi siyaseten doğru bulurlar. Ancak ithalatı desteklemek içeride üreticiyi bitirdiği gibi dış borcun zıvanadan çıkmasına, inşaat ve hizmetler gibi sektörlere orantısız yatırım da – bunlar üretken olmayan sektörler olduğu için- ülkenin üretim kalitesini ve kapasitesini düşürmektedir. Çözüm planlı sanayileşme ve kalkınma politikalarıdır. Bu sözüm de Sanayi Bakanlığı’na… Ama her şeyden önce DPT’nin yeniden kurulması gerekliliği öncelik arz etmektedir.
ENFLASYON
Enflasyonun ne kadar zararlı olabileceğini 1,5 senedir bizzat tecrübe ediyoruz. Enflasyon hızla yükseldiğinde kamuda ve özelde maaşlı çalışanlar her geçen gün fakirleşmektedir. Tüketicilerin genel olarak borçluluk oranları artmaktadır. Bu borçluluk artışı dış borç artışı ile sonuçlanmaktadır. Konut fiyatları, otomobil fiyatları, ulaşım, eğitim, gıda, barınma ve sağlık masrafları hızla artmaktadır. Ancak döviz ve altın istifçileri, gayr-ı menkul sahipleri, al-satçılar, komisyoncular, iş yeri sahipleri hem gelirlerini hem de servetlerini katlayarak arttırmaktadır. Hükümet seçimi kazanmak amacıyla ekonomiyi fiktif olarak büyütmek için enflasyonu boş vermiştir. Bunun doğal sonucu gelir ve servet dağılımında adaletsizlik, kaynak tahsisinde etkinsizliktir. Üreticiler, çalışanlar, çiftçiler fakirleşirken, bir grup tüccar, zadegân ve istifçi para üstüne para koymuştur. Bu sözlerim de Hazine ve Maliye Bakanlığı ile TC Merkez Bankasınadır.
SONUÇ
Sonuç olarak, demem o ki, eşitsizlik yaratan büyüme gayet mümkündür. Hatta devlet tarafından denetlenmeyen ve yönlendirilmeyen bir kapitalist ekonomi her zaman eşitsizlik yaratarak büyür. Ve yine hatta, demokrasinin oturmadığı toplumlarda, devletin uyguladığı politikalar bu eşitsizlik yaratan büyüme trendini arttırır. Türkiye bunun örneğidir.