Sandığa sayılı günler kala 6 Şubat depreminin; acıları, gözyaşları, travmaları, sürgün hayatları, enkaz altında kalan hayatları-gülüşleri-umutları-hayalleri-anıları-kolları-bacakları,ağıtları halâ kanıyor…
İyice anlaşıldı,14 Mayıs sadece 14 Mayıs Genel Seçimi değil Türkiye’nin geçmesi gereken yeni bir eşik.
Sandığa sayılı günler kala 6 Şubat depreminin; acıları, gözyaşları, travmaları, sürgün hayatları, enkaz altında kalan hayatları-gülüşleri-umutları-hayalleri-anıları-kolları-bacakları,ağıtları halâ kanıyor…
Özetle depremin acısı halâ yüreğimizdeyken hafta sonu sandıkta demokratik hakkımızı kullanmaya hazırlanırken dilerseniz bugün ülkenin sosyolojik yansımalarını kısaca konuşalım.
Öncelikle belirtmek isterim ki; ilk kez bir seçim öncesinde vatandaşın duası aynı. Tüm partilerin seçmeni ve hatta kadroları şu duada hem fikir; “bize, ülkemize, evlatlarımıza en hayırlı en faydalı kim olacaksa Allah zaferi ona nasip etsin…”
En çok da evlatlarını düşünüyor insanlar çünkü üzerinde bulunduğumuz coğrafya başta olmak üzere dünya, pandemiyle birlikte korkunç bir devrin kapısından geçti. Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Bu korkular eşliğinde emekçi, yürekli, dinleyen, anlayan, mütevazi, zeki, çevik, güçlü, akılcı, sokaktan kopmayan, hümanist, kurumsal, etiketi değil içeriği önemseyen ve uygulayan, çözümden yana siyasi tavırlara fazlasıyla ihtiyaç duyuyor toplumlar.
Bir diğer yansıma da siyasi iklimin yarattığı “ayrışma etkisine” dair. Hemen söyleyeyim bu etki giderek zayıflıyor çünkü toplumun her kesimi yaratılan bu etkiden fazlasıyla yoruldu ve sıkıldı. Toplumun bünyesi ayrıştırıcı söylemleri inandırıcı bulmamakla birlikte çok basit bulduğu için küçümseyerek kendinden uzaklaştırıyor artık. Vatandaş şunu net bir şekilde gördü ve anladı; etrafımızda dönen tehlikeli oyunlar arasından sağ salim çıkmak için Kürt, Türk, Alevi, Arap, Sünni, Laz, Roman ve daha nicesiyle evlatlarına ihtiyacı var bu toprakların. Toplum siyasilerin tüm ayrıştırma iklimine inat “aidiyet duygularıyla“ demokrasi, adalet, özgürlük, refah, huzur, kaliteli yaşam, güvenli gelecek talepleriyle “Türkiye Liberalizmi” çatısında buluştu.
Evet 14 Mayıs’ı “Türkiye Liberalizmi”ne açılan ara bir kapı olarak yorumluyorum zira yaklaşık on iki yıldır Türkiye’nin yaşadığı her zorluk vatandaşı biraz daha yordu, üzdü, şoka soktu, akıl ve mantıktan uzaklaştırıp zırvalattı, birbiriyle karşı karşıya getirdi ve daha sayısız başlıkta dibi gösterdi. Toplum, travmaların yüküyle uzun bir süre dipte nekâhat dönemini yaşadı ve şimdilerde tüm gücüyle ayaklarını dibe vurup yükselme evrimini tamamlamaya çalışıyor.
Bu evrimden siyaset ve siyasi aktörler en fazla nasibini alacak kesim çünkü iletişim çağı vatandaşın siyasete ve siyasilere olan güvenini tarumar etti.
İletişim çağı demişken “deepfake”e değinmeden geçmeyelim.
İnsana ihtiyaç duymayan her şey beni fazlasıyla korkutuyor; tıpkı yapay zeka gibi.
“Deepfake” denen şey adeta kişiyi kopyalıyor ve istediği ortama yerleştirip istediği her şeyi yaptırıyor. Sonra da elde ettiği görüntüleri istediği yerde kullanıyor veya kullandırıyor.
Siyasilerin korkulu rüyası deepfake farkında olmadan toplumun bilinçaltına da “ters etkiyi” aşılıyor. Yukarıda sözünü ettiğim “toplum siyasi iklimin yarattığı ayrışma etkisini artık reddediyor ve ters tepki vererek daha da kenetleniyor” sonucu deepfake için de geçerli.
Şimdilerde ortaya çıkan görüntülere şok olup günlerce konuşan topluma bir süre sonra ne izletirseniz izletin “banane” diyerek önemsemeyecek.
Velhasılı kelam neyi fazlasıyla sokarsanız toplumun gündemine bir süre sonra ters tepki yaratır…