G20 Zirvesi uzun bir aradan sonra 35 ülkenin katılımı ile Roma'da toplandı.
Bu hafta hareketli geçecek. G20 Zirvesi uzun bir aradan sonra 35 ülkenin katılımı ile Roma’da toplandı. Zirvenin doğası gereği G20, küresel düzenin ve küresel sorunların tartışıldığı bir mecra olarak görülüyor. Glascow’da gerçekleşecek Dünya İklim Zirvesinin hemen öncesinde pandemi koşullarında ekonomik ve sosyal istikrar için ihtiyaç duyulanların neler olduğunun konuşulması beklendiği için bu seferki G-20 Zirvesinde verilen aile fotoğrafı Glascow’da verilecek fotoğrafla birlikte okunacak. Bu nedenle Roma’daki toplantı küresel öneminin yanında daha çok ABD ve Batılı Müttefikleri arasında bir buluşma olarak görüldü.
Biden’ın ikinci Avrupa ziyareti
ABD’de yayınlanan bazı analizler de zaten Roma-Glascow hattında Biden’ın çizdiği rotayı ABD Başkanının Avrupa’ya yaptığı ikinci ziyaret olarak gördü ve Biden’ın ilk ziyaretinden itibaren ABD’nin müttefikleriyle ilişkilerinde neler değiştiğine, nereden nereye gelindiğine odaklandılar. Hatırlanacaktır, Biden’ın AB ve NATO liderleriyle buluştuğu bundan önceki Avrupa turu bir nevi Trump’ın açtığı zararın onarılmasına adanmıştı. Ayrıca Biden yönetimi iktidara gelir gelmez “küçük bir Ukrayna” krizi tetiklemiş, ancak tetiklediği krizi Rusya’nın sahip olduğu caydırıcılık karşısında çok da ileriye götürememiş geri adım atmıştı. Kısaca Trump’ın durdurmayı başaramadığı bir sürü riskin yanına ABD’nin Rusya’yı geriye püskürtme konusunda göründüğü kadar iştahlı olmadığı ortaya çıkmıştı. Tüm bunların Avrupa güvenliği için verdiği alarmın NATO’nun gücü üzerinden yatıştırılması gerekliydi. Biden da yaklaşık 5 ay önce Avrupa’da gülümseyerek, ABD’nin NATO ittifakına verdiği önemi göstererek, diyalog ve diplomasiyi çalıştıracağı mesajını vererek o günlerde ihtiyaç duyulan misyonu yerine getirmişti.
ABD’nin yarattığı sorunlar
Gel gör ki Brüksel Zirvesinden bu yana ABD ile Avrupalı müttefikleri arasında ciddi sorunlar yaşanıyor. Öncelikle AB’nin zamanında çok çaba harcadığı ancak Trump yönetiminin bir çırpıda çıktığı Nükleer Anlaşmanın geleceği belirsiz. Biden yönetimi seçim sürecinde vermiş olduğu Anlaşmaya dönme sözünü yerine getirmedi. Henüz İran’ın geliştirdiği kapasite, Anlaşmaya dönmeyi imkânsız hale getirmiyor ama geçen sürede İran boş durmuyor. ABD yönetimleri tarafından farklı söylemler kullanılarak benimsenen Tahran’ı sınırlandırma politikası ile mücadele ediyor. Bu Yemen, Lübnan, Irak ve Suriye’de sahada hareketlilik demek. Köşede uyutulmaya çalışılan İran’ın Ortadoğu’yu rahatsız etmesi Müttefikler tarafından kısmen göz ardı edilebilir ama Tahran’ın geliştirdiği siber kapasite ve nükleer ilerlemenin bölgede yaratacağı yeni asimetrik güç kaygısı ve yarışı, bu yarışın Avrupa ülkelerinin Doğu Akdeniz’de ve Afrika’da bizzat cesaretlendirdiği Körfez ülkelerini içine alma olasılığı Müttefikler için gerçek bir risk. Keza Avrupalılar, ABD’nin Afganistan’dan çekilme biçimi ve sahayı Taliban’ın da içinde olduğu bir grup yönetilmesi zor olasılığa açmasından tedirgin durumdalar. ABD’nin Asya’ya dönüş stratejisini canlandırması da Müttefikleri böldü ve AB üyelerini Pasifik stratejisinin dışında bıraktı. Müttefikler ABD’nin nasıl, hangi araçlarla dönüp hangi araçlarla nereden çekileceğini kestiremediklerinden güvenlik yatırımlarını nereye yapacaklarını da tam hesaplayamıyorlar. Stratejik özerklik ve ilişkilerin Çin ve Rusya ile de belirli konularda çeşitlendirilesi sihirli formül olarak ortaya çıkıyor ancak bu noktada Müttefikler, bu sihirli formüle daha yakın olanlar ve olmayanlar arasında bir ayrımla, bu ayrımın NATO’da yaratacağı etkiyle sarsılıyor. Benzer bir şekilde ABD’nin ilgisine mazhar olan ve ABD’nin sahaya dönüş aracı haline gelen müttefik ülkeler ve ABD’nin politikalarının maliyeti ile karşı karşıya kalanlar var.
Avrupa güvenliğindeki kaosu NATO ile kontrol etmek
Sonuçta Biden Yönetimi, ideolojik tercihlerinden bağımsız olarak, sahadaki jeopolitik oyunu Rusya’ya “buradayım” mesajı vermek ama aslında mümkünse Avrupa sahasında çok da olmamak, tüm iradesini Asya’da Çin’in sınırlarını sınamak üzerine kurdu. Bu da Avrupa güvenliğini paramparça hale getirdi. AB’nin hazırlıksız ve telaşlı olduğu bu resimde kaotik durumu kontrol etmek için NATO somut planlar tartışıyor. Geçtiğimiz günlerde NATO Savunma Bakanları toplantısında alınan kararlar, yaşanan tartışmalar son derece önemliydi. NATO bünyesinde yapılan açıklamalar Müttefikler arasındaki tüm sarsıntıya ve ittifakın esnekleşmesine rağmen ABD’nin hala NATO’yu önemsediğini gösteriyor. Ama NATO tarihini bilenler meselenin sadece NATO ve rakipleri arasındaki bir savaş oyunu senaryosu olmadığını da bilirler. NATO caydırıcılığı her şeyden önce siyasaldır ve Müttefiklik ilişkisinin işlediği ve işleyeceğine yönelik bir algıya dayanır. Obama-Trump-Biden başkanlık silsilesi farklı şekillerde bu algıya zarar verdi. İşte bu yüzden Biden yönetimi G-20 ve Glascow platformlarını Zirveye pareler ikili, çoklu görüşmelerle müttefikleriyle ilişkilerini onarma, zararı tamir etme şansı olarak değerlendirmek istemiş görünüyor.
ABD-Türkiye ilişkilerini onarmak
Onarılması gereken ilişkiler listesinde ABD-Türkiye ilişkileri en üst sırada yer alıyor. Sadece ilişkiler farklı güvensizlik çemberlerinden, mini krizlerden geçtiği için değil, NATO’nun gücü ve caydırıcılığı Türkiye olmadan düşünülemeyeceği ve yukarıda andığımız stratejik özerklik ve ilişki çeşitlendirme idealine Ankara en yakın noktada duranlardan biri olduğu için. Dolayısıyla ABD-Türkiye ilişkilerinin geleceği NATO caydırıcılığına katkı açısından ABD-Müttefikler savunma işbirliğinin gelecek modelleri konusunda da bize bir şey söyleyecek. G-20 Zirvesi öncesinde Biden Yönetiminin Türkiye’yi değerli müttefik olarak tanımladığı bir mesaj vermesi, G-20’de Pazar günü gerçekleşen görüşme, pozitif atmosfer ve iki başkentin ilişkileri geliştirmek için ortak mekanizma yani sürekli bir diyalog mekanizması oluşturma kararı bize ABD’nin Türkiye ile olan iletişimsizlik halini ortadan kaldırmak istediğini gösteriyor.
Bu sonucu taktik bir hamle, Biden yönetiminin göz ardı edemeyeceği NATO’ya ve Ankara’ya yönelik bir göz kırpma hamlesi olarak değerlendirenler olacaktır. Zira ABD Türkiye ile çıkarttığı krizler Ankara’nın caydırıcılığına takıldığında tansiyonun düşürülmesi ve NATO’nun bir ve beraber olduğunun vurgulanması için taktik geri adım atabiliyor, -ki özelikle Türkiye’nin siyasi baskı ve ekonomik maliyet üzerinden yorulmaya çalışıldığı bir dönemde taktik geri adım da az-buz bir şey değildir. Bu taktik adımlarla Washington DC hem Kongre’yi ikna etmek gibi gerçek siyasi bir sürecin içerisine girmekten uzak duruyor, hem de stratejilerinde büyük bir değişikliğe gitmeden Ankara’yı rakiplerinin cephesine doğru itmiyor.
Ankara ne istiyor?
Mesele şu ki, uzun bir süredir taktik yumuşamalar Ankara tarafından yeterli görülmüyor. Ankara’nın memnuniyetsizliğinin temelde iki sebebi var. İlki ABD’nin Rusya’yı sınırlama stratejisini oturttuğu ayaklar (Yunanistan’daki üsler, Atina’ya verilen silahlar, GKRY’ne silah ambargosunun kalkması, CAATSA yaptırımları vb) Türkiye’nin caydırıcılığını da sınıyor. Doğu Akdeniz stratejik dengesinin Türk Boğazları, Ege Denizi ve Süveyş Kanalı’nın kontrol ve güvenliğine oturduğunu düşünürseniz, Türkiye’nin caydırıcılığının sınanması için çok kritik bir alanın ister istemez seçildiği ortaya çıkıyor. Dolayısıyla Türkiye caydırıcılığını güçlendirmek ve stratejik dengenin bozulmayacağı yönündeki teminatı Ege-Kıbrıs-Suriye-Libya ekseninde hedefin Rusya olup olmadığına çok da bakmadan aramak zorunda kalıyor. Ankara neden bu stratejik zorunluluğu hissediyor diye düşünmek abesle iştigal. Bu soru üzerinden Ankara’yı sürekli politik olarak sıkıştırmaya çabalamak ise büyük hata. İkinci sebep, taktik yumuşama dönemleri ya da çabalarının işbirliği süreçlerinin önünü açmakta yetersiz kalışı. Aslında Ankara, ABD’ye bağımlı bir güvenlik stratejisi oluşturmanın çok ötesine geçti. Dolayısıyla ABD’den beklentisi Rusya ile oluşturmuş olduğuna benzer bir kompartımanlaşmış iş birliği modeli oluşturabilmek. ABD içi siyasi kavgalar, Kongre-Başkan uyumsuzluğu, farklı farklı tezahür eden ideolojik takıntılar bu kompartıman ilişki modelini engelledi.
G-20’de ortaya çıkan ortak diyalog mekanizması kararı, ticaret hacminin artırılması vurgusu -ki savunma işbirliğini ima ettiğini yadsıyamayız ve NATO’da Türkiye’nin yeri ile ilgili övgü dolu sözler bize Türkiye’nin bu iki memnuniyetsizliğinin giderilmesi noktasında ABD’nin daha ciddi bir ihtiyaç içerinde olduğunu gösteriyor. Washington’un müttefiklerle ilişkileri tamir konusunda bir kararlılığı varsa mutlaka ve mutlaka Ankara ile zarar yönetiminin ötesinde bir işbirliği modeli ortaya koyması gerekiyor. Dileriz Roma Zirvesi bu konuda bir dönemeç olsun.