Batının bilgiyi kutsamasının üzerinden asırlar geçti.

GÜNDEMİMİZ KÜLTÜR SANAT OLSUN

Kültür ve sanatın her zaman insana ufuk açan, zihni berraklaştıran, sakinleştiren bir yanı var. Gündemimize ne alırsak o oluyoruz ve onun karakterine bürünüyoruz. O yüzden haftalık ajandamızı tiyatro, sinema, sergi, müze, kitap, öykü, konser vesaire etkinliklere ayırdığımızda kendimizi daha iyi hissediyoruz. Sanatın insan ruhunu yücelten, süfli şeylerle kirlenmesini engelleyen bir yönü var. Günlük siyasetin ayrıştıran tarafına rağmen kültürün ve sanatın insanı birleştiren birlikte gülümseten tarafıyla toplumları kaynaştıran ve bir arada olmasına etki eden bu gücünden mümkün olduğunca yararlanmalıyız. Hiçbir şey yapamıyorsanız evinizde sadece TRT2 açık olsun bu bile o anlamsız programları izlemekten iyidir. Bir başka öneri; Kuzguncuk, Balat, Samatya gibi eski mahalleleri gezin kafelerine uğrayın. Oradaki dergileri karıştırın bir kahve, çay için. Bu da bir kültür aktivitesidir ve inanın insanı yaşatan şeyler bunlardır. TV, sosyal medya ve her türlü dedikodudan uzak durun. Gündeminizde bu hafta en az bir kültür sanat aktivitesi alın.

TÜKENMEDEN

Batının bilgiyi kutsamasının üzerinden asırlar geçti. Salt bilginin kaynağı insan aklı olunca bir gün aklın tükenip dibi göreceğini bilseydi yolunu değiştirir miydi? Bunu bilemiyoruz ama kader insana bir şeyler öğretiyorsa ve biz hala öğrenmemekte ısrar ediyorsak kaderin bir suçu olmamalı. Akıl insana verilen en önemli özelliklerden biri elbette. Ama bunun verilişi kadar alınışının da elimizde olmadığı muhakkak. O yüzden şuursuz bir yaşam aklımızın varlığını tartışılabilir bir hale getirir.

Tüketecek ne kaldı

Pazartesi 15 Temmuz demokrasi ve milli birlik gününün üçüncü yıldönümüydü. Daha dün gibi uçakların üzerimizden geçişi. O gün bomba yağdırmadıklarına dua ediyoruz. Her şey olabilirdi. Böylesine travmatik ve acı bir olayın yıldönümünde sosyal medyada tuhaf yorumların içinden daha da tuhaf bir mesaj gördüm. 15 Temmuz şehitlerinin eş ve kızlarına bir mağazadan yüzde 50 indirim haberi veriliyordu! Moda tabiri ile “Yok Artık”! dedirten bir hayret yaşadım. Birkaç saniye kalakaldım. Önce şaka falan olabilir mi diye düşündüm. Ama maalesef gerçekti. Kapitalizm bizi bitirmiş, tüketmiş ve şuur kaybına uğratmıştı. Bunun tek açıklaması buydu. Aklî bilgi ile gidilecek yol kalmadı. Hayretimiz, merakımız da tükendi. Olmadık sapkınlıklar içindeyiz dünya olarak. Yeni yeni sapkınlıklar kapitalizmin aracı halinde normalleştiriliyor. Ünlü bir İsveç markasının cinsiyet eşitliğini savunan kadın, erkek ayrımını ortadan kaldıran yeni sezon giysileri tasarladığını görüyoruz. Kapitalizmde tükendi ve artık dibi görmeye başladı. Çünkü isyan ve intihar birbirlerinin ikiz kardeşleridirler.

Yeni bir bilinç çağı

Zihniyet değişiminin gerektiğini ve buna karşı artık durulamayacağı bir çağın evresindeyiz. Eskiler geçti cancağızım diyen Mevlana’nın çağrısına dahi yeni şeyler söyleyecek bilgelerin geleceğini söylemek falcılık olmasa gerek. Günümüzü lanetlemek ve geleceği karanlık görmekle de bir yere varılamaz. Durum tespiti yapılmalı elbette ama alışkanlıklarımızı da gözden geçirerek ve öncelikle kendi ezberlerimizi bozarak bu değerlendirmeleri yapmalıyız. Kendi kabuğumuzu kırmalı ve yeniden bir ben yaratabilmeliyiz. Her nefeste tekrar dirilen ve yeni şeyler söyleyen. Kendini var eden tüketmeyen bir ben olmalıyız. Dikkat! tüketmek bizi yordu ve tükendik dememizin nedeni de bu ama uyanmak için neyi bekliyoruz?

O yüzden

Bir başka marka bugün bu yazıyı yazarken mesaj yollamış bana. Kendinizi iyi hissedin diyor ve arkasından sıralıyor. Kalıcı oje, makyaj ve cilt bakımı için randevu almamı istiyor. Neden? Yenilik ve yeni bir şey derken bunları demiyoruz tabi. Biz kendi bilincimizi yenileyelim diyoruz. Bunun için de tüm markalardan, tüketim önerilerinden kaçıyoruz. Kalıplardan, şekillendirmelerden sıyrılmak istiyoruz. İnsanları bireyselliğe ve yalnızlığa iten paketlerden kaçıyoruz. Biricik olalım ama bencilliğin kıskacında yapayalnız kalmayalım diyoruz. Tükenmeden, tüketmekten vazgeçmeyi öğrenmeliyiz vesselam.

TEKLİK

Kendimden bir şeyler yazmak isterdim ama yine bana kendini hatırlattın.

Masada duran bir fincan çay.

Dumanından tüten sen.

Sandalyede oturan ben.

Kimim ben? Kimsem hepsi sen.

Hayal ve gerçek: biri sen biri ben.

Her zaman uzun yazmaya gerek kalmaz. Bazen üç, beş satır anlatır meramı. Sen başka ben başka anlatırız. Ne kadar ben, sen olduğumu söylesem de birimiz gerçek, birimiz de hayaliz. Ama hangimiz hayal hangimiz gerçek işte bu muhal. İç içe geçmiş sorular içinden çıkmak ikilikten kurtulmak lazım. Şaşı adamın tek şişeyi iki görmesi gibi, hayal ve gerçek diye iki şişe görüyoruz. Sonra biri gelip o şişeyi kırınca ortada hiç şişe kalmıyor. Dünyanın oyunu işte! Ne hayal var ne de gerçek. Sen, ben demekten geçmeli. Tüm sorulardan kurtulup tekliğe, birliğe ulaşmalı insan.

YAZLIKLAR BİLE DOLU

Yazlıkta 1+1 evlerdeyiz. Balkonlar büyükçe. Yazlık işte. Ne eşyaya gerek var ne de fuzuli araç gerece. Bari burada kafalar dinlensin. Bir senedir kapalı duran evi açınca örümcekler haliyle bazı böcekler ölmüşler. Kimisi de hala yaşıyor. Ayşe geliyor sağ olsun her sene temizliğe. Diyor ki abla en çok sana ve karşıdaki ablaya geleceğim zaman seviniyorum. Çünkü sizde eşya pek yok. Nasıl diyorum. Elli metrekareye ne eşya sığdırılsın ki? Eşyayı mı yaşatacağız yoksa kendimizi mi? Birde bakıyorum ki komşuların evlerinde incik cincik elli metre karenin 1 metre karesine bir biblo anlam veremediğim bir eşya, her yer tıkış tıkış ruhum daralıyor. Geliyorum evime atılacak varsa diye bakıyorum. Ben de bir iki şey buluyorum atılacak. Sanki başka evleri temizler gibi. Yapmayalım etmeyelim hanımlar. İşe yaramayan ne varsa tutmayın. Süs eşyası da nedir? Hala anlamış değilim.

TEMİZLİK ANLAYIŞI

Artı

Bu yaz günlerinde serinlemek ve doğayla iç içe yaşamak için; birçoğumuz deniz kenarına ormana, daha da olmadı parklara koşarız. Gittiğimiz yeri temiz bulduğumuzda seviniriz. Tertemiz bir kumsal düşünün, tertemiz deniz, tertemiz orman, bütün buraları kullananlar ahlaklı olmalı. Temizliği kendine şiar edinenlerin diğer davranışları da güzel olmalı diye düşünüyorum. İyilik iyiliği, güzellik güzelliği celbedermiş.

Eksi

Bir de yine mesire yerlerine gidiyorsunuz parklar ve sahiller çöplükten geçilmiyor. Plastik ve cam şişeler, teneke kutular, sigara paketleri ve nice doğaya bırakılan pislikler ne kanun var ne nizam var ne de ahlak! Unutmamamız lazım ki bir de bunları yapanlar “kalbim temiz” diyenler! “Temizlik imandandır” boşuna denmemiş. Altını çizmemiz gereken cümle; kalbi temiz olanın imanı ahlakı temiz ve güzel olur. Davranışları bütün yaratılanlara karşı adil ve hakkaniyetli olur.

DON KİŞOT ŞARKÖY’DE NE ARIYOR?

Tekirdağ’ın sahil kasabası Şarköy’de ne maksatla bilmiyorum ama Don Kişot’un bir heykelini dikmişler. Tam da karşısına kitaptaki gibi hayalinde yel değirmenlerine karşı verdiği savaşı anlatan bir kurguyu canlandırmaya çalışmışlar. Cervantes’in ünlü romanı olan ve Don Kişot karakterini kahramanlaştıran Cervantes aynı zamanda İnebahtı savaşında Türklere karşı savaşıp sol elini kaybetmiş bir askerdir. Kitap şizofrenik bir kahramanın şövalye olma hayaliyle kendince bir dünya kuran Don Kişot’u anlatan eser aynı zamanda dünya edebiyat tarihinde öyküden romana geçiş yapan ilk yapıt olarak değerlendiriliyor. Ancak Don Kişot’un Şarköy’de ne aradığını doğrusu ben çok merak ediyorum. Neden yel değirmenlerine karşı savaşan Don Kişot’u Şarköy’e layık görmüşler bilmek isterdim doğrusu. Aslında bu tür konularda kendi yazar ve şairlerimize yer vermek daha doğru ve millî bir davranış olurdu. Mesela Namık Kemal Tekirdağ doğumlu bir aydınımızdır. Fikirlerine katılırız veya katılmayız ancak onun tiyatro oyunlarına da önem verdiğini biliyoruz. Namık Kemal’in Vatan yahut Silistre oyununu hatırlatacak bir anıt hazırlanabilirdi. Kendi eserlerimizi okumaya merak ettirecek yönde bir eser ortaya konabilirdi.