Ben en başından bu yana Türkiye'nin AK Parti serüveniyle beraber ciddi bir sekülerleşme yaşadığını iddia edenlerden biriyim.

Geçtiğimiz hafta Türkiye İnanç ve Dindarlık Araştırması, Uluslararası İslam Düşünce Enstitüsü ve Mahya Yayınları tarafından “Türkiye’de İnanç ve Dindarlık Raporu” yayınlandı. Çalışmanın sonuç raporu, Türkiye’nin sekülerleşme ihtimaline işaret etse de doğru çıkarımların bundan sonraki yıllarda yapılacak yetkin çalışmalar sonucunda ortaya koyulacağı ifade ediliyor.

Ben en başından bu yana Türkiye’nin AK Parti serüveniyle beraber ciddi bir sekülerleşme yaşadığını iddia edenlerden biriyim. Muhalefetin “toplumun muhafazakârlaştığına” yönelik analizlerine hiç katılmıyorum. Aynı muhalefet AK Parti’nin ilk yıllarında “şeriat geliyor” diye de propaganda yapmıştı, şimdi onlar dahi bu önermelerinden vazgeçtiler. Çünkü AK Parti’nin ne en başından beri böyle bir niyeti vardı, ne de toplumun böyle bir talebi.

Normalde kendini muhafazakâr-demokrat olarak tanımlayan bir partinin iktidarında toplumun daha muhafazakârlaşacağını düşünmek mümkün. Hele böyle bir parti 21 yıldır iktidarını aralıksız sürdürüyorsa. Fakat AK Parti iktidarına doğan gençlere bakacak olursanız –elbette homojen olarak bir değerlendirme yapmak mümkün değil- muhafazakârlıktan uzak ve seküler eğilimleri olduğunu görürsünüz. Muhafazakâr olanlar dahi kendi ebeveynlerinin yaşam tarzına sahip değiller.

Araştırmaya göre toplumdaki inanç seviyesi yüzde 94 civarında. Eğitim seviyesi arttıkça seküler eğilimler haliyle artıyor. Araştırmanın detaylı raporunu okumadım ama sekülerliği inançsızlık olarak tanımlamak yanlış. Seküler biri gayet inançlı olabilir ama sosyal yaşamında bu inancını ön planda tutmayı tercih etmiyordur.

Bana kalırsa raporun dikkat çekici kısımlarından biri kendini dindar olarak tanımlayanların oranının yüzde 62 civarında olması. Türkiye evet dindar bir toplum. Bu dindarlığın içinde hayatını “kültürel Müslüman” olarak sürdürenler de var. Dini ritüelleri gerçekleştirmiyorlar ama “iyi bir insan olma” bakış açısını bu dindarlık içerisinde değerlendiriyorlar. Bana kalırsa AK Parti’nin en büyük özgürlük paradigmalarından biri bu oldu. İnançlı insanlar AK Parti döneminde dinini içinden geldiği gibi en özgür şekilde yaşadılar. Bunun getirdiği hürriyet neticesinde muhafazakârlığın tanımı ve içeriği de değişti.

Her araştırma raporu “eğitim seviyesi arttıkça dinden uzaklaşma eğilimini” veriyor ama ben bu noktada gelir seviyesi ve siteleşme örneğini sıkça kullanıyorum. Gelir seviyesi arttıkça ve sitelerin yoğun yapıldığı şehirlerde muhafazakâr biri bu evlere taşındıkça oy tercihlerinden tutun da yaşadığı hayat sekülerleşmeye doğru kayıyor. Bunun sebeplerinin çok iyi araştırılması gerektiği kanaatindeyim.

Katılımcıların yüzde 73’ü ise “laik bir ülkede dinin rahatlıkla yaşanabileceğini düşünüyorum” ifadesine “katıldığını veya “kesinlikle katıldığını” ifade etmiş. Bu çok önemli ve yüksek bir oran. Öyle ki bugüne kadar Türkiye’deki laikler, laikliği dinle karşıt anlam olarak değerlendirdi. Laikliğin en büyük tehlikesinin din olduğunu öne sürdüler. Muhafazakâr insanlar ise bu bakış açısından uzaklar. Araştırmadan çıkan sonuca göre de dinin laikliğin olduğu bir ülkede daha rahatlıkla yaşanabileceğini düşünüyorlar. Bu açıdan daha rasyonel düşündüklerini de söylemeliyim.

Türkiye’de son zamanlarda kısır güncel tartışmalardan dolayı böyle raporlardan çıkan sonuçları entelektüel bir kabiliyette ne yazık ki tartışamıyoruz. Keşke tartışabilsek… Yine de ilgilisine linki bırakıyorum: https://nsp.marmara.edu.tr/dosya/nsp/Resimler/Say%C4%B1larla%20Tu%CC%88rkiye%27de%20I%CC%87nanc%CC%A7%20ve%20Dindarl%C4%B1k_ebook.pdf

Sanatçı polemiği

Muharrem İnce’nin aday olması oyunu “Erdoğan’ın karşısında tuvalet terliği olsa onu tercih edecekler” tarafından sıkça eleştiriliyor. Bu linç kervanına sanatçılar da katılmıyor değil.

Fazıl Say bunlardan biri. Uluslararası çapta saygın bir insan olan Say’ın ne sanatını ne de sanatçılığını tartışacak değilim. Haddim de değil. Kendini dünyaya kanıtlamış biri.

Fakat rahatsız olduğum konu Say’ın kendinin bu saygınlıkta olduğunu bilerek her türlü hakareti ifade etmekte özgür olduğunu düşündürten motivasyonu. Hiç kimse saygınlığından bir konfor alanı sağlayıp kendisine yakışmayacak türden hakaretler savurmamalı. Eleştiri sınırları sonuna kadar açıkken, karakteri hedef alan hakaret sahası o kadar kapalı olmalı.

Hele de bu bizim dünyadaki gururumuz olan Fazıl Say’sa…

Zaten muhalefetin kampanya takımı görevini üstlenen, AK Parti’yi savunan yazarlara “yandaş” derken kendilerini “objektif” olarak tanımlayan ama Muharrem İnce’yi “gazetecilik yapıyorum” diye adaylığından vazgeçirmeye çalışan altılı masanın amigo yazarlarını geçiyorum…

İşin vahimi artık bu durumun ana haber kanallarındaki sunuculara bile sirayet etmesi.

[email protected]