Üç kelime ve üç kavram; tedbir, tevekkül ve taktir...

DUYGUDAŞLIK

Aynı duyguyu kendimizi onun yerine koyarak hissetmek ve onunla hemhal olmak duygudaşlıktır. Batı bu kelimenin karşılığı olarak psikoloji ve iletişim biliminde empati diyor. Kendini o kişinin yerine koyarak duygu ve düşüncelerini anlamak ama kendini koyup kaptırmamak ve kendine geri dönmek gerektiğini de bilimsel olarak açıklıyor. Empati soğuk bir kelime ve bizi tam yansıttığı söylenemez. İletişimciler olarak etkili iletişim tekniklerinde empatiyi sıkça kullanıyoruz. Elbette sağlık sektöründe veya başka alanlarda çalışanlar için empati kurmak çok önemli ama duygudaşlık ile birebir aynısı olabilir mi? Biz duygusal milletiz vesselam. Bir öğretmenin öğrencisiyle duygudaşlık kurmasını empati ile aynı kefeye konabilir mi? Evladını kaybetmiş bir annenin duygusunu empati kurarak anlayabilir mi? Mesleki anlamda kullanımını anlayabileceğimiz empatinin ikili ilişkilerimizde; komşuluk, arkadaşlık, eş, evlat gibi konumlarda duygudaşlık kelimesinin yerini empati tutamaz. Biz ayağımızdaki ayakkabıyı çıkarıp sokakta gördüğümüz bir garibana verebilen bir milletiz. Empati mekanizmasını hayata geçirecek olsak o ayakkabıyı vermek yerine, garibanı sosyal yardım desteği alması için devletin ilgili kurumlarına yönlendiririz. Empati ile duygularımızın kurumsallaştırılmasına izin vermeyelim.

TEDBİR, TEVEKKÜL VE TAKDİR

Üç kelime ve üç kavram; tedbir, tevekkül ve taktir... Kadim inancın ve kültürün bize öğrettiği üç değer... İnsanlık tarihinde toplumların başına gelen nice afetler ve nice felaketler... Nemalazımcılık ve ne olacaksa olur düşüncesi, insanı doğrudan sorumsuzluğa itiyor ve arkasından bile bile felaketler de geliyorum diyor. Bireysel ve toplumsal bilinç yapılması gerekenleri ihmal etmeyecek, bunu da tedbir, tevekkül ve takdir ekseninde yerine getirecektir. Çünkü esas olan bireyin ve toplumun sadece mutluluğu ve huzurudur.

Bu alemde her türlü şey var; kötünün de kötüsü, iyinin de iyisi. Matlup olan insan onuruna yakışır iyiliklere, güzelliklere layık olmamızdır. Başa gelebilecek her ne olursa olsun tedbir, tevekkül ve takdir ekseninde kabülümüzdür. Biz tedbirimizi bir kulun cüzi gücü ve cüzi iradesi kadar alabiliriz. Allah’ın takdiri ise hepisinden de üstündür. Çünkü Allah külli kudret ve külli irade sahibidir.

Bundan bize düşen bütün vuku bulan olaylardan ders alabilmemizdir. Bu bizim için bir ibret ve aynı zamanda bizim terbiye olmamız için bir vesiledir. İstenmeyen bir şey başımıza geldiği an ne yapmalıyız, nasıl davranmalıyız ve bu soruları kendimize önceden sormalıyız. En başta bu soruların cevabını verebilirsek, hadise başımıza geldiğinde istemsiz cevaplar vermez ve geri dönülmez bir takım davranışlar göstermemiş oluruz. Müslüman en başta bilinçli olmalı ki; hadiseler vuku bulmadan gereken tedbiri alabilmeli.

Tedbir almayı öğrenmeliyiz

Biz kimiz neyiz, hayata ve ötesine dair sorumluluğumuz nedir? İyi bir insan, iyi bir vatandaş olmak için ne gibi çalışmalar yapıyor ve ne gibi tedbirler alıyoruz? Asıl nereye ait olduğumuzu hiç sorguladık mı? Ezbere hayat yaşamak olmaz. Yol kalabalıkların yolu değil!.. Tekbaşımıza kalsak da gidilecek yol hakikat yolu... O halde kendimizi inşa edecek değerleri, bir tuğla gibi üst üste koyup bünyemizi sağlamlaştırıp, varlığımızı oluşturmalıyız. Geleceğimiz gençlerimize şunu yap, bunu yapma şeklinde emir telakki eden sözlerden daha çok, düşünmelerine katkı sağlayacak onlara yol yöntem gösterecek fikir veren sözler söylemeliyiz. Tecrübelerimizi onlarla paylaşıp, doğru düşünmelerine, muhakeme ve akletmelerine yardımcı olacağız. Onlara doğrudan hazır bir fikri ellerine vermek onları rahata alıştırabilir. Bir labirentten ve bir dehlizden kendi başlaırna nasıl çıkabileceklerini göstermiş olacağız. Mesela; iyilik yapmak istiyorsak; hergün onlara balık vermek yerine balık tutmasını öğreteceğiz.

Bizim sürekli onların peşinde daha bebeklikten itibaren ay düşeceksin, ay incineceksin diye diye geldiğimiz nokta malesef şu anda gençleri not için ezber yapan bir güruha dönüştürmüştür. Çocuk her ağladığında istediği verilirse kendi haline kaldığında ihtiyacını kendisi nasıl giderecek!.. Tedbir almasını nasıl öğrenecek!.. Sıkıntı yüzü görmemiş kişi yokluğu da anlamaz. Hep dışarıdan istemeye alışan tedbir almayı öğrenemez. Tedbiri bilmeyen kişi toplum ve ülkeler özgürleşemez, kendini gerçekleştiremez ve bağımsızlaşamaz.

Tevekkül; Allah müvekkilindir

İnsan üzerine düşen her türlü sorumluluğu mümkün derecede yerine getirdiği zaman, gerisini Allah’a bırakır. Bilir ki ben aciz bir kulum; tedbirim ne ola ki; Senin tedbirin sadece bu aciz kuluna değil, bütün kullarına ve bütün yarattıkların içindir. Bu kulluk bilinciyle Mevlasını vekil tayin eder ve ancak ona sığınır. Bizim kulluk inancımız tedbirden sonra tevekkül inancıdır.

Takdir Allah’tandır

Her türlü tedbiri almak yani önceden gerekli adımları atmak insanın sorumluluk duygusu ile doğrudan ilgilidir. Ancak insan aldığı tedbirlerin neticesini beklemek yerine çalışmaya devam etmeli ve gayretinden bir adım bile geri kalmamalıdır. İnanarak ve Allah’ından ümidini kesmeden yoluna devam eden kişi zaten o tedbirin tevekkülün içinde demektir. Biz kullar ancak Allah’ın taktirine boyun eğeriz. Biliriz ki bizim için en hayırlısı budur. O ne derse o olur. Onun “Lütfu da hoş, kahrı da hoş” Tedbirimizi elden bırakmayacağız sonra da ona sığınacağız. “Mevlâ görelim neyler... Neylerse güzel eyler” Devletimize, milletimize ve Mehmetçiğimizin zaferine vesselam!..

İÇİNDEKİ SES

İnsan başına neyin geleceğini önceden bilemez hiçbir zaman. Neyin gelmesi önemli mi; yaşanmışlıklar ve yaşanacaklar bir kader çizgisi. Bazen ruh dünyamız, duygu ve düşüncelerimiz karman çorman. Kafamızda düğümlenmiş çözülmesini bekleyen binbir istifham. Neden kalbimiz daralır, neden içimizde binbir vesvese!.. Bazen içimizde koca bir deniz ve koca bir umman belirir. Bir gemi geçse de buradan binip gidesin gelir. Kalbi sökülmüş bütün insanlığın sevgi, şefkat bunun neresinde!.. Sonsuz denizlere açılsa da pencereler sen yıkık şehrin viranesindesin. Bekle ki gidenler geri gelsin!.. Bekle ki kırık kalbin biraz sevinsin. Bir yalnızlık ki bu sorma; bütün ümitlerin tükendiği çaresizliktesin. Eşini, çocuğunu, evini barkını kaybettin mi yalnız biçaresin!.. İnanma bu medeniyete; sen buraya ait değilsin. Biraz gülümse; kurtuluş yine senin içinde. Herşeyin hesabı sorulacaktır birgün; hesap, kitap ve mizan. Hüzünlü bir ses duyulur uzaklardan, ulvi midir ulvi. Bir sen ve bir de içindeki ses; kutsal ezan!..

ALIŞVERİŞ ESNAFTAN YAPILIR

Büyük market alışverişlerini oldum olası sevemedim. Başım dönüyor o dev alanlarda. Midem bulanıyor bir nevi uyumsuzluk sendromu geçiriyorum sanırım. En tuhafı da üç beş parça bir şey alıyorsun ve dünya para veriyorsun. Hafta sonlarını dev marketlerde alışveriş yaparak geçirenler var. Buzdolabı tıka basa dolunca içleri rahat edecek. Oysa en güzel alışveriş esnaftan yapılandır. Eti kasaptan, kahvaltılığı kahvaltıcıdan, sebzeyi pazardan, tahılları zahireciden, balığı balıkçıdan, turşuyu, kahveyi, ekmeği hepsini küçük esnaftan alırım. Biraz zaman alıyor doğrudur. Ama onun keyfini hiçbir şey değişmem. Bir yandan da öyle haftalık alışveriş yapmam. İhtiyacım kadarını yaparım. Gerekirse tekrar çıkar o günkü istek ve keyfimize göre ne yapacaksam alışveriş ederim. Böyle olunca da gereksiz bir şeyler almıyorum ve israf etmişte olmuyorum. Bir yandan esnafla yapılan muhabbette ekonominin nabzını, piyasaları, işsizlik gibi konuları da yerinde öğreniyorum. İnsanların hikayelerine; sevinçlerine, kederlerine ortak oluyorum. Esnafa verilen paranın yerli sermayeye geri dönmesine de katkıda bulunuyorum. Bereket ve sıhhat bu şekilde geliyor.

ASKERLERİMİZE DUA

Askerlerimiz için ülkemizdeki farklı dini cemaatler ayinler düzenleyip dualar ediyorlar. Rum, Süryani, Ermeni, Musevi vatandaşlarımız ibadethanelerinde ülkemizin selameti için hep birlikte niyaz ediyorlar. Dua hepimizi birleştiriyor. Hangi dinden ve mezhepten olursa olsun aynı niyetle yapılan dualar bizi birbirimize kenetliyor. Barış Pınarı Harekatındaki askerlerimize yapılan tüm dualar, niyazlar onların başarısı ve vatanımızın tüm zararlardan def edilmesi içindir. Bu ülke hepimizin. Ağızımızdan çıkacak her söz dua niteliğindedir. Harekata gölge düşürmek isteyen herkes kim olursa olsun beddua ediyordur. Aksi halde iyi niyetle karşılıyorsa bu da bir duadır.

ANNE DEDİ

Bir buçuk yaşında aniden rahatsızlanarak solunum cihazına bağlanan minik kız üç buçuk yıl sonra anne dedi. Kısaca bu şekilde özetleyebileceğimiz bu haber insanı düşündürüyor. Evde sürekli eteğimizden tutup anne, anne diye gezen çocuğumuza zaman zaman sinirlenip bağırıyor, azarlıyoruz. Oysa bir “anne” sözcüğünü evladından işitmek için yıllarca bekleyen, çocuğunun yataktaki hasta haline bakan anneler var. Elimizdekilerin kıymetini bilmeden geçirdiğimiz vakitler heba oluyor. Zaman çabuk geçiyor ve bir bakıyoruz evlatlar büyümüş kocaman insanlar olmuşlar. O küçük sevimli halleri yok artık. Anne diyerek etrafımızda, ayağımıza dolaşan hallerini bile özler oluyoruz o zaman. Ama bunları yaşarken değerini biliyor muyuz? Maalesef. Çocuklarımıza bağırmak yerine nefesimizi tutup sevgiyle bakabilmek ne güzel bir haslet. Onların anılarında ileride büyüdüklerinde her şeye rağmen annem kızmazdı, yine de usulca cevap verirdi diye hatırlanabilmek isteriz. İnşallah yapabilmek niyazıyla.