Yani, ben sabah akşam belgesel izleyen biri değilim.

Bir belgesel izliyorum.

Tesadüfen önüme geldi.

Yani, ben sabah akşam belgesel izleyen biri değilim.

Ama önüme gelirse sonuna kadar izlerim.

Neyse.

Bir adam kocaman bir taş kaya, yani 15 metre yüksekliğinde 40 metre kadar uzunluğunda var, bir kayanın önünde.

Elinde adını bilmediğim bir alet, ama çok kocaman demir bir çivi düşünün öyle.

Yüzlerce küçük küçük elinde çekiçle bu çiviyi kayaya çakıyor.

100, 150 delik çakıyor, ne çatlama ne kırılma belirtisi var.

Aleti kayaya dayıyor çakıyor delik açıyor, başka deliğe geçiyor.

Çat bir delik daha çat bir delik daha.

En son küçük bir darbe ile kocaman bir taş blok dağdan aşağı düşüyor.

En son darbe ile kocaman neredeyse ton ağırlığında taş dağdan ayrılıyor.

Düşünüyorum.

Hangi darbe ile?

Ya da en son darbe ile mi?

Bu kocaman taş dağdan ayrılıyor.

Ve takla atarak yere düşüyor.

Taşı 2’ye bölen son vuruş mu?

Ondan önceki vuruşlar mı?

En iyi ve en doğrusu, kaçıncı darbe ile olduğunu dağdan ayrılıp yere düşen TAŞ BİLİR.

Tıpkı hayat gibi.

Tıpkı insanlar gibi.

Ve tıpkı ilişkiler gibi.

Çaresiz kaldığı zamanlarda, insanlar gitsin ve mutlaka bir taş ustasını seyretsin.

Bazen.

Ve benim inandığım da.

İnsanları da en son olay bezdirir gibi görünür ama, ya ondan önceki yaşananlar.

O zamana kadar, sabrına, yüreğine kaç delik çakılmış.

O son darbe, kim bilir hangi darbelerin çaresizliğinde kalmıştır.

Demem o ki

Kayayı zorlama.

Taşı zorlama.

Çivi çakma.

Çekicini elinden bırak.

Bak.

Herkesin, yuvarlanan taşı parmak izi kadar farklıdır.

Taşın ne zaman ayrılacağı hiç belli olmuyor.

Hadi çay demle.

Yuvarladığın taşın altında içelim.

Funda'nın aklındakiler…

... Deme.

Ölenle ölünmez.

Hayat devam ediyor.

Takma kafana.

Boş ver.

Dünya malı dünyada kalır.

Kilo almışsın.

Seni iyi görmedim.

Neyin var.

Senin durumun iyi.

Hayat sana güzel.

Ya da.

İlla söyleyeceksen.

Kendine söyle.

Funda'nın aklındakiler…

... Televizyonda yemek programları ne kadar devam eder bilmiyorum.

Evet, yemek bahane çirkeflik şahane.

Geldiğimiz son noktada mutfakta yangın varken, insanlar 100 gr zeytin alamaz hale gelmişken.

1 tane domates 5 TL olmuşken.

Sofrada etler, tavuklar, malzemeler gani, ama kimse kimsenin pişirdiği yemeği beğenmiyor.

Koskoca kadın, masada ağzından peçeteye, yemeği tükürüyor.

Erkekler tiz sesleri ile çirkefliğin son noktasında kavga ediyor.

Birbirlerine demediklerini bırakmıyorlar.

Adi, Yemekteyiz değil, adi çirkefteyiz olmalı.

Gerçekten ülkenin buna hiç ihtiyacı yok.

Sofrasında aynı yemekler olmayan, o yiyemeyen insanlar bence bu programları ne kadar seyredecek bilmiyorum.

Yutkunarak yemek programı seyretmek olur mu, onu hiç bilmiyorum.