Geçen hafta pazartesi günkü yazımda Türk tarımının piyasa yapısı ve bu yapıda oluşan sömürü sistemini tartışmıştım.
Çoğu tarım ürünü piyasasında üretici üretimden elde ettiği geliri ile üretim maliyetini bile karşılayamamakta idi. Öte yandan, şehirdeki tüketiciler de tarım ürünlerini çok pahalı fiyatlardan satın almak durumunda idi. Burada aradaki fiyat farkı da, ürünleri tarladan toplayan simsarların, tarım ürünlerini işleyen gıda sanayicilerinin ve büyük mağaza sahiplerinin cebine girmekteydi. Bu piyasa yapısı tarım üreticilerini, şehirli emekçileri ve bütün tüketicileri sömüren, onları borç batağına sokan bir yapı arz etmekteydi. Bu yapının sürdürülebilir olmayacağı açıktır…
Kimi yazarlar “üretim ekonomisine” geçmemiz gerektiğini söylemekte, özellikle tarımda ciddi desteklere ihtiyaç olduğunu belirtmektedir. Geçen hafta içinde tarım ve hayvancılık sektörüne yönelik hükümetin bir dizi politikaları açıklandı. Tarım Bakanlığı, koyun üreticilerine hibe yoluyla üç yüzer koyun vermeyi ve bunlardan 5 sene içinde toplam beş milyonluk anaç koyun elde etmeyi amaçlayan bir teşvik programı ortaya koydu. Yine çiftçilere tarım destek kredilerinin de arttırılacağı bildirildi. Bunların hepsi olumlu gelişmelerdir. Mevcut durumda devletin tarımsal üretimi arttırmak için yerli ve milli üretimi teşvik etmesi gerekir, bunu da yapmaktadırlar. Ancak… Sadece teşvik politikası yeterli midir? Tarımdaki yapısal problemler çözülmedikçe, teşvik programları, sadece mevcut hastalıklı yapının devamını sağlayan etkiler yaratacaktır.
Geçen sene 29 Mayıs 2017 tarihinde yazdığım bir yazıda tarım sektörünün bazı yapısal problemlerinden bahsetmiştim. Bunları kabaca özetlersek:
· Türk tarımı genel olarak geçimlik tarım yapan küçük ölçekli kayıt dışı işletmelere dayanır. Tarımda verimin arttırılması ve maliyetlerin düşürülmesi için üretim ölçeğinin büyümesi gerekir.
· Tarım işletmelerinin profesyonel, nitelikli eleman çalıştıran, tescilli marka üreten işletmeler haline gelmesi gerekir. Bugünkü yapıda ise tarım işletmeleri niteliksiz işgücünü çalıştıran, standartları belli olmayan, tescilli marka üretemeyen, amatör ve kayıt dışı müesseselerdir.
· Yeni gelişen bio-teknolojinin imkânlarından hızlı bir şekilde faydalanmak gerekirken, mevcut tarım üretimi daha tam makineleşmesini bile sağlayamamıştır.
· Hükümetin tarım arazilerine yönelik politikası çok hatalıdır, arazinin niteliği ne olursa olsun imara açmak kadar büyük bir stratejik hatayı aklı başında hiçbir devlet yapmaz.
Tarım üretiminin maliyet yapısı içinde yabancı tohum, yabancı gübre çok yüksek yer tutmaktadır. Atatürk’ün Cumhuriyeti kurduğunda yaptığı en önemli işlerden biri yerli tohumların ıslahıdır. Benzeri uygulamalar hayvancılıkta da yapılmıştır. Anadolu coğrafyasının yerli küçük ve büyükbaş hayvanlarının ırklarının ıslahına özel önem verilmiştir. Bugün özellikle Mr Derwish’ten sonra AK Parti hükümetlerinin ısrarla devam ettirdiği Derwish politikası yerli tohumların zaman içinde yok olmasına, tarımın ağırlıklı İsrail ve Amerikan menşeli tohumlara bağımlı olmasına yol açmıştır. Bunun iki sonucu vardır: Bir, her zaman savaş tehdidi altında olan ülkemiz için bir numaralı stratejik sektör olan tarım dış girdiye bağımlı hale gelmiştir. İki, çiftçinin maliyetleri döviz kurundaki dalgalanmalara bağımlı olmuştur.
Sadece maliyetlerin dışa bağımlı hale gelmesi mi? Yetmez, Türkiye’de Mr Derwish ve onu takip eden Gül, Erdoğan, Davutoğlu ve Yıldırım hükümetlerinde tarıma talep yönlü destek veren devlete ait şeker fabrikaları, sigara fabrikaları, dokuma fabrikaları bir bir elden çıkarılmış bunların yerini ucuz ithal ürünler almıştır. Mr Derwish’in kasıtlı olarak dağıttığı ve verimsizleştirdiği SEKA, orman ürünlerine talep yaratan kâğıt sanayi devi iken, onun da özelleştirilip kâğıtta dışa bağımlılığımızın garantilenmesi AK Parti hükümetlerine nasip olmuştur. Bunlar yetmezmiş gibi, son olarak Adıyaman ve Bitlis ahalisinin önemli bir geçim kaynağı olan sarmalık tütün üretimi de yasaklanmıştır. Yabancı sigaralara verilen paralar Kudüs’te, Suriye’de, Irak’ta, El Bab’da ve son olarak Afrin’de Müslüman siviller ve Türk ordusuna sıkılan kurşun olarak dönmektedir.
Mevcut durumda yapısal sebeplerden verimsiz, yüksek maliyetli ve zararına çalışan tarım müesseselerinin bir biri ardına beyaz bayrak çekmesi, hele araziyi müteahhide verip kira geliri kazanmak gibi bir alternatif de elinde bulunurken, kaçınılmaz bir sondur. Bu durumda daha fazla insanın tarımsal üretimi bırakması, köyden kente göçün önlenmesi mümkün değildir. Kente yerleşmiş insanları tekrar çiftçiliğe döndürmek şimdi çok zordur, gelecekte ise imkânsız olacaktır. Şehirde büyümüş gençleri kim çiftçiliğe ikna edecek? Hodri meydan!
Tarım üretimini düzenli bir şekilde arttırma, içerde vatandaşın ve sanayicilerin ucuz, kaliteli, yerli ve milli tarım ürünlerine ulaşabilmesi için tarımın yapısal problemlerinin giderilmesi gerekir. Öncelikli adımlar ne olmalıdır? Bir kaç madde halinde özetleyeyim:
1. Dönümlerce arazi üzerinde bilimsel yöntemlerle tarım yapan büyük işletmelere ihtiyaç vardır. Bu işletmeleri özel sektör kurmuyorsa, Özel – Kamu iş birliği ile kurulabilir veya daha iyisi direkt tarım KİT’leri kurulabilir. Bu sayede tarımda verim artacağı gibi, tarımdan vergi geliri de elde edilebilecektir.
2. Ürünün pazarlara ulaştırılması yine kamu firmaları ve belediyelerin iş birliği ile yapılabilir. Her kasaba ve şehirde belediyelerin açacağı büyük halk pazarlarında tarım ürünleri doğrudan halkla buluşabilir. Böylece aracı simsarlara giden haksız kazançlar üreticinin cebine girerken, tüketici de çok daha ucuza gıda maddelerine kavuşabilir.
3. Anadolu’nun florasına uygun yerli ürünlerin yeniden ıslahı için üniversiteler, belediyeler ve tarım işletmeleri birlikte hareket edebilirler. Türkiye kadar ürün çeşitliliği bulunan ülke çok azdır. Allah’ın bize sunduğu bu nimeti bir tarafa bırakıp emperyalistlerin tatsız tuzsuz hormonlu ürünlerine muhtaç kalmak akıl işi midir?
4. Küçük üreticiler tasfiye edilmeli mi? Hayır, büyük kamu kooperatifleri kurar ve üreticiyi ortak üretim ve satış stratejisine yönlendirirseniz, onlar da büyük işletmelerle rekabet edebilir hale gelirler.
5. Stratejik ürünleri belirleyip, onlara özel politikalar oluşturmak gerekir. Bu ürünler nelerdir: Fındık, zeytin, tütün, pamuk, üzüm, buğday, şeker pancarı, mısır ve benzeri. Bunlardan kimisi dünya fiyatlarını belirleyebileceğimiz, kimisi de içerde zorunlu tüketim amaçlı kullanabileceğimiz, kimisi de temel sanayi girdisi olarak kullanabileceğimiz ürünlerdir. Özel ürünlere özel politika ana slogan olmalıdır.
Yerimiz bu kadarmış. İleriki yazılarda bu konuya tekrar dönmek üzere şimdilik hoşça kalın.